Haydar Beltan suyun karşı yakasından bizim yakaya bakıyor!
Ahmet Aydın
17 Ağustos 2021
Dersim Belediyesi’nin 13 Ağustos 2021 tarihinde düzenlediği ‘’Veyve Kıtavu’’ etkinliğinde Haydar Beltan'ın yaptığı konuşmayı dinledim. [1] Daha önce de, onun bu konudaki bazı kısa yazıları ile karşılaşmıştım. Artık şu görüşümü net olarak belirtmek zorundayım: Haydar Beltan suyun karşı yakasından bizim yakaya, ya da Dersim’e bakıyor.
Tarihe farklı bakış açılardan ve eleştirel bakmaktan yanayım. Tarihin ancak bu yöntemle yaşanmışlıklara en yakın şekliyle yazılacağını düşünüyorum. Bizi rahatsız eden görüşleri bile sabırla dinlemek zorunda oluğumuzu da biliyorum. Ancak fikirden bahsediyorum; ince ince pompalanan psikolojik savaş propagandasından değil. Haydar Beltan'ın amacı Dersim tarihine farklı bir perspektiften bakmak değildir. Ortada ne yeni bir bakış açısı, ne görüş, ne de eleştiri vardır. O, çok ince çarpıtmalarla Dersim halkına, resmi tarih anlayışından beslenen bir görüşü empoze etmeye ve tıpkı soykırım sonrasında devletin Dersim halkının tarih bilincinde oluşturduğu türden bir çarpıtma oluşturmaya çalışıyor.
Dersim aydınları, akademisyenler ve diğer yazarlar, resmi tarih tezinin iddia gibi Dersim’de bir ‘isyan’’ yaşanmadığını uzun bir zamandır kanıtlarıyla ortaya koyuyorlar. Ancak, devletin işgal saldırılarının yoğunlaşmasıyla, bazı Dersim aşiretleri içinde direniş geliştiren kesimler oluğunu da, yine belge ve tanık anlatımlarına dayanarak yazıyorlar. Dersimli sosyalistler de, tarihimize yaklaşımda gösterdikleri yetersizlikleri ve yapılan hataları açıklıkla kabullendiler. Nuri Dersimi’nin eksik ve hataları konusunda oldukça eleştirel bir yaklaşım geliştirildi. Keza farklı ülkelerden akademisyen ve aydınların da bu alanda belgelere dayalı ciddi çalışmaları oldu. Bütün bu çalışmalar sonucunda, Dersim 1937-38 Soykırımı büyük ölçüde aydınlatılmış ve önemli bir tarih bilinci oluşturulmuştur.
Haydar Beltan oluşan bu tarih birikimini inkar edemiyor. Fakat kabullenir gibi yaparak; aslında bu birikimi tümden etkisizleştirmeye ve dejenere etmeye çalışıyor. Onun iddiası bu tarih birikimini daha da ileri götürmek ve bilinmeyenleri ortaya çıkarmaktır. Bu amaçla ‘’yeni bir tez’’ ya da ‘’gerçekleri’’ ortaya koyuyor. Aslında onun ‘’tezi’’ yeni değil, dünün Kemalistlerinin ve bugünün yeni faşistlerinin, ‘’ilkel, feodal eşkıyaya karşı savaşan modern cumhuriyet’’ tezinin yeni bir versiyonudur. O’nun ‘’tezi’’ aslında basitçe şöyle ifade edilebilir: ‘’Dersim’de bir şey yoktu. Milli bir bilinç, kendi kimliğini, kültürünü, yurdunu, halkını koruma bilinci ve gücü yoktu." Dolayısıyla ciddi bir silahlı direniş de yoktu. Zaten herkes ‘’sinmiş’’ gidip devlete ‘’teslim’’ olmuş, silahlarını da teslim etmişti. Bildiğiniz ‘’zavallı, medenileşmemiş ilkel mağara insanlarından’’ bahsediyor Haydar Beltan. Bu dil devletin Dersim halkını küçümseyen dilidir.
Haydar Beltan’a göre, Seyit Rıza zaten devletle hep ‘’ilişkili’’ bir anlamda ‘’devletin adamıydı.’’ O bir önder ve direnişçi değildi. Bütün bunları Nuri Dersimi’nin kitaplarını okuyan devrimciler uydurmuştu. Haydar Beltan ve diğer bazı ‘’akıllı’’ adamlar Avrupa’ya geldikten sonra uyanmış ve gitmiş Dersim’de yaşlılarla konuşarak gerçekleri ortaya çıkarmışlardı. Utanmazca yapılmış çarpıtmalardır bunlar. Dersim’de doğup da Dersim soykırımını yaşlılardan, bizzat canlı tanıklarından dinlememiş bir kişi var mıdır? Dersim’de ne yaşandığını hemen hemen herkes biliyordu. Elbette bu bilinç bütünlüklü ve sistematik bir tarih bilincine dönüşmemişti. Teknik bilgi ve kaynaklar çoğaldıkça giderek resim daha netleştirildi ve bütünlüklü görüldü. Avrupa’da yaşayan Dersimlilerin elbette bilimsel bilgi birikimi genişledi, özgürce araştırma yapma ve konuşma olanakları arttı. Bu kazanımların bir sonucu olarak, eskiden farklı olarak, çok sayıda belgeye ulaşıldı ve soykırım tanıklarının anlatımları kayıt altına alındı.
Dersim’de bir isyan yaşanmadığını, devletin Dersim soykırımını önceden planladığını ve hazırlıklarını bitirdikten sonra, yaşanan bazı olayları bahane ederek 1937-38’de soykırım harekatının yapıldığını, Dersimli aydınlar ve bilim insanları tüm açıklığıyla ortaya koydular. Keza bu soykırımda binlerce insanın öldürüldüğü resmi belgelerde bile yazılıdır. Haydar Beltan elbette bu gerçekleri kabul ediyor. Devletin suçsuz günahsız insanları katlettiğini söylüyor. Ama bütün bunları, ulaşmak istediği esas fikre zemin hazırlamak ve meşruiyet kazandırmak için tekrarlıyor. Onun asıl derdi bunların üzerine basarak Dersimlilerde bir bilinç çarpıtması ya da manipülasyonu yaratmaktır. Bize şunları anlatmak istiyor Haydar Beltan: Evet ‘’Dersim’de isyan yoktu, devlet haksız yere Dersimlileri katletti’’ ama; ‘’Dersim’de devrimcilerin iddia ettiği gibi bir direniş, bir mücadele de yoktu. Çünkü direnecek kimse yoktu. Herkes devlete teslim olmuştu.’’ O, bir Laç Deresi’nde yerel bir direniş yaşandığını orada da, yine Dersimlilerin birbirilerini vurduğunu anlatıyor. İşte Haydar Beltan’ın Dersimlilere empoze etmek istediği tarih ‘’tezi’’ budur. Sözde burada devletin ne kadar büyük haksızlık yaptığını anlatarak, Dersimlileri temize çıkarmak istiyor. Diğer yandan ‘’Nedir bu Dersim, Kırmanclık, Kürtlük, direniş hikayeleri, yok böyle değerler’’ diyerek, sözde temize çıkardığı Dersim’i aslında yok ediyor. Ortada bir etnik grup bir millet yoksa, soykırım da yoktur. İşte Haydar Beltan’ın bizi sokmak istediği yolun sonu bu sonuca çıkar.
O, Dersim’de kadınlara taciz ve tecavüz olmadığını, bunu devrimcilerin uydurduğunu, köprülerin devlet tarafından yakıldığını ve karakolların yine devlet tarafından bastırıldığını iddia ediyor. Düpedüz yalan söylüyor, tarihi bilerek çarpıtıyor. Dersim’de kadınların tacize uğradığına, ayrıca aşiret güçlerinin artan devlet tacizi karşısında köprülere ve karakollara meşru müdafaa çerçevesinde saldırdığına dair hem yerel hem de Türk kaynaklarında yeterli bilgiler vardır.[2]
1930’lu yıllarda Dersim’de çok ileri ve örgütlü bir ulusal hareket olduğunu söylemiyoruz. Ancak, o zaman Dersim halkında güçlü bir milli kimlik bilinci olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Osmanlı devletine karşı mücadele içinde oluşmuş bu kimlik bilinci, TC’nin kuruluşundan sonra bir dönem, beklentili bir karşıtlık pozisyonunu içinde korunmuştur. Dersimliler kendilerinin Kırmanc ve Alevi karşısındakilerin de, Türk ve Sünni olduklarını gayet iyi biliyorlardı. Üstelik onlar, Osmanlı’dan beri karşısındakilerin her zaman kendilerine saldırabileceklerini, yaşamlarını altüst edeceklerini biliyorlardı. Dersimliler cumhuriyetten sonra koşulların dayatmasıyla ‘’biz onlara dokunmazsak onlar da bize dokunmaz’’ eğilimini benimsediler. Bu nedenle uzlaşmacı bir çizgi geliştirdiler. Dolayısıyla devlet ‘’gel görüşelim’’ ya da ‘’gel ifade ver’’ dediğinde, diretmediler gidip görüştüler, ifade verdiler. Ya da silahlarınızı teslim edin dediğinde, eski silahlarını verdiler. Ama tüm silahlarını vermediler. Çünkü devlete hiçbir zaman güvenmediler. Haydar Beltan bu koşullarda gelişen ilişkileri ‘’teslimiyet’’ ya da ‘’işbirlikçilik’’ olarak yorumluyor. Çok bilinçli ama basit bir çarpıtmadır bu. Gidip karakola ifade vermek ya da devlet yetkilileriyle görüşmek neden ‘’teslimiyet’’ ya da ‘’işbirlikçilik’’ olsun. Dersimliler yeni kurulan devletle iyi geçinme yolunu seçtiler. Çünkü Osmanlı’dan farklı bir yol izleyebilir beklentisi vardı. Fakat bu devletin Osmanlı’dan farklı olmadığını anladıklarında; artık canlarını, ailelerini ve sosyal-kültürel varlıklarını korumak için silaha sarılmak dışında bir seçenekleri kalmamıştı. Dersimliler az bir güçle ciddi bir ulusal direniş geliştirdiler. Haydar Beltan gerçekliği karartmaya çalışıyor, ancak o belgeleri kendisine verenlere sorsun öğrensin, devlet bile Dersimlilerin savaşçı yeteneklerini kabul etmişti.
Sonuç olarak, Haydar Beltan’a evirip çevirmeden şunu söyleyeyim: Girdiğin yol Perinçekgillerin yani faşistlerin yoludur. Kendi milletine ihanet ediyorsun. Bu yoldan tez zamanda dön.
---------------------------
[1] https://www.youtube.com/watch?v=ghHKymks2jk
[2] Bu konuda şu yazıya bakılabilir: https://dersimzaza.com/index.php/11-langfristige-artikel/43-37-38-dersim-soyk-r-m-n-n-ferman#topofcontent