Cuma, Nisan 19, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Kobani ve SYRIZA deneyimleri

Kobani ve SYRIZA deneyimleri

Ahmet Aydın

07. 02. 2015

Henüz gelecekleri güvence altına alınmamış birer zafer ya da sadece uzun süreli bir savaşta kazanılmış birer muharebe de olsalar; Kobani ve SYRIZA zaferleri dünya emekçileri, yoksulları ve diğer ezilenlerince sevinç ve umutla karşılandı.

Kobani esas olarak askeri, SYRIZA ise seçimle kazanılmış bir siyasi zafer. Ancak her iki zaferin ortak bir noktası var: Kobani ve Yunanistan‘da halk, kendisine farklı yöntemlerle dayatılan yaşam koşullarını ve egemenlik ilişkilerini kabul etmeyerek, dayatma ve saldırılara karşı direndi ve kendi kaderini kendi eline alma iradesini ortaya koydu. Kuşkusuz bu duruş, dünyanın diğer bölgelerinde egemenler tarafından yoksulluk ve şiddet yolu ile sindirilmiş ezilenleri kurtuluş yolunda umutlandırıyor.

Kobani direnişçileri, insanlık dışı bir çeteye karşı savaşıyor. İnsanları en vahşi yöntemlerle katleden bu çete, bölgede öylesine bir korku dalgası oluşturmuştu ki, neredeyse kamuoyunda „kimse bu dalganın karşısında duramaz“ gibi bir algı oluşmuştu. Ne var ki, Rojava Kürtleri ve sonrasında kendilerini toparlayan Güney Kürdistanlılar cesaretle bu dalgaya karşı koydular.

Kobani direnişçilerinin savaşın başından beri gözlemlenen en dikkat çekici özellikleri, „ya zafer ya ölüm“ şiarı ile ifade edebileceğimiz bir içerikteki kararlılıklarıdır. Hiç kuşkusuz bu kararlılığın kaynağı kendi ülkesini, halkını ve insanlık değerlerini savunmanın doğurduğu meşruyet bilincidir.

Kuzey ve Güney Kürdistan halkının ve Türkiyeli devrimcilerin desteği Kobani direnişinin zafere ulaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Keza, Türkiye ile bölgesel politikalar üzerinde anlaşamayan ABD ve koalisyon güçlerinin, son anda verdikleri askeri desteğin de, bu zaferin kazanılmasında önemli bir etkisi olmuştur. İşin doğrusu ABD ve ortakları beklemedikleri kadar uzun bir süre direnen ve adeta IŞİD’e karşı savaşın bir simgesi haline gelen Kobani direnişini desteklemek zorunda kaldılar. Kısaca söylemek gerekirse, ortada kararlı bir duruş ve eylem olmasaydı, bir destekten de bahsedilmezdi. Dolayısı ile Kobani zaferinin esas dinamiği Kobani direnişçilerinin kararlı mücadelesidir.

Kobani zaferi IŞİD çetesinin yenilebileceğini göstermiştir. Bu durum bu çetenin savaşın başında kazandığı psikolojik üstünlüğü ortadan kaldırmıştır. Dahası Kürt Ulusunun özgürleşmesini önlemek için bu çeteye destek veren ve her türlü komployu çeviren Türk Devleti de Kobani’de büyük bir bozgun yaşamıştır. Yani Kobani zaferi, bir taşla iki kuş vurmuştur.

Türk Devleti’nin IŞİD’le yaptığı kader ortaklığını ve Kobani’nin özgürleşmesi ile yaşanılan bozgun halini; Recep Tayip Erdoğan’ın IŞİD’in Kobani’den kovulmasından sonra yaptığı açıklamalardan rahatlıkla anlayabiliyoruz.

SYRIZA ya da sosyal felaketten kurtuluş umudu

Yunanistan halkı, uzun bir süredir adeta sosyal bir felakete dönüşmüş olan ekonomik krizle boğuşuyor. Krizden çıkış hedefi ile AB ve eski Yunan hükümetlerinin üzerinde anlaştıkları programların en önemli hedefi, dış borçların ödenmesini sağlamaktı. Bu hedefe ulaşmak için ilk başvurulan politika, zenginlerin adil bir vergilendirme ile daha fazla vergi vermesini sağlamak değil, emekçilerin ve yoksuların zaten kendilerine ancak yeten gelirlerini daha da kısmak, ya da işsiz bırakarak tümden açlığa mahkum etmekti. İşin en tuaf yanı, yeniden ve yeniden yaşanan bu krizlerin sorumlusu, ekonomiye ve siyasete yön veren burjuva sınıfları oldukları halde, fatura bu sınıflara değil de halka çıkarılmaktadır.

Kapitalistlerin ekonomik istikrar ve gelişmeden anladıkları, özel şirketlerin büyümesi ve karlarının artmasıdır. Kapitalist şirketler büyüyecek, karları artacak, böylece halk iş bulup çalışacak ve ekonomik toplumsal gelişme bu yolla saglanacaktır. Tabi ki, sirketlerin büyümesi ve karlarının artması için, özelleştirme ve imtiyazlarla kamu kaynakları önemli ölçüde bu şirketlere aktarılacak ve yasalar onaların daha rahat edecekleri şekilde düzenlenecektir. Kapitalistlerin ekonomik büyüme ve sosyal gelişme formülü budur. Onlar adil bölüşümün de en az ekonomik büyüme kadar önemli olduğunu kabul etmezler. Dahası, onlar için yüzbinlerce insanın işsiz kalmasının, milyonlarcasının açlık sınırında yaşamasının fazlaca bir önemi yoktur.

Böylesi kriz dönemlerinde yabancı ve yerli tekeller, krizden çıkış gerekçesi ile kamu kaynakları üzerinde daha fazla imtiyazlar koparırlar. Sonuçta, bazı kapitalist tekeller krizden daha büyüyerk çıkarlar. Emekçiler ve yoksullar eğer şanslılar ise, eski yaşam standartlarına yeniden kavuşurlar.

İşte SYRIZA seçim programını, yürütülen bu kaptalist ‚krizden çıkış programı‘nın reddi üzerine kurdu ve halkın desteğini aldı. SYRIZA yabancı ve yerli tekelleri geriletmek ve krizin maliyetini topluma daha adil bir şekilde yaymak istiyor. Böylece, krizin emekçilerin ve yoksulların yasamı üzerindeki olumsuz etkileri en aza indirilecek ve halka asgari bir insanca yaşam düzeyi kazandırılacaktır. Kısaca SYRIZA’nın programı sosyal bir felketi önleme, halkın sosyal yaşamını normal seyrine döndürme programıdır.

Halkın yaşam koşullarını iyileştirme ve sosyal-siyasl alanda sermaye sınıfları karşısında konumunu sürekli olarak güçlendirme görevi, sosyalistlerin ve öteki devrimcilerin temel görevidir. Bu görev reform yolu ile iyileştirmeleri de kapsar. Bu nedenle sosyalistlerin hükümeti kurma olanağını kullanmamaları kesinlikle görevden kaçma anlamına gelen, apolitik bir tavır olacaktır. Ancak bilindiği gibi, emekçilerin ve yoksuların yaşmlarını köklü bir biçimde değiştirmenin yolu, sistem içi reformlardan değil, sosyal bir devrimden geçer.

SYRIZA partisi hükümetini, „sosyal kurtuluş hükümeti“ olarak tanımlasa da, kuşkusuz ortaya koyduğu program bir sosyal devrim programı değildir. SYRIZA kadrolarının, iktidar ve mülkiyet ilişkilerinde köklü bir değişim olmadan sosyal kurtuluştan bahsedilemiyeceğini bildiklerinden eminiz. Fakat, uygulanacak bir reform programı üzerinden sosyal bir devrime yürünmez diye bir kural da yoktur.