Şengal’e müdahale neyin habercisi?
Ahmet Aydın
05. 03. 2017
2 Mart 2017 tarihinde, ‘Rojava Peşmergeleri’ olarak adlandırılan ve ağır silahlarla donatılmış bir grup; PKK’ye yakın Şengal Savunma Birlikleri (YBŞ)’nin kontrolünde olan Şengal yakınlarındaki Ezidi yerleşim yeri Xanesor’a zorla girmeye çalıştı. Bölgeyi 2014 yılında IŞİD’den kurtarıp kontrol altına alan YBŞ’nin engellemesiyle karşılaşan bu grup; 3 Mart 2017 tarihinde YBŞ ve HPG güçlerine saldırdı. Yaşanan çatışma sonunda, 2’si HPG’li, diğerleri YBŞ’li olmak üzere; toplam 7 gerilla yaşamını yitirdi ve 20 kişi de yaralandı. Karşı tarafta da birkaç yaralının olduğu bildiriliyor.
Sorunun detaylarına girmeden önce meseleye yaklaşımımızda esas aldığımız şu noktaları kısaca belirtmememiz gerekiyor:
Birincisi; tecrübelerimize dayanarak belirtiyoruz; KDP yönetiminin ve onun etkisindeki çevrelerin konuyla ilgili yaptığı hiçbir açıklamaya itibar etmiyoruz. Bize göre AKP iktidarın yayın çizgisi nasılsa; KDP yönetimininki de öyledir. Özellikle, 2014 yılındaki IŞİD saldırılarından bu yana bölgedeki gelişmeleri farklı kaynaklardan ve yakından izliyoruz. Çıkardığımız sonuç şudur: HPG ve YBŞ kaynakları bölgedeki gelişmeleri dünyaya esas hatlarıyla doğru aktarmaktadırlar. Bu anlamda, bağımsız kaynakları da gözetmek koşuluyla, bu son çatışmayla ilgili yapılan açıklamalarda, YBŞ ve HPG kaynaklarını dikkate alıyoruz.
İkincisi; Şengal Ezidi halkının toprağıdır ve resmi olarak Güney Kürdistan sınırları içinde değildir. KDP’nin bölge üzerinde hak iddiasında bulunması, tamamen bu partinin yayılmacı emellerinin bir ürünüdür. Ezidi halkı kendisine özgü bir kültüre ve tarihe sahip, yüz yıllar boyunca katliam ve soykırımlara uğramış mazlum ve barışçıl bir halktır. Ve biz her zaman bu ezilen mazlum halkın tarafında olacağız. Şengal’in ve Ezidi halkının geleceği konusunda; yine Ezidi halkının kendisi söz sahibi olmalıdır. Hiçbir dış güç, Ezidi halkına bir yargı ya da karar dayatmalıdır. IŞİD’in bu halka yaşattığı vahşetten sonra, tüm dünyaya düşen tek görev, bu halkın varoluş koşullarını ve özgürlüğünü güvence altına almak olmalıdır.
Üçüncüsü; PKK ile ilişkisi ne düzeyde olursa olsun, YBŞ bölgenin yerlisi Ezidilerden oluşan, Ezidi halkını IŞİD saldırılarına karşı savunmuş ve Ezidi bölgesinin özerkliğini isteyen meşru bir güçtür. Kimsenin bu güce ‘bölgeden çık’ deme hakkı yoktur. 2014 Şengal soykırımının utancını hala yüzünden silmemiş olan KDP’nin, böyle bir hakkı hiç yoktur. Tamamen de fakto bir durum sonucunda ve Ezidi halkını savunmak amacıyla bölgede bulunan HPG’nin durumu da, yine bölgede bulunan Ezidi halkının karar vereceği ve görüşmeler yoluyla çözülebilecek bir durumdur.
Dördüncüsü; KDP artık ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten ilerici bir muhalefet hareketi değildir. KDP fiilen bağımsız olan Güney Kürdistan’da iktidarı elinde tutan; anti-demokratik bir yönetim sergileyen ve uluslararası egemen güçlerle her türden işbirliğine girmekten kaçınmayan, egemenliğini Kürdistan’ın diğer parçalarına yaymaya çalışan bir harekettir.
Çetelerin ismi farklı bileşimi ve amacı aynı
YBŞ; ‘Rojava Peşmergeleri’ olarak lanse edilen grubun, Xanesor’u kontrol altına almaya geldiğini ve ilk saldırının bu grup tarafından yapıldığını açıkladı. Nitekim verilen kayıplar bu açıklamayı doğruluyor. Keza KDP birliklerinin bölgeye olağan bir görev çerçevesinde gitmedikleri açıktır. Neçirvan Barzani aylar öncesinde "Eğer PKK Şengal'de kalma ısrarına devam ederse güç kullanırız’’ yönünde açıklamada bulunmuştu. Türk devletinin Şengal konusundaki tehditlerini ve bu yönde KDP ile olan ittifakları konusundaki açıklamalarını da biliyoruz. Kısacası bu saldırı hiç de sürpriz bir saldırı değildir. Aylar öncesinden ilan edilmiş bir saldırıdır. Saldırıyı gerçekleştiren grubun ‘Rojava Peşmergeleri’ ismi ile sunulması da; sorumluluğun direk olarak KDP’ye yüklenmemesi amacına yönelik bir kamuflaj çabasıdır.
YBŞ’nin yaptığı açıklamada, saldırgan grup içinde Türkçe konuşanların bulunduğu ve sağ yakalanan 4 kişiden ikisinin, daha önce Suriye’de IŞİD içinde yer alıp sonrasında ÖSO’ya katıldıkları belirtiliyor. Gazeteci Dicle Amed de, bu güçlerin bileşimi ile ilgili şunları söylüyor: ’’Bunların bazıları Rojava’dan kaçarak ÖSO’nun bazı gruplarına katılan kişilerdir. 2012’de Ceylanpınar’da konumlanıp Serêkaniyê’ye saldıranlar da var. Bazıları Êzidî düşmanı radikal Sünni, bir kısmı ise Türk istihbarat mensubu. Bunlara Zomar güçleri deniliyor. Musul’a bağlı Eyn El Firas köyünde eğitiliyorlar.’’ (ANF: 05. 03. 2017) Saldırgan grubun bileşimi, saldırının arkasındaki güçlerin kombinasyonuna uygundur. Dicle Amed aynı yazıda saldırıların amacına yönelik de şu tespiti yapıyor: ‘’Dolaysıyla Şengal’e saldıranlar doğrudan AKP’nin planlarını hayata geçirmek istiyorlar. Buradaki amaç Şengal ile Rojava arasındaki sınırı kapatmak. Ayrıca Musul kurtarıldıktan sonra bu istikamette Rojava’ya açılacak kapıyı da şimdiden kapatmayı hedefliyorlar.’’
Mesut Barzani pek çok kez Kürtler arasında bir daha ‘bırakuji’ye kesinlikle izin verilmeyeceğini açıklamıştı. Görülüyor ki, bu açıklamaların hiçbir geçerliliği yokmuş. Şengal’daki son çatışma sonrasında, Mesut Barzani adına yapılan açıklamada belirtildiğine göre, “Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, bu olayların meydana gelmesinden dolayı çok üzgün ve endişeli."dir. Ve Barzani ‘’meselenin devam etmemesi için gereken mercilere talimat ver(miş)’’. Açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla, Mesut Barzani’nin bu askeri hareketlilikten ve saldırıdan önceden haberi yokmuş. Açık konuşalım, bu hiç de inandırıcı değildir. Belli ki, Barzani oluşan tepkileri hafifletmek ve üzerinden savmak için böyle bir açıklama yapmış. Çünkü bir daha ‘bırakuji’ yaşanmayacağı konusunda kesin sözler veren kendisidir, ancak Kürtler arasında bir çatışmanın fitilini ateşleyen ve 7 Kürd’ü öldürüp 20’sini yaralayan da yine kendi partisine bağlı birliklerdir. Yapılan açıklama bu çelişkiyi ve tepkileri hafifletmeye yöneliktir. Benzer bir yaklaşımı, 2014 yılında Şengal’de on binlerce sivilin IŞİD’in eline terk edildiği ve vahşi bir soykırımın yaşandığı dönemde de duymuştuk. Mesut Barzani o zaman da, bu geri çekilmeden haberi yokmuş gibi davranmış ve sorumluların yargıya sevk edilip cezalandırılacağı sözünü vermişti. Sonuç sıfır. Gerçekte, bugün Xanesora yapılan saldırı gibi, Sengal’den çekilme de, siyasi bir karar olmadan gerçekleşemezdi. Dolayısıyla, Şengal soykırımı konusunda ahlaken, siyaseten ve hukuken hesap vermeyenlerin; bugün Şengal’in savunucuları olarak sahneye çıkmaları ve dahası kendi halkını savunmak için tereddütsüzce silaha sarılan ve canlarını verenlere saldırmaları utanç verici bir durumdur.
Kürt çevreleri bu olaya genellikle sadece ‘bırakuji’ çerçevesinden bakıyorlar, ancak mesele ‘bırakuji’nin ötesindedir. KDP, Türk devletine göbekten bağımlı bir durumdadır. Türkiye üzerinden yapılan petrol ihracatı olmasa ayakta kalamaz. Ayrıca ideolojik ve politik çizgisi bakımından KDP, AKP iktidarına oldukça yakın bir yerdedir. KDP’nin İsrail’le olan derin ilişkileri de biliniyor. Kısacası KDP bağımsız bir politika izleyecek bir konumda değildir.
Esasen Kürdistan’ın genelinde hatta Avrupa’da AKP iktidarı ile KDP varlığı iç içe geçmiştir. Bu güçleri birbirinden ayırmak gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Mesela ENKS denilen grup açıkça MİT’le çalışmaktadır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da KDP’ye yakın duran kesimler şimdi gündemde olan referandumda olduğu gibi, uzun bir zamandır AKP iktidarını desteklemektedirler. Son zamanlarda sosyal medyada bu kesimler içinde bulunan ve Türk devletiyle kirli ilişkiler geliştiren bazı kişiler deşifre edildi. Özellikle sosyal medyada, KDP’ye yakın kesimler; AKP iktidarına, ABD ve İsrail’e yapılan eleştirilere sanki babalarına yapılmış eleştiri gibi tepki vermekte, sol, ilerici ve yurtsever kesimlere; AKP iktidarının psikolojik savaş elemanları gibi saldırmakta ve İŞİD diliyle Alevi düşmanlığı yapmaktadırlar.
Operasyon IŞİD versiyon 2.0
Çatışmada yaşanan kayıplar çok büyük olmasa da ve şimdilik ateşkes sağlansa da, yaşanılan konjonktür açısından bakıldığında, bu olay çok ciddi bir sürecin işaret fişeğidir. Öte yandan bu saldırı biraz da, gelecekteki kapsamlı saldırıların, halkta yaratabileceği tepkileri test etmek ve kamuoyunu bu saldırılara hazırlamak amacına yöneliktir.
Aslında PKK’nın Sengal’de güç bulundurması ve Ezidileri örgütlemesi ve Ezidilerin özerklik talepleri KDP tarafından ‘tehdit’ olarak görülse de, bu ‘tehdit’in KDP tarafından yaşamsal ve öncelikli bir tehdit olarak görüldüğünü sanmıyoruz. Dolayısıyla PKK ile bir savaş, aslında KDP açısından şu aşamada çok tercih edilir bir durum değildir. Sadece ekonomik ve askeri açıdan değil, Kürt halkının iç çatışmalar konusundaki hassasiyeti de, bu konuda KDP’nin başını çok ağırtacaktır. Ancak bu konuda Türkiye’nin çok ağır bir zorlaması vardır. Üstelik yeni ABD yönetimi ve İsrail’in stratejisi de KDP’yi Kürtler arası bir çatışmaya yöneltmektedir. Sadece PKK ve YPG ile değil, aynı zamanda İran’a yakın olduğu kabul edilen Goran ve hatta YNK ile KDP çatışması hiç de olasılık dışında değildir.
Yakın zamanda ABD’nin yeni Başkanı Trump kurmaylarına Suriye ve dolayısıyla Ortadoğu konusunda yeni bir plan oluşturma görevi vermişti. Öyle anlaşılıyor ki, yeni plan 2014 öncesi planların güncellenmesinden ibaret olacaktır. Trump, İsrail’le yakın ilişkiler içindedir ve Neo-Con’cu güç odaklarının Trump yönetiminin politikalarında ağırlıklı bir rol oynayacakları anlaşılıyor. Bu kesimlerin gerçekleştirdiği görüşme trafiğinden ve yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki; Ortadoğu’da oluşturulmaya çalışılan ittifak, 2014 öncesinde kurulan ittifakla aynı bileşime sahiptir. Bu durum, Ortadoğu’da emperyalistlerin ve bölgedeki işbirlikçilerinin uygulamaya koyacakları yeni planların niteliğini anlamamızı sağlıyor.
Yeni planların hazırlanması çerçevesinde, CIA başkanı ve ABD Genelkurmay Başkanı’nın Ankara ziyaretinden sonra; Neo-Conların önemli ismi senatör McCain Ankara’yı ve Kobani’yi ziyaret etmişti. Özellikle McCain Suriye savaşı öncesinde bölgeye gelip IŞİD dahil, cihatçı terör gruplarla görüşmesiyle biliniyor. ABD’li yetkililer; bölgenin gerici savaş odaklarından birisi olan Türkiye ile birlikte; diğer bir gerici odak olan Suudi Arabistan’ı ve KDP yönetimini bu aralar sıklıkla ziyaret ediyorlar. Erdoğan ve savaş ekibi de Körfez ülkelerini ziyaret etmiş ve burada İran’ı hedefleyen açıklamalarda bulunmuştu. Bu alanda İsrail’in yürüttüğü gizli diplomasi ise, basına pek yansımıyor. Bu süreçleri az çok izleyenler bilirler ki, bu kişiler boş işler için dış gezilere çıkmazlar. Dahası bu kişilerin organize ettiği işler, kesinlikle ezilen halkların çıkarına olmaz. Bu kurum ve kişiler; insanların özgürlüğü ve refahı üzerine değil, kan, şiddet, hammadde ve sermaye üzerine planlar yaparlar. Nitekim, süren bu görüşme trafiği sonucunda, İran’a karşı İsrail ve ABD destekli bir ‘bölge NATO’su kurulacağı haberleri basına yansıdı. Açıktır ki, Ortadoğu bölgesinde yeni ve daha kapsamlı bir savaş tezgahlanıyor. Şengal saldırısı aslında bu savaşın ilk işareti olarak görülebilir.
Bugün Ortadoğu’nun siyasi manzarası 2014 öncesindeki durumu andırıyor. ABD, İsrail, Türkiye, Körfezin Arap ülkeleri ve KDP yönetimi, Sünni Arap aşiretleri, 2014 itibariyle geliştirilen IŞİD ve Suriye savaşı hamlesiyle bölgeyi kontrol altına almak istemişlerdi. Ancak, bu saldırgan blok; Suriye ve Irak’ta yürütülen savaşlara rağmen; Ortadoğu bölgesinin yeniden dizaynı ve petrol kaynaklarının tam kontrolü hedeflerine ulaşamadı. Trump yönetimiyle birlikte, Rusya ve Çin ittifakıyla daha da güçlenen İran-Lübnan Şii hattını kırmak ve İran’ını çökertmek amacıyla; eski blokun yeniden toparlanması gündemdedir. Yeniden oluşturulmak istenen bu blokun öncelikli hedefi; Türkiye sınırlarından başlayıp Ürdün’e kadar uzanan ve Sünni Arap nüfusu ağırlıklı bölgeyi kontrol altına alarak, İran’ın Suriye ve Lübnan’la olan fiziki bağını koparmaktır. Şengal bölgesi; hem Rojava’nın savunulması hem de bu Sünni Arap koridorunun kontrolü açısından stratejik bir alandır. Dolayısıyla çatışmaların bu alanda başlaması tesadüf değildir.
İran ve onun etrafındaki Şii kuşağının hedeflenmesi sadece bölgesel ihtiyaçlar açısından değil, aynı zamanda Rusya-Çin ittifakının bölgesel ayaklarının kesilmesi ve bu ülkeler üzerinde özellikle enerji kaynakları üzerinden ekonomik baskı uygulama noktasından, ABD ve müttefikleri açısından önemlidir.
Fakat, eski blokun üyelerini kısa sürede ortak hedefler doğrultusunda yeniden bir araya getirmek o kadar kolay olmayacaktır. Özellikle Türkiye’nin bölgesel hegemonya hesapları ve Rojava’ya karşı geliştirdiği tek yanlı hamleleri, ABD’yi rahatsız etmektedir. Bu nedenle Türkiye ile pazarlık zor geçmektedir. Üstelik Türkiye artık eski ortaklarını beklemeden ve onların onayını almadan bazı operasyonlar gerçekleştirme eğilimi içindedir.
Dikkat edilirse, ABD, Rakka’nın alınmasına çok önem veriyor. Ancak iddia edildiği gibi burada esas amaç İŞİD’le mücadele değildir. Esas amaç; Suriye yönetimi bu alanlara ulaşmadan, yukarıda andığımız Sünni Arap koridorunu kontrol altına almaktır. Bu koridorun kontrolü elbette Türkiye’nin çıkarlarına da uygundur. Ancak Türkiye bu koridorda YPG’nin yani Kürtlerin söz sahibi olmasına karşıdır. ABD ve İsrail ise; kendilerine tam bağımlı işbirlikçi bir Kürt hareketinin bölgede etkin olmasından rahatsızlık duymazlar. Aksine böylesi bir durum bu güçlerin Ortadoğu’daki manevra kabiliyetini arttırır. Fakat hali hazırda bölgede etkin olan YPG, farklı güçlerle taktik ittifaklar geliştirmekle birlikte; bağımsız duruşunu korumaktadır. Türkiye’nin önceliği bu hareketin tümden tasfiyesi, olmazsa KDP’nin kontrolüne sokulmasıdır. ABD ve İsrail’in politikası ise, PKK’yi öncelikli olarak da, YPG’yi sol-yurtsever ve bağımsız çizgiden koparıp ıslah etmek ve kontrol altına almak yönündedir. Bu nedenle şu anda, içte ve dışta PKK ve YPG’nin ıslah edilerek kontrol altına alınması operasyonu yürütülmektedir. ABD’nin YPG ile ittifakının önemli amaçlarından birisinin de, bu hareketi kuşatıp kontrol altına almak olduğunu söyleyebiliriz. ABD ve İsrail için, iç operasyonlarla birlikte, Türkiye ve KDP sopası; bu hareketlerin ıslahı açısından kullanışlı bir silahtır. Yalnızlaşan ve zor durumda kalan bir YPG, elbette Rusya ve Suriye seçeneğine de yönelebilir. Bu nedenle, ABD bir yandan YPG’nin bu yönelimini önlemek için cömertçe yardımlarını sürdürmektedir, öte yandan Türkiye’nin Rojava’ya karşı geliştirdiği saldırılara ciddi bir tepki vermemekte ve Türkiye’ye terörle mücadelesine destekten ve PKK’nin Şengal’i terk etmesinden bahsetmektedir. Kısacası dış güçler de, kısa sürede Ortadoğu bölgesine adapte oldular ve Ortadoğu’nun kıvrak danslarını öğrendiler.
Güney Kürdistan, Irak ve PKK ile bağları koparılıp yalnızlaştırılan Rojava’nın kontrol altına alınması; hem ABD ve İsrail hem de Türkiye ve KDP açısından kolay olacaktır. Bu nedenle Şengal kilit bir konumdadır ve saydığımız bu egemen çevrelerin YBŞ’nin etkisizleştirilmesi, PKK’nın bölgeden çıkartılması hatta PKK’nın etkisizleştirilmesi noktasında çıkarları ortaktır.
ABD ve İsrail; uyguladıkları ıslah operasyonu başarılı olmazsa, dahası YPG; Rusya ve Suriye yönetimiyle anlaşırsa, Türkiye ve KDP’nin Rojava’ya direk müdahalesine de yeşil ışık yakabilirler. Elbette bu noktada Rojava’nın direncini ve Rusya-Suriye-İran faktörünü de hesaba katmaları gerekecektir. Suriye ve Irak savaşları gösterdi ki, evdeki hesap her zaman çarşıya uymamaktadır.
Son söz olarak, KDP yönetiminin Türk devletiyle işbirliği içinde, Şengal’de, Ezidi özsavunma güçlerine saldırmasını ve 7 gerillayı katledip 20 gerillayı yaralamasını şiddetle kınıyoruz. Saldırıya uğrayan devrimci güçlerle de dayanışma içinde olduğumuzu belirtiyoruz.