Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Lümpen Faşizm!

Lümpen Faşizm!

Ahmet Aydın

12. 10. 2014

IŞİD çetesinin Kobane kuşatması sürerken, Türk Devleti de; kuzeyde Kobani direnişine destek olmak ve dünya kamuoyunu bu konuda harekete geçirmek amacıyla düzenlenen kitle gösterilerine saldırıyor. Yani, Türk Devleti sadece IŞİD’e lojistik destek, militan ve para yardımında bulunmuyor, aynı zamanda eş zamanlı olarak, kardeşlerini katliamdan kurtarmaya çalışan Kuzeyli Kürtlere ve dostlarına saldırarak, IŞİD cephesinden savaş katılmış oluyor.

Görüldüğü kadarıyla, Türk Devleti, Rojava devrimini ve genel olarak Kürt Ulusal Hareketi’ni boğmak için bütün kara güçlerini seferber etmiştir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da Kobani ile dayanışma amacıyla düzenlenen gösterilere, devletin kolluk güçleri, sivil fasitler ve Hizbulkontra elemanları birlikte saldırmışlardır. Bu saldırılarda 30’dan fazla insan katledilmiştir.

Fiziki saldırlar, yoğun bir psikolojik savaş ve kara propaganda operasyonu ile birlikte yürütülmektedir. Aslında, dikkatli incelenirse; bu pervasız ve bayağı saldırıların, AKP ile IŞİD’in esasta aynı niteliğe sahip olduğunu gösteren somut bulgular oldukları görülecektir. Örneğin, devletin polisi “Yaşasın IŞİD” sloganı ve “Allah u Ekber” nidaları ile saldırmıştır. AKP’li eski bakanlardan Emrullah İşler ise, dünya tarafından neredeyse tüm zamanların en barbar terör örgütü olarak görülen bu çeteyi “IŞİD öldürüyor ama işkence bari yapmıyor” sözleri ile savunmuştur.

AKP iktidarının dili, onun sınıfsal yapısının bir ürünüdür

Özellikle, 2010’dan sonra iktidarını sağlamlaştırmasıyla birlikte; AKP yöneticilerinin söylemi gerçek niteliklerini yansıtmaya başladı. Bu söylem çoğu zaman insan aklının ve vicdanın sınırlarının dışına düşen bir söylemdir. Ötekileştirme, düşmanlaştırma, hakaret, horlama ve hatta en bayağı haliyle küfür ve yalan bu söylemin ana unsurlarıdırlar.

Günümüzde Türkiye'de iktidarı elinde tutan burjuva sınıfları, sanayi sektörü ve göreceli olarak piyasa rekabeti üzerinden yükselmediler. Başka bir deyişle esasta üretici bir sermayeye dayanmıyorlar. Anadolu'da yeşeren ve İslami burjuvazi diyebileceğimiz bu sınıflar, daha çok ticaret ve hizmet sektörlerinde var oldular. Fakat hem dayandığı bu alanlar ve hem de sermaye gücü itibari bu sınıfların İstanbul tekelci burjuvazisi ile piyasa koşulları içinde rekabet etme güçleri yoktu. İslami burjuvazi, bu ekonomik güç dengesizliğini, dini sosyal bir sermayeye dönüştürmek suretiyle giderdi. Bu sosyal sermayeyi siyasete tahvil etti ve oluşan kitlesel siyasal güç yolu ile iktidarı ele geçirdi. İktidar gücü ile de, ekonomik alana müdahale ederek, kayırmacılık yolu ile ülke zenginliklerini talan etti. Böylece İslami burjuvazi, Arap sermayesinin de desteğiyle, büyük bir sermaye birikimi sağladı.

Fakat İslami burjuva sınıfı ideolojik, kültürel ve felsefi olarak kapitalizmin sosyolojisi içindeki modern burjuva sınıflarının niteliklerini tam olarak taşımıyor. Bu sınıf bırakalım burjuva demokratik kültürü, genel anlamda bir burjuva kültürüne bile sahip değildir. Tıpkı petrol satışı sonucu büyük bir sermaye biriktirmiş olan Arap Şeyhleri gibi.

Sanayiye dayanan ve az çok piyasa rekabeti içinde kendi dinamikleri ile gelişen burjuvazi uzun vadeli ekonomik yatırımlar yapar ve bu nedenle belli bir hukuk düzeni içinde yürüyen, göreceli olarak ’’istikrarlı" toplumsal yapılara ihtiyaç duyar. Ancak, şu anda iktidarda olan İslami burjuvazi, talan, yağma ve kap kaç tarzına dayalı rantçı ekonomik ilişkiler içinden geliştiği için, bu yapısına uygun bir siyasal düzen, ideolojik söylem ve kültür geliştiriyor.

Başbakan müsveddesi Davutoğlu'nun son günlerde sarf ettiği sözler bu kap kaç burjuvazisinin kültürel-ideolojik yapısını çok iyi ortaya koyuyor. Bingöl'de emniyet müdürü ve ekibinin uğradığı saldırı sonrası, olayın failleri oldukları gerekçesi ile katledilen insanlara ilişkin Davutoğlu diyor ki; "Olayın olduğu andan itibaren gerekli talimatlar verildi ve teröristler bir iki saat içerisinde cezalandırıldılar." Sanki lümpen bir mafya babası emir vermiş ve katledilen adamlarının intikamını almış. Sorgulama, yargılama yok, anında infaz.

Kemal Kılıçtaroğlu %25-30 arası oy alan bir ana muhalefet partisinin genel başkanıdır ve Kobani kuşatması üzerinden, tezkereye ilişkin önerilerini sıralamış. Yani, bir burjuva cumhuriyetinde olmazsa olmaz olarak kabul edilen muhalefet partisi olmanın doğal sorumluluğunu yerine getirmiş. Bu başbakan müsveddesi ona "sen sus, sen konuşma" diyor. Yani "kimse konuşmasın, sadece biz konuşalım. En doğrusunu biz biliriz. Diğerlerinin söylediklerini takmayız." tavrı. Bu tavır en geri burjuva cumhuriyetlerinde bile yadırganacak; ancak, bugünkü Türkiye ve AKP gerçekliğine uygun, lümpen faşist bir tavırdır.

Bu lümpen faşist duruşun bir başka örneğini, % 52'nin reisi Erdoğan’ın söylediği "Polis ve askerin kalkanla müdahale etmesi yeterli değil, artık ne gerekiyorsa onu yapacaklar" sözlerinde görüyoruz. Yani Erdoğan açıkça "Gösteri yapanları öldüreceğiz." diyor. Nitekim yeni hazırlanan “güvenlik paketi” ile birlikte polisin gerçek kurşunla müdahale ve gözaltına alma yetkileri genişletiyor. Kısaca reis emrediyor, yasa çıkıyor ve polis öldürüyor.

En iyisi, öldürmeye ve kan dökmeye çok meraklı olan bu kişiler, Müslüman kardeşleri IŞİD'çiler gibi girsinler insanların içine, her kesi kessinler, sadece faşistler ve cihatçılar kalsın. Böylece seçim, demokrasi ve ’’çözüm süreci’’ gibi belalardan da kurtulurlar. Gerçi fazla beklememize gerek kalmadı. 2015’te istedikleri güçle iktidar olurlarsa toplu kesim aşamasına geçerler.