Sakine Can
Memo Şahin /özgür politika
İki yıl oldu gideli, uzun mu uzun, tam iki yıl. Döndü mevsimler, yine kış oldu, çöktü karanlık Paris’e. Ve tılsımını yitirdi Paris, sürgünün şehitler kenti oldu. Sis çöktü Paris’e, kaldı orta yerde, Avrupa’nın tam göbeğinde.
Yakıştıramadı kimse sana, böylesine bir gidişi. Sen ki kavganın diğer adıydın, cellada papucu ters giydiren. Direncin sembolüydün, bulunduğun her yerde; başı dik, asi ve isyankar. Ve dostça bir gülücükle buzullar eriten.
O gözler ki faka basmadı hiçbir zaman. Bir bakışta dost mu, düşman mı anlayan, o gözler. Saniyede yüz seksen derece değil, tam üç yüz altmış dereceyi tarayan o gözler, nasıl oldu da buğulandı Paris’te, o an?
Gel anlat Sakine, nasıl oldu bu iş? Döne döne, tane tane anlat Sara can, ne oldu o büroda?
Sana yazmak, seninle konuşmaktan da zormuş, bunu senden sonra kavradık. Gölgen ne kadar da ağırmış, bunu sen gittikten sonra anladık. Sevilip sayıldığını biliyorduk, bu kadar da sevilmez ki insan! Fazlası boğarmış insanı, nasıl kaldırabildin sen, bunca ilgi ve sevgiyi?
Hep kavgaydı yaşamın, biliyorduk bunu. Ve yenilmeyeceğini teke tek döğüşte, feda edeceğini kendini gerektiğinde, göz kırpmadan. Ölümü göze alıp koruyacağını yoldaşlarını, hele de senden genç ve tecrübesizlerse. Ne oldu da siper edemedin kendini Leyla ve Fidan’a? Ne oldu Sakine can, o lanet Paris’te? Gel, tane tane anlat, ne olur!
Resim net aslında, eksik kalan bir-iki puzzle tanesi. Adres belli, kozmik odaları Ankara’nın. Sığı, derini, görüneni görünmeyeni, paraleli aslı; fark etmez aslında, tümü aynı kapıya çıkan ve bize unutulmaz acılar yaşatmayı aklından çıkarmayan. İki yıldır beklediğimiz, o bir-iki puzzle tanesinin nereye çıktığıdır sadece. Onu bekliyor Kürt kamuoyu tam iki yıldır, verilen söz, devreye konan komisyon gereği.
Senin için, Fidan ve Leyla için Paris’te, Amed, Dersim, Elbistan, Mersin ve Kürdistan’ın dört bir yanında bir araya gelen milyonlar, gözlüyor yolunu bir açıklamanın; Paris’e çöken sisi aralayıp tabloyu tamamlayacak kısacık bir açıklamanın! Erdoğan’a sunulan rapor, ortaya saçılan bilgi, belge ve tapeler, işin başka yönü, bunlar bilinen. Bilinmeyen bir-iki puzzle tanesi, hepsi o kadar.
Avrupa’nın birçok yerine çadır açtılar Sakine can, biliyorsun! Konuk oldular masalarımıza; zaaflarımızdan dolayı işleyip içimize, kapı araladılar planlarına cellatlar...
Gel, anlat Sara can, ne oldu konakladığın kentlerde? Nasıl oldu da yanaşabildi çakallar yanıbaşımıza? Kim bunlar ve kim soktu bunları mekanımıza? Nasıl oldu da Ömer Güney gibi alçaklar, bir referans göstermeden, güven kazanabildiler? Ve nasıl oldu da dünyanın en az elli ülkesinin ilgi alanında olan bir hareket, olan bitenden haberdar olup tedbir alamadı? Hangi zaaflar, zayıflıklar rol oynayıp etkili oldu, tüm bunlardan? Gel, tane tane anlat, biz de anlayalım, ne olur, yarın benzer acılar yaşanmasın diye...
Göçüp gittiğin dönemde bir kadın düştü İstanbul üzeri, denizle bağlantısı olmayan bir kentine Almanya’nın. TC’nin en önemli operasyonunda yer almış, "masum mu masum, temiz mi temiz"(!) bir kadın; yanında Aselsan’la iş kotaran Yeni Türkiye’nin "mağdurlarıyla." Bildiğim, "armatörlerin" kapak attıklarıdır, liman kentlerine işleri gereği. Ve yine bildiğim, havayı koklayıp dağarcığı doldurduktan sonra aldığıdır soluğu Türkiye’de.
Görüyorsun, temiz değiliz hiçbirimiz, Sakine can. Gördük, görmemezlikten geldik. Duyduk, kulak ardı ettik. Anladık iş işten geçtikten sonra, geç oldu artık.
Hepimiz suçluyuz Sakine can, hepimiz! Çevrende olan, yüzüne gülenlerimiz dahil, tümümüz! Masum olanımız kalsaydı şayet, çıkıp bir şeyler söylerdi iki yıl içinde. Ufak bir zaafın kurbanı olduk ve bıraktık seni kurtlar sofrasında, yalnız başına.
Belki de hep yalnızdın Sara can; içerde, dışarda, bulunduğun her mekanda, kendi doğruların gereği. Belki de bundandır, o görkemli dik duruşun. Ve o çatık kaşların. O asalet ve asiliğin. Ve hareketsiz geçmeyen her anın. Saniyede üç yüz altmış derece tarayan o gözlerin. Ve tek karşılaşmada notunu veren o bakışların. Belki de bundandı.
Biliyorum, sevenlerin çoktu Sakine can, hem de olabildiğince. Gıpta eden, örnek alan seni ve yürü dediğinde ölümü koklamaya hazır, o kadar insan. Bir de ikiyüzlülerimiz Sakine can, riyakarlarımız; dizleri titreyen karşında ve senin gibi olmayı bir türlü başaramayıp kıskançlık duyan ya da zaaflarının esiri olan.
İyi yaşadın Sakine can, hep kavga içinde, sana yaraşır. İçerde, dışarda, bulunduğun her yerde. Hep ön saftaydın, sıra neferi; mobil, yastıksız ve yorgansız. Tek eksiğin kilê, bulunmaktı o lanet Paris’te ve kendin gibi bilmekti çevrendekilerin tümünü.
Varsın yaksın ağıtlar, gücünün yettiği, nazının geçtiği ve seni tanrılar gibi seven Meto’n! Yaşamı kavga olanlar, anacaklar seni her daim. Ve göğe bakıp, en görkemlisine yıldızların, işte Sakine diyecekler. Şad olsun ruhun ve koksun toprağın Dersim! Öp topuklarından Besê ve Zarife’nin, seni sevenler aşkına!..