Paris katliamını kim yaptı?
Ahmet Aydın
18. 03. 2015
Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’in ölüdürülmesi ile sonuçlanan Paris katliamının sorumluları ile ilgili tartışmalar devam ediyor. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın, Cumhuriyet gazetesinden Ahmet Şık’la yaptığı röportajda söyledikleri tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı. Aslında öncesinde diğer Eşbaşkan Bese Hozat da, isim vermeden benzer görüşler ileri sürmüştü.
Cemil Bayık şunları söylüyor:
“MİT, “Cinayet bizim tarafımızdan yapılmıştır, bunu inkâr etmiyoruz” dedi. MİT içinde bazı kanatların olduğu ve onları yaptığı söylendi. Bizimle görüşenler olayın kendileri dışında olduğunu söyledi. Hakan Fidan öyle söyledi. Ama bize göre MİT bir bütün olarak o cinayetlerden haberdardır.”
Cemil Bayık’ın açıklamalarında yeni olan unsur, bilgi kaynağını, yani Hakan Fidan’ın ismini açıklamasıdır.
Bugüne kadar KCK yöneticilerinin yaptığı her açıklamaya bir çok koldan cevap veren AKP iktidarının yetkilileri, nedense bu açıklama konusunda susuyorlar. Şu ana kadar Bayık’ın Hakan Fidan’a atfen söyledikleri yalanlanmadı. Bunun kabul anlamına geldiği açıktır. Bu manzaranın olağan bir durumu yansıtmadığını kaydetmek gerekiyor.
Hakan Fidan direk olarak bu bilgileri KCK yöneticilerine aktarmamışsa bile, “sağlam” kayanaklardan bu bilgilerin eşbaşkanlara ulaşatığını kabul edebiliriz. Yoksa böylesine ciddi bir konuda böylesine bir açıklama yapamazlardı.
Cemil Bayık, olayın sorumlusu olarak gösterilen MİT içindeki kanatları, yine Hakan Fidan’ın verdiği bilgilere dayandırarak daha da somut ifade ile işaret ediyor: “MİT içinde cemaatçiler, ulusalcılar var onlar yaptı dedi.”
Paris katliamı ile ilgili ortaya çıkan kayıt ve belgeler öylesine açıktır ki, olayın MİT tarafından organize edildiğini inkar etmek mümkün değildir. Bu yanıyla, Hakan Fidan’ın “MİT yaptı” demesinin, inkar edilemez gerçeği mecburen kabullenmek dışında bir anlamı yoktur. Diğer yandan; katliamla ilgili Ankara’da yargı tarafından yürütülen soruşturma açısından bu önemli bir itiraftır. Savcılığın neden hala harekete geçemediğini ve basında çıkan haberler üzerine neden en azından tanık olarak Hakan Fidan’ın ifadesine başvurmadığını anlamak zordur.
Hakan Fidan’ın söylediklerine gelirsek.
Ona bakılırsa; MİT kurumsal olarak böylesine bir katliam planlamamış, MİT içindeki kontrol dışı gruplar bu isi gerçekleştirmiş. Bayık’ın da belirtiği gibi, bu inandırıcı bir açıklama değil. Sözü uzatmaya gerek yok, bu iddianın inadırıcı olabilmesi için, Hakan Fidan’ın başında olduğu kurumun içindeki bu kesimleri yakalayıp yargıya teslim etmesi gerekirdi. “Parelel yapı”ya karşı savaş açıldığı ve çok sayıda memur ve bürokratın gözaltına alınıp tutuklandığı bugünlerde, böylesi bir operasyonu gerçekleştirmek gayat kolaydır. Böylesi bir operasyon “parelel yapı”nın bir terör örgütü olduğunu gösteren bir davaya da yol açardı. Benzer bir durum ulusalcı kanat için de geçerlidir. Bugünlerde AKP iktidarının darbelere karşı duyarlılığı nedense yine üst seviyededir. Ergenekon’un bir terör örgütü olup olmadığı da hala tartışılmaktadır. İddialar doğruysa, bu tartışmaları bitirmek ve darbeleri önlemek yönünde AKP iktidarı için önemli bir fırsat doğmuştur.
Mahkemeyi bir yana bırakalım, Hakan Fidan bahsettiği bu MİT içindeki “cemaatçiler, ulusalcılar” hakkında, bir idari soruşturma açtırıp, bu kişileri görevden almış mıdır? Dahası o ülkede bir başbakanın varlığından bahsedilmektedir, o başbakan kendisine bağlı bir kurumda çeteleşmeler olduğunundan ve bu çetelerin terör suçu islediğinden haberdar mıdır? Haberdar ise bu konuda ne yapmıştır? En azından bu belirtiğimiz noktalarda somut bir durum ortaya çıkmadıkça, “kontrol dışı kanatlar” tezi, suçu birkaç çürük elmanın üstüne yıkıp kurumu temize çıkarma girişimi olarak yorumlanmaktan kurtulamaz.
Diyelim ki, bu katliamı MİT içindeki “cemaatçiler, ulusalcılar” yaptı. Peki bu kayıt ve belgeleri kim sızdırdı? Katliamı yapanların kendi adamlarını deşifre etmeleri akıllıca bir davranış olamayacağına göre, MİT içindeki başka bir grup mesela Hakan Fidan’ın grubu sızdırmış olmalı! Bu da pek mantıklı değil çünkü, sızmalar sonucunda en çok zor durumda kalanlar bugünkü yöneticilerdir. Ayrıca hatırlayalım, belgeler tam da Öcalan ve KCK’nın olayın sorumlusu olarak MİT’i değil, Cemaat ve batılı ülkeleri gösterdiği bir dönemde ortaya çıktı. Yani sızdırmalarla adeta “biz yapmadık” mesaji verildi. Nitekim bu belgelerden sonra gözler MİT’e döndü.
Türkiye’de her dönem, hükümet, MGK, Genelkurmay ve MİT’in ortak olarak oluşturduğu ulusal güvenlik konsepti içinde, genel olarak devrimci hareket özelde de ise Kürt Ulusal Hareketi içinde öne çıkan yurtsever-devrimci kadroları fiziki olarak tasfiye etme planları olmşutur. Yani bu tür operasyonlar bir devlet politikasının ürünüdür. AKP iktidarının da özellikle 2010 yılından itibaren ABD’nin de katkıları ile bu konuda daha yoğun çalıştıgını biliyoruz. Kaldı ki, yurtdışı operasyonları MİT’in rutin işleri arasındadır ve son süreçte Kürtlere yönelik çok sayıda operasyon gerçekleştirilmiştir. Dolayısı ile şu kanat bu kanattan öte, yurtsever-devrimcileri fiziken tasfiye görevi MİT’in kurumsal görevidir ve tüm kanatlar da bu konuda hem fikirdir. İktidar MİT’in önüne böylesi bir görev koymuşsa, bu kurumda yöneticilik yapan ve siyasal iktidara yakın duran bir bürokratın “biz yapmadık onlar yaptı” demesinin hiçbir anlamı yoktur.
Hakan Fidan’ın Erdoğan’a rağmen istifa edip milletvekili adayı olmaya çalışması, sadece daha iyi karier olanakları elde etme çabası olarak değil, bir yanı ile de bu kirli işlerden uzaklaşma isteği olarak da görülebilir. Ancak bu kişisel pişmanlık, onu geçmişte yapılanların sorumluluğundan kurtarmaz.
Paris katliamında batılı devletlerin rolünü ve fiili katılımını gösteren somut bir bulgu yoktur. Ancak onların da bu olayadan haberdar olmamaları çok zayıf bir ihtimaldir. Anlaşılan, hedefteki isimlere bakarak olaya göz yummuşlardır.
Paris katliamı ile hedeflenen neydi?
Cemil Bayık, söz konusu röportajda; Paris katliamı neden gerçekleştirlildi? sorusuna cevap olabilecek şu görüşleri ileri sürüyor:
“Bu cinayetler önder Apo’nun geliştirdiği süreçle bağlantılıdır. Çözüm süreci başlamadan önü kesilmek istendi. Önder Apo’nun Nevruz’da açıklamalar yapacağına dair bilgileri vardı. Bunu engellemek için öncesinde katliamı gerçekleştirerek süreci engellemek istediler.”
Benzer açıklamaları Öcalan da yaptı. Ancak biz bu görüşlere katılmıyoruz. Tam tersine biz bu tür operasyonların, devletin kendi cephesinden uygulamaya çalıştığı “çözüm süreci” planının bir parçası olarak görüyoruz. Kolombiya’da iktidarın FARC’a karşı uyguladığı plana benzer bir palandır bu. Bu planın, katliama karşı oluşan beklenmedik kitlesel tepkiler üzerine, günümüzde; şiddeti tümden dışlamayan ama siyasal-psikolojik yani ağır basan bir çizgiye çekildiğini söylemek mümkündür.
Tali aktörleri öne çıkarıp esas faili ikinci plana itmek, işin esasını görememe sonucuna yol açabilir. Dolayısı ile, olayın faili Türk devleti olduğuna göre öncelikle, “Devlet neyi hedefledi?” sorusunu cevaplamak gerekir. Türk devletinin hedefi, Öcalan’la devletin varacağı bir anlaşmaya, Kürt Uusal Hareketi ve genel olarak toplumsal muhalefet içinde itiraz edecek kesimleri korkutup, sindirmekti. Böylece, Öcalan tarafından cezaevinden kurtulma karşılığında minimize edilen (hatta Erdoğan’ın deyimi ile ifade edersek sıfırlanan) ulusal-siyasal talepler bu geri düzeyi ile, PKK ve Kürt halkına itirazsız kabul ettirilecekti. AKP iktidarının şark kurnazı siyasal tücacarları, böylelikle Öcalan’ın nüfuzunu kullanarak Kürt Sorunu’nu deyim yerindeyse ucuza kapatacaklardı.
Bugün uygulanmaya çalışılan da yukarıda işaret ettiğimiz plandır. Henüz şiddet devrede değil ancak, tehdit, siyasal linç ve hakaret kampanyaları ile itibarsızlaştırıp sindirme taktikleri uygulanıyor. Mesela, Dolmabahçe’de okunan Öcalan-AKP ortak açıklaması sonrasında eleştirel yaklaşım gösteren HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş siyasal bir linç kampanyasına maruz kaldı, hatta inceden inceye tehdit edildi. Yine, “çözüm sürecini baltalıyorlar” iddiasıyla diğer bazı kadrolar, AKP iktidarının yetkilileri tarafından yöneltilen hakaretlere maruz kaldılar.
Özetlersek: Bugün “çözüm süreci çok iyi gidiyor, susun, itiraz etmeden sürece biat edin” diyerek saldırganlaşanlar, dün bu mesajlarını üç kadın devrimciyi Paris’de hunharca katlederek vermişlerdi. Ancak, iktidar sahipleri hangi mesajları verirse versinler, sosyal-siyasal gerçekliği dikkate almayan bu kurnaz planlar belki; AKP’ye seçimlere kadar bir oyalama zamanı kazandırır, ancak eninde sonunda hayatın gerçekliğine çarpıp çökeceklerdir.