Perşembe, Nisan 18, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Taksim’den baslayıp cografyamızı saran halk direnisini selamlıyoruz!

 

Türkiye’nin yoksulları, ezilenleri, dıştalanıp horlananları, istismarcı, gerici-faşist AKP’den hesap soruyor!

Hiçbir zorbalık, yalan ve sahte özür sizi aklamaya yetmeyecek!


Türkiye, tarihinde belki de ilk kez bu kadar kitlesel, yaygın ve aynı zamanda meşru bir halk hareketine tanıklık etti. Gerici, halk düşmanı iktidarın karşısına tertemiz bir vicdan hareketi olarak çıkıp dalga dalga yayıldı bu isyan.

Polis gücünün zalimliğine, zorbalığına boyun eğmeyen, savaş kışkırtıcısı, gerici iktidar odaklarının yalanlarına kanmayan, adalet, eşitlik ve özgürlük isteyen bir halk hareketidir bu!

Halk düşmanı bir iktidarın sözcülerinin, onların yandaş basınının yalan, demagoji ve sahte özürlerle bölüp teslim alma gayreti bu hareket karşısında başarılı olamayacaktır. AKP’nin gerici sultasının geriletilmesi, özgür ve demokratik bir Türkiye arzusu için büyük bir şanstır bu!

Evet, egemen güçlerin bile açıktan dillendirdikleri gibi, ‘Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’tır Türkiye’de!

Çünkü, bu iktidar bir inşaat çetesi, bir kamu malı yağmacısı, bir finansal soyguncu, zalim ve anti demokratik bir rant şebekesi olarak, gerçek yüzünü büyük bir kibir ve küstahlıkla herkese göstermiştir. 

Çünkü bu iktidar, halklarımızın özgürlük özleminin istismarcısı, emeğin ve doğanın düşmanı, kentlerimizin talancısıdır.

Halk zulme karşı meşru direnme hakkını kullanmıştır

Şimdi egemenler büyük bir şaşkınlık yaşayarak: Bu halka ne oldu böyle? diye soruyorlar. 

Onlara diyoruz ki: Bu halk, mağdur rolleri oynayan, ama güç olunca zalimliklerini, tiranlıklarını ilan eden bu takiyecilere, onların yalanlarına, talanlarına, istismarlarına isyan etmeyip de, ne yapacaktı?

Evet, bu hükümet, halkın yıllardır yaşadığı sıkıntıları, acıları, yoksulluğu, ezilmişliği güç olma adına pişkince kullanmış, büyük bir yanılsama yaratmış, eşitlik, özgürlük, kardeşlik arzusunun karşısına tahripkar ve ceberrüt bir tiran olarak dikilmiştir.

Öyle ki, kendinden önceki hükümetlere dönük sözümona eleştirilerine rağmen, halkın yarattığı değerleri hayasızca kullanıp kısa sürede yeni karunlar, yeni milyarderler peydahlamış, sınıflar arasındaki gelir dağılımında var olan adaletsizliği daha da derinleştirmiştir.

Bütün o kurgulanmış ekonomik istatistiklerine, şişirilmiş hesap cetvellerine, ‘ileri demokrasi’ yalanlarına karşın, halk olup bitenlerin pekala farkındadır. Türkiye’de bu gün kan emici finans kurumlarına borcu olmayan, haraç öder gibi onlara borç ödemeyen, icra kurumlarıyla başı belada olmayan insan kalmamış gibidir.

Dünyanın 17. Büyük ekonomisine sahip olmakla övünenler, “ekonomik mucize” yarattıklarını, kişi başına düşen ulusal geliri on bin dolar seviyesine çıkardıklarını iddia edenler, milyonlarca işsiz insanımızın varlığını unutacağımızı, 703 lira olan asgari ücretle çalışan beş buçuk milyon emekçiyi görmezden geleceğimizi, sefalet içinde yaşayan milyonlarca emekliyi yok sayacağımızı sanıyorlar herhalde.

“İMF’ye bocumuz kalmadı,” diye şişinenler, 2002 yılında 130 milyar dolar olan dış borcu, 2012 yılında 337 milyar dolara ulaştırıp rekor kırdıklarından da söz etmezler elbet.

“Kimsesizlerin kimsesiyiz,” lafını ağzından düşürmeyen bu istismarcı sülükler, bankalarla anlaşıp milyonlarca yoksulu soymalarını, sayısı altı milyonu bulan o ‘kimsesizler’i icralara mahkemelerinde süründürmelerini bize başarı örneği olarak sunuyorlar. 

İnşaat sektöründe pusu kurmuş kan emicilere yeni av alanı açmak için HES inşaatlarıyla ülkenin cennet vadilerini, ırmaklarını, derelerini, bütün bir doğayı ve doğal yaşamı tahrip etmeleri yetmemiş gibi, 2002 yılında bankalara borçlu olan bir milyon altı yüz bin kişiyi, “Herkesi kolayca ev sahibi yapacağız” yalanıyla 2011 yılında on bir milyon üç yüz bine çıkarma başarısı da onlara nasip olmuştur. 

Uzatmanın bir gereği yok! Evet, ‘özelleştirme’ adı altında pek çok kamu varlığının neredeyse bedelsiz bir şekilde yandaşlara peşkeş çekildiği, eskilerin yanıbaşında yeni zenginler türetildiği, kamu ihaleleriyle bu yeni zenginlerin ihya edildiği herkesçe bilinmektedir. AKP hükümeti eliyle, halk değil, bu sülük takımı zenginleştirilmiştir. Bu günkü halk hareketi karşısında şaşkınlık ifade edenlerin şimdi oturup bu gerçekler üzerinde iyice bir düşünmeleri gerekmiyor mu?
“Her şey yolundayken, ekonomi tıkır tıkır işlerken, Kürtlerle barış sürecine girilmişken, bu halk ne istiyor,” diye soranlar, dönüp kadim bir yaraya, Kürt ulusunun yaşadıklarına ve AKP’nin yıllardır devam ettirdiği ırkçı, hileci ve şiddet pratiğine bakmalıdırlar.

AKP iktidarı barış sorununa hilekar ve sahtekarca yaklaşmaktadır

Bu hükümet, pek çok konuyu olduğu gibi, ‘Kürt Sorunu’nu da fazlasıyla istismar etmiştir. Kürt Ulusu’nun otuz yıla yayılan isyanını, özgürlük ve eşitlik arayışını uzunca bir dönem şiddet yoluyla bastırmada çok arzulu davranmış, yaranın daha da derinleşmesine neden olmuştur AKP. Dört beş ay öncesine kadar savaş naraları atıp, Kürd’ün üstüne kuşun-bomba yağdıran, on yaşındaki çocukları on üç kurşunla katlettiren, Roboski’de otuz dört insanı sorgusuz sualsiz bombalatan bu vicdansızlar, hiçbir şeyin hesabını vermeden, bir anda ‘barışçı’ kesildiler. Bu gün Kürd’ün de, Türk’ün de AKP gericiliğinin yapmak istediği işten anlayabildiği net bir şey yoktur. Bu yüzdendir ki, her iki halk da, AKP politikalarına karşı büyük bir güvensizlik duymaktadır. AKP, bu güvensizliği gidermek adına hiçbir çaba harcamamakta, meseleyi kapalı kapılar ardında kendince ‘halletme’nin hesabını yapmaktadır. Bu anti demokratik, kapalı kapı siyasetinin halklarımıza güven vermesi elbette beklenemez. 

Savaşın getirdiği onca yıkımın yanı sıra, on yedi bin kişinin ‘faili meçhul’ cinayete kurban gittiği bilinmektedir. Bu cinayetlerleri kimler, hangi güçler işlemiştir? Bir tek katil yargılanmış mıdır, bu suçlardan? Kürt ulusu, kendi dili ile eğitim-öğretim görebilecek midir, artık özgürce, kültürünü yaşayabilecek midir, asgari ulusal demokratik haklarına sahip olabilecek midir? Bu soruların bir yanıtı yoktur. Evet, bu gün PKK’nin silahlı güçleri sınır dışına çekilmekte, Kürt Ulusal Hareketi verdiği sözü yerine getirmektedir. Peki, devlet, devlete yön veren AKP hükümeti ne yapmaktadır? Bu işi, hiçbir hukuki ve siyasi sorumluluğu bulunmayan, işlevi kamuoyu tarafından tam olarak anlaşılamayan ‘Akil Adamlar’ komisyonuyla mı çözeceklerdir? 

Kürt Halkı ve onun örgütlü güçleri açıkça yasal ve anayasal güvenceler istemektedir. AKP’nin bu talebe cevabı nedir?

Kemalist iktidarlar gibi AKP iktidarı da Dersime dost değildir

Başbakanın, işine geldiğinde Dersim Katliamı’nı diline nasıl doladığını biliyoruz. Hatta, bu kırım nedeniyle Dersimliler’den sözümona ‘özür’ dilediğini de biliyoruz. Ama aynı başbakanın ve ekibinin, Kemalist CHP’nin genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun Dersim’li oluşu vesilesiyle, onun üzerinden Dersimliler’e nasıl hakaretler yağdırdığını, onların kutsal saydığı değerleri nasıl aşağıladığını da iyi biliyoruz. 

İşine geldiğinde kamuoyunun karşısına çıkıp ‘iyi niyet’ gösterisi yapmayı marifet sayan bu hükümetin başının, sıra tarihle yüzleşmeye, Dersim Katliamı’na ait gerçeklerin açıklanmasına gelince nasıl aslına döndüğüne konuyla ilgili herkes tanıklık etmiştir. Öyle ki, Kemalist cumhuriyetin uyduruk mahkemelerinde hukuksuz, adaletsiz bir şekilde ‘yargılanıp’ katledilen Dersim önderi Seyid Rıza ve diğer kurbanlarımızın hala bir mezarı yoktur. Kamuoyunun, ailelerin, bizlerin ısrarlı çabalarımıza rağmen, şehitlerimizin naaşlarına ulaşamamışızdır. 
Fazla söze gerek var mı? Çok insani olan bu talep karşısında takındıkları tavır bile onların tiynetini yeterince açıklamaktadır. Bu yüzdendir ki, gerici, halk düşmanı AKP’ye ve onun hükümetine güvenmemizi kimse bizden bekleyemez.

AKP iktidarının izlediği hat siyasal gericilik ile dinsel gericiliğin bir sentezidir 

Bu gün bu hükümet, temel sorunlara akılla, bilimle çözüm üreten, kültür ve sanatla zenginleşmiş, dayanışmacı, paylaşımcı, adil bir toplum yaratma özlemini, tıpkı devamcısı olduğu güçlerin yaptığı gibi ayaklar altına almış, bunun yerini bin yılların kiriyle, küfüyle, pasıyla ve sadaka kültürüyle doldurmaya kalkışmıştır. Gerici, piyasacı zihniyetine manevra alanı yaratmak, ideolojik-siyasi konumuna meşruluk kazandırmak adına, çeşitli kesimlerden derlediği liberaller ile çıkara ve mevkiye dayalı ilişkiler kurmaktan, bu omurgasız güruhu modernizme, aydınlanmaya, akılcılığa karşı saldırılarında bir koçbaşı olarak kullanmaktan, bu değerleri toplum nezdinde itibarsızlaştırmaya çalışmaktan geri durmamıştır.
Zaten sorunlu olan eğitim sistemine, meşrebine uygun olarak, daha da geriye çekme amacıyla müdahalelerde bulunmuş, özel okulları yaygınlaştırarak eğitimi ticaret haline getirmiş; bilimsel kuramlar yerine hurafeyi, akıl ve bilim dışı öğeleri ikame etmiştir. Üniversitelerde öteden beri eksik olan bilimsel-akademik özerklik, AKP döneminde tümden yok edilmeye çalışılmıştır. Tarikatçı dershanelere ‘kıyak geçmek’ için, üniversite sınavlarına hile dahi karıştırılmış, gençlerimize büyük haksızlıklar yapmıştır. 

“Yeni nesil gençlik” yaratma adına, aklını itikata tapulayıp her şeyi ‘kader’e, ‘alın yazgısı’na, ‘Allah vergisi’ne bağlayan, sorgulamayan, itiraz etmeyen bir ‘tebaa kuşağı’ yaratılmak istenmektedir.

‘Sanata tükürmek,’ Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’ örneğinde olduğu gibi, heykeli ‘ucube’ diye tanımlayıp yıkmak; kitaplara, filmlere, düşmanca yaklaşmak; dinsel referanslarla hareket edip kadını aşağılamak; içki içenlere, başka inanç sahiplerine hakaretler yağdırmak, onların yaşam tarzlarına, özel hayatlara müdahale etmek AKP gericiliğinin sıradan icraatları olarak boy atmış, toplumda ciddi tedirginliklerin oluşmasına neden olunmuştur. 

Yerel yönetimler, merkezi hükümetin, hatta bizzt başbakanın sultası altına çekilmiş, bir tür ‘rüşvet’ dağıtan, bu yolla, meşreplerine uygun tarkatlara, gericiliğe sosyal taban yaratan kurumlar durumuna düşürülmüştür. 

- Bu hükümet, askeri vesayet rejiminden, darbelerden, faili meçhul cinayetlerden, banka hortumcularından, uluslararası finans kurumlarının sömürüsünden, savaş riskinden bunalmış halkın özlemlerini haysiyetsizce istismar etmiş ve bütün bunları, geleneksel politikalarını perdelemenin bir aracı olarak kullanmıştır. AKP’nin dilinden düşürmediği “ileri demokrasi” kavramı bu anlamda tam bir demagojidir ve başka bir anlam taşımamaktadır. 

Bu gün binlerce devrimci, demokrat, yursever insan düşüncelerinden dolayı zındanlarda tutulmaktadır. Son olarak yapılan yerel seçimlerde Dersim belediye başkanlığına adaylığını koyan ve seçimi çok az bir farkla kaybeden MURAT KUR ve arkadaşlarının tutuklanıp yargılandığı dava tam bir hukuk skandalı örneğidir. 
Bu hükümet, sıradan hukuk kurallarına bile uymamış, temel insan haklarına saygı göstermemiştir. 

- Bu hükümet, toplumun tümünü kucaklayacağını, halk arasında ayrım yapmayacağını, bütün yurttaşlara eşit ve adil davranacağını söylemiş, ama gerçekte bu halkı, ‘inananlar’, ‘inanmayanlar,’ AKP’liler, AKP’li olmayanlar, ehli sünnet olanlar, olmayanlar şeklinde tasnif ederek bömeye kalkışmıştır. Bu gün bu ülkede bütçeden en fazla pay alan kurumların başında Diyanet İşleri Başkanlığı gelmektedir. Onca itiraza ve eleştiriye rağmen, 2013 yılında bu kuruma bütçeden ayrılan pay yüzde yirmiye yakın bir oranda artırılmış, 4 milyar altı yüz milyon lirayı aşmıştır. Bu pay, pek çok bakanlığa ayrılan paranın toplamından çok daha fazladır. Yirmi milyon civarında olduğu söylenen Alevi yurttaşın, pek çok Hıristiyan, İbrani ya da başka inançtan ya da inançsız insanın vergilerini de kapsayan bu para, hangi hakla, nasıl bir ahlaki ölçütle Diyanet kurumuna aktarılmaktadır? AKP’nin iki yüzlü politikalarını en iyi gösteren konulardan biri de budur. Bu ülkede seksen beş bin cami varken, Taksim’e, Çamlıca’ya devasa büyüklükte yeni camiler yapma ihtiyacı duymalarının nedeni nedir? Alevi yurttaşların rızası olmadan, onlardan toplanan paralarla Diyanet’e anormal büyüklükte bütçeler ayrılmaktadır. Kendi inançları gereği de bu para helal değildir ve kullanımı suçtur. Onbinlerce imam bu bütçeden maaş almaktadır. En azından bu din görevlileri, kendilerine, inançlarına saygı gereği bu parayı almayı reddetmelidir.

- Bu hükümetin başındaki Erdoğan’ın, bu devletin tepesinde oturan cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, daha geçtiğimiz günlerde İstanbul Boğazı üzerine kurulacak üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adını verdiklerine tanık olduk. Baba, kardeş katili olan Yavuz Selim, aynı zamanda bir Alevi kasabı olarak da bilinmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’na hilafeti de getirmiş olan bu caninin adının bir köprüye verilmesinin anlamı nedir? Kime, ne mesajı verilmek istenmektedir? Esad’a kızıp aleviliği aşağılayan, Kılıçdaroğluna öfkelenip, Dersim’e ve Dersim’in Alevi kimliğine hakaretler yağdıran gerici bir anlayış bölücülüğün, saygısızlığın dik alası değilse nedir?

Görülmüştür ki, değerleri aşağılanan, kutsal olarak tanımladığı ibadethaneleri ‘cümbüş evi’ diye tanımlanıp hakarete uğrayan milyonlarca Alevi yurttaşa bu hükümetin verbileceği hiçbir şey yoktur.

Kendinden olmayanları, ‘sapkın’, ‘alkolik’, ‘çapulcu’ olarak tanımlayan bu zihniyet kimi inandırabilir kendisine? Bu ülke halklarını nasıl birleştirebilir?
Her şeyi gizli pazarlık, şantaj ve tehdit unsuru haline getiren, tüm olanaklarını kullanıp insanların yaşamlarına doğrudan müdahale eden ve bu halkı, tebaa olarak gören bu zalimlere kim güvenebilir?

Çocuklarımızın eğitiminden, kadınlarımızın sosyal hayattaki duruşuna, yaşam biçimlerimizden, iktisadi hayata, kentlerimizden, diğer yaşam alanlarımıza kadar uzanan pek çok şeyi gerici, halk düşmanı zihniyetine uygun olarak biçimlendirmede ısrarcı olan AKP hükümetini bu toplum sırtında daha fazla taşıyabilir mi?

Bu topluma ait olan her şeyi, gözü dönmüş bir doyumsuzlukla kendisinin ve yandaşlarının çıkarı için kullanan, yaşam alanlarımızı ve doğayı hoyratça tahrip edenlerin ‘ileri demokrasi’ palavrasına kim inanabilir?

Bu yüzden diyoruz ki, haksızlıklara karşı isyan etmek meşrudur!

Bu yüzden diyoruz ki, özgürleşmek, demokrasiyi kazanmak için herkes sokağa!

Bu yüzden diyoruz ki, çeşitli etnik köken, inanç ve kültürel değerlere sahip olan halklarımızın eşitlik ve kardeşlik ilkesiyle, barış içinde birarada yaşayabilmesi için gerici-faşist iktidar yıkılmalıdır. 

08. 06. 2013
Avrupa Demokratik Dersim Birlikleri Federasyonu