Salı, Mart 19, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Langfristige Artikel

Box Link

Events


 

 PANO

 

 

 

 ----------------------------------------------------------------

 

A r ş i v  ( D e r g i - B e l g e - K i t a p )

 

 

 

 


Rasti Dergisi, Yıl: 2001 Sonbahar, Sayı: 1 - PDF

        İçindekiler:

  • TÊKOŞİN GERÇEĞİ

         Seyfi Cengiz ile Röportaj - Piro Zarek

  • Demokratik Cumhuriyet 'in Güncel Ve Tarihsel Anlamı 

         M. Zilan

  • Hapsedilen Dersim Aydını Üzerine Bazı Notlar

        H. Pulur

  • PYSK ' nın Tasfiyesi ve Duruşumuz

        Reçenasia Komünisti-Komünist Gelenek

     
     
     

  

Dersimzaza.com'dan kısa bir açıklama

Facebook'ta sitemizin ismi ile benzerlik taşıyan bazı sayfalar görülmektedir. Bu sayfaların sitemizle hiç bir ilgisi yoktur. Sitemizin www.dersimzaza.com adresi dışında internet üzerinde herhangi bir hesabı ya da sayfası bulunmamaktadır.

Kamuoyunun dikkatine sunulur.

Dersimzaza.com

 

 

 

 

 

Demokratik Cumhuriyetin Güncel Anlamı Piro Zarek Rasti Dergisi / 2001

Demokratik Cumhuriyetin Güncel Anlamı Piro Zarek / Rasti Dergisi / 2001

 

Kabul etmek gerekir ki, PKK ve Kürt ulusal hareketi, oluşum nüveleri on beş yıllık savaş sürecinde bulunan ancak relatif olarak özgün bazı dinamikler içeren yeni bir objektif durumla karşıkarşıyadır. Bu yeni sürecin politik ve ideolojik yapılarda kendisine uygun bir dönüşüm yaratması beklenilir bir şeydir.

Objektif durumda oluşan değişikliklere, politika ve ideoloji cephesinden -ara duruşlar dışında- temel olarak iki biçimde karşılık verilebilir: Birincisi, objektif durumu kabullenme ve onun çizdiği rotaya zorunlu olarak uyma. İkincisi, objektif gerçekliği görme ancak ona teslim olmayıp, onu degiştirmeye çalışma. Bir anlamda objektif duruma karşı direnme. Bu direniş, değişimin yönünün ilerici mi, gerici mi olduğuna bakmadan; sadece değişime karşı direnme tarzında tutucu bir niteliğe de sahip olabilir, ya da değişimin gerici ve ilerici yanlarını bir birinden ayırıp ilerici yanları özümseme, gerici yanlara karşı direnme, onlara karşı savaşma tarzında ilerici-devrimci bir niteliğe de sahip olabilir.

Hızlı ve önemli bir değişim ve ve dönüşümün yaşandığı bugünkü süreçte, objektif durum, sosyal ve politik güçleri bir kez daha sınavdan geçiriyor. Esas olarak A. Öcalan’ın yakalanması ile başlayan içinde bulunduğumuz bu yeni süreç karşısında, PKK ve diğer siyasal ve toplumsal güçlerin duruşu az çok ortaya çıkmış durumdadır. PKK birinci yolu yani sürece karşı direnme, süreci ilerici-devrimci tarzda değiştirmek yerine, kendisini tüm yönleri ile sürece uydurma yolunu seçmiştir. Doğrusu, PKK bu yolu A. Öcalan’ın yakalanmasından çok önce seçmişti. A. Öcalan’ın yakalanması bu süreci hızlandırdı.

Öcalan'ın mahkeme savunmalarında ve avukatları aracılığıyla dışarıya ulaştırdığı yazılarında, yeni duruma uyma bazında çizdiği yeni siyasal ve ideolojik hat, "Demokratik Cumhuriyet" kavramı ile en popüler ifadesini bulmuş oldu. PKK'nin bir kurtarıcı reçete olarak sarıldığı ve "Demokratik Cumhuriyet Projesi" adıyla politik eylem planına dönüştürdüğü söz konusu bu kavram, her dönem aktüel bir "demokrasi" tartışması içeren Türkiye gündemine kısmen denk düştü. Gerçekte demokrasi istemi, halkın gündeminin gerçek ve acil bir maddesidir. Buna karşın Türkiye siyasetine hakim olan gündemde (yani burjuvazinin gündeminde) demokrasi söylemi, sadece halkı oyalamanın bir malzemesidir. Burjuvazinin yıllardan beridir oynadığı bu bol "demokrasi" söylemli aldatıcı ve dejenere gündem oyunu, İmralı süreci ile birlikte, daha derinlikli olarak Kürt Halkı'nı ve PKK'yi etkilemektedir. Bu etkiden güç alanlar, "Demokratik Cumhuriyet Projesi"nin aynı zamanda Türklere de demokrasi yolunu gösterdiğini ilan etmekten geri durmadılar.

Türkiye'deki demokrasi tartışması öylesine dejenere edilmiştir ki, sağcısından, solcusuna, siyasal dinci çevrelerden askerlere kadar herkes "demokrasi" şampiyonu kesilmiştir. Herkes ‘82 Anayasasının değiştirilmesinden, herkes "düşünce özgürlüğü"nden ve "sivil toplum"dan yanadır. Bu kargaşa içinde kimin Türkiye'de "demokrasi"nin gelişmesini engellediğini tespit etmek gerçekten zordur.

Süreci anlamak ve açıklamakta zorlanan sadece sıradan Kürt insanı değildir. Kürt aydınları ve politikacıları da -kısmi bir tavır alış olmasına rağmen- bu süreçte üzerlerine düşen rolü oynamamışlardır. Somut gerçekliği bilimsel düşünce temelinde ortaya koyup, konjonktürel dalgalanmaların etkisiyle oluşan psikolojik atmosferi aşan; böylece, zor dönemlerde halkların pusulası rolünü oynayan aydınlar, bir anlamda halkların felaketler yaşamalarını da önlerler.   Ne var ki, tarihsel materyalizme ve devrimci sosyalizme sırtını dönen; pragmatizm ve deneme yanılmacılığın  etkisine kapılmış Kürt aydınlarının, yukarıda ifade ettiğimiz bu misyonu layıkıyla yerine getirmeleri oldukça zordur.

Beyinlere yapılan saldırı, bir şehire karşı yapılan askeri saldırıdan daha büyük  bir öneme sahiptir.” Çinli bir filozofun bu sözleri Kürdistan coğrafyasında bir kez daha doğrulanıyor. Gerçektende, bir şehrin insanlarını saldırıya karşı direnemiyeceklerine ve kesin olarak yenileceklerine inandırırsanız, o şehri tek bir kurşun atmadan teslim alabilirsiniz. Emperyalist-kapitalist sistemin sosyalist blokun dağılmasından sonra "tarih bitti", "devrimler çağı kapandı” sloganları ile dünya toplumsal ve ulusal kurtuluş güçlerine karşı yürüttüğü topyekün teslim alma saldırıları tam da bu anlayışa dayanmaktadır. Kürdistan coğrafyasının sistemin bu saldırılarından nasibini almadığını söylemek mümkün müdür? Tam tersine, Kürdistan’daki devrim ve sosyalizm güçlerine karşı; bölgesel sömürgeci güçlerin de yoğun katılımı ile, düşünsel ve fiziki alanlarda daha kirli ve zalim bir savaş yürütülmektedir.

İşte bugün karşımıza çıkarılan „Demokratik Cumhuriyet Projesi”, emekçileri ve ezilen ulusları sisteme ve düzene karşı direnişten alıkoymaya, onları kaderlerini kabullenen köleler durmuna getirmeye çalışan  Emperyalist-kapitalist sistemin, dünya çapındaki ideleojik-politik saldırısının bölgemizdeki bir uzantısından başka bir şey değildir.

Öcalan’ın  „yeni” olarak lanse edilen ancak aslında, kapitalizmin tarihi kadar eski olan projesini çok boyutlu olarak ele almakta yarar vardır. Bu aslında her boyutun tek başına bir yazıda ele alınmasını gerektiriyor. Ne var ki, koşullarımız buna el vermedi. Bu yazıda, detaylı olmasa da genel olarak meselenin belli  başlı yanlarını bir bütünsellik içinde ele almaya çalışacağım. Konunun daha derli toplu olarak ortaya konulması açısından bu yöntemin yararlı olacağına inanıyorum.

 

Uygulanmakta Olan Kimin Programıdır?

Öcalan, "Devletin benimle programı var... devlet beni ciddiye alır..." derken, doğru söylüyor.(1) Belki dört dörtlük planlanmış ve istenildiği gibi yürüyen bir program değil, ama ortada devlet tarafından uygulamaya konulmuş bir program olduğu açıktır. Böylesi bir programın varlığını kabul eden Öcalan, nedense bu programın amacına hiç değinmemektedir.

TC ile Öcalan nasıl bir program üzerinde anlaşabilirler? Yoksa, Öcalan  gerçekten devlet ile bir "Demokratik Cumhuriyet" programı mı yürütüyor? Hayır olamaz, çünkü; "Demokrasiyi devletten istemek demokrasiyi bilmemektir, demokrasiyi inkardır." diyen bizzat Öcalan'dır. O halde uygulanan nasıl bir programdır? Amacı nedir?

Ortaya çıkan tutum ve açıklamaların içeriğinden, kimi yönleri ortaklaşa uygulanan programın niteliğini anlamak mümkün. Kendi savunmasını bile, "Kıriz Eşgüdüm Merkezi"nin çizdiği çerçevede yapan Öcalan, TC ile daha 90'lı yıllardan itibaren bir konsept çerçevesinde paslaşarak çalıştığını açıkça ilan etti. Şöyle diyor Öcalan: "Daha dışardayken kontrol ve denetim yanı ağır bassa da, '96'lardan itibaren MGK konseptlerinde payıma düşeni TV programlarında yoğunca işleyerek yanıt vermeye çalıştım. Örgütü bu yönlü hazırlamaya çalıştım." (2) Dışardayken MGK konseptlerini baz alan Öcalan’ın, tutsaklık koşullarında ne tür programlar üzerinde devletle anlaşabilecegini kestirmek zor değildir.

Kırıntı bazında Öcalan'a yarayan yanları olmakla birlikte, hepimiz biliyoruz ki -ki bunu Öcalan da çok iyi biliyor-, TC'nin eski programları gibi söz konusu ettiğimiz bu yeni programı da, Kürt ve Türk halklarının çıkarına değildir.

TC'nin tek programı vardır ve bu programın uzun vadeli amacı; Kürt ulusal hareketini tarihsel olarak yenilgiye uğratmaktır.(3) TC, ulusal hareketi imha planının birinci aşamasında, yoğun ve kirli bir savaş yürüterek ulusal hareketi göreceli bir yenilgiye uğrattı. Birinci aşamada askeri taktikler ön plandaydı. Aynı planın bugün yürütülen ikinci evresinde, siyasal-diplomatik ve psikolojik taktikler ağırlıklı olarak kullanılmaktadır. TC, kendisinden politik ve psikolojik olarak kopan Kürt Halkı’nı, ulusal-demokratik istemlerinden arındırıp, demogojiden başka bir şey olmayan bir "anayasal vatandaşlık" ilişkisi ile tekrar kendisine bağlamak; diğer bir ifadeyle, kısmen düzen dışına çıkmış Kürt ulusal hareketini, tekrar düzen içine çekip eritmek çabası içindedir.

Bilindiği gibi TC, Lozan Antlaşması öncesinde kendisini bizzat İsmet İnönün'ün ağzından, "Türklerin ve Kürtlerin ortak temsilcisi" olarak göstermiş, bu tezini inandırıcı kılmak için de, Kürdistan milletvekillerine „kardeşlik ve birlik” sloganları içeren telgaraflar çektirmişti. Lozan’da hedefine ulaşan TC, hemen sonrasında kendisine destek veren bu milletvekillerinin bir kısmını,  bu destek eylemlerini de suç kabul ederek idam ettirmişti. Dersim miletvekili Hasan Hayri bunlardan biridir. AB kapısına dayanan ve yeni uluslararası antlaşmalara imza atma arifesinde olan TC, yine aynı oyunu sahneliyor. Hemen hemen dünyanın tüm çağdaş uluslarının sahip olduğu kendi kaderini tayin etme hakkı, Kürtler ve Anadolu’nun diğer halkları için geçersiz ilan edilerek, "asli kurucu üye", "ortak vatan" safsatalarıyla TC yeniden, Kürtlerin ve Türklerin ortak temsilcisi olarak ilan ediliyor. Böylece, askeri olarak yenilgiye uğratılan Kürtler, ulusal hakların inkarı ve bireysel haklar çerçevesinde uluslararası hukuk alanında da bir kez daha zincire vurulmak isteniyor. Çok açıktır: TC, 2. Lozan ile bir kez daha Kürtleri siyasal ve diplomatik alanda yenilgiye uğratmak istiyor.

Bu koşullar içinde aktüel hale getirilmeye çalışılan „Demokratik Cumhuriyet” kavramı, zaman zaman uzun vadeli bir demokrasi hedefinin ifade edilmesi için kullanılırken, çoğunlukla güncel anlamda, fasist diktatörlüğün kitlelere ve dünya kamuoyuna şirin gösterilmesi, böylece TC'ye karşı oluşan antipati ve düşmanlığın giderilmesi yönünde bir manüpülasyon sloganına dönüşmektedir. Devletten kısmen bir kopuş yaşamış Kürt halkının tekrar devlete bağlanması, devrimci ulusal ideolojinin etkisiyle oluşan bilincin yerine sitemi ve düzeni olumlayan bir anlayışın geliştirilmesi için bu slogan bulunmaz bir nimettir. Bu kavram herkesi memmun edecek, herkesin ihtiyacına cevap olabilecek bir kavramdır. Devleti memmun ediyor, çünkü; demokrasi yönünde bir adım atmasa da, atacakmış imajı verdiği için onu kitlelere şirin gösteriyor. Halkı memmun ediyor, çünkü; halk gerçekten demokrasi istiyor ve bu kavramda halka bu yönlü bir umut veriyor. Fakat, bir şekilde devletten demokrasi beklentisine kapılıp stratejik hedeflerinden koptuğu için, sonuçta kaybeden halk oluyor.

 

 

DIPNOTLAR

..........................................................

(1) A. Öcalan, Ağustos 2000 tarihli Serxwebun.

(2) A. Öcalan'ın, Yargıtay Başkanlığı ve 9. Ceza Dairesi'ne sunulan Savunma'sı, Serxwebun, Ekim 1999. Tarihli yazı.

(3) Türk Dışişleri Bakanlığının „Türkiye’nin Irak politikasına ilişkin öncelikli önlemler”e ilişkin hazırladığı raporda, TC’nin Kürdistan politikasının stratejik ve güncel hedeflerini görmek mümkündür. Dışişleri Bakanlığı’nın raporu bize ek bir yorum gerektirmeyecek derecede açıktır. Raporda şunlar yazılıyor: „Kuzey Irak`ta bizim için hiç bir şekilde kabulü mümkün olmayan senaryo, bağımsız bir Kürt devletinin ilanıdır. Bu doğrultudaki bir deklerasyon tarafımızdan 'casus belli' (savaş ve müdahale nedeni) sayılmalıdır.

"Öncelikle Pişmanlık Yasası`nda gerekli degişiklikler yapılarak moral çöküntüsü içindeki PKK`nin silahlı gücünün bu yolla tasfiyesi için ortam yaratılmalıdır. PKK`nin askeri varlığını tamamen ortadan kaldırmaya yönelik bir strateji izlenmelidir." (Hürriyet, 16 Mayıs 2001)