Ahmet Aydın/
20. 09. 2013 /
AKP iktidarı 2009-2010 yılları arasında Alevi sorununu çözme vaadiyle, Alevi temsilcilerinin de büyük bir umutla katıldıkları 7 çalıştay düzenledi. Bu çalıştaylarda Alevilerin sorunları enine boyuna görüşüldü ve ortaya çıkan görüşler raporlaştırılıp hükümete sunuldu. Ancak, AKP iktidarı sorunların çözümü doğrultusunda tek bir adım bile atmadı. Sanki sorunları çözme vaadinde bulunan ve pek çok çalıştay düzenleyen bu iktidar değilmiş gibi, konu rafa kaladırıldı.
Nedense; Başbakan ve AKP iktidarı, bugünlerde yeniden Alevileri hatırladı. Daha doğrusu Aleviler eylemleri ile kendilerini Başbakan‘a hatırlattılar.
Sadece Başbakan ve AKP değil, adeta düzenin tüm güçleri; telaşlı bir seferberlik halinde Alevilerle ilgilenmeye başladılar.
Türkiye’de Aleviler, AKP iktidarından önce de, eşit yurttaşlık haklarından yararlanmadılar. Hayatın her alnında ötekileştirildiler, horlandılar ve katliamlara uğratıldılar. Fakat, AKP diktatörlüğünün kurulmasına parelel olarak; devletin giderek dinsel referansalara dayalı olarak yeniden restorasyonu ile, Aleviler üzerindeki mezhepsel baskı daha da arttı. Suriye’ye mezhep temelli müdahale Alevilerin kaygılarını büsbütün arttırdı.
Genel boyutta da, AKP iktidarı; toplumun diğer kesinmlerinin yaşam alanlarına zorbaca müdahale ediyor. „ Ben çoğunluğum istediğim her şeyi yaparım“ anlayışı ile, diğer kesimleri hiçe sayarak ülkeyi yönetiyor. Ülkenin zenginliklerini yandaş sermaye gruplarına ve kişilere peşkeş çekiyor. Oluşan bu baskıcı ve kayırmacı ortam karşısında, diğer ezilen ulusal ve toplumsal kesimler gibi, Alevilerin öfke duyması ve düzen karşıtı eylemlere; diğer demokrasi güçleri ile birlikte katılması gayet doğaldır.
AKP ve düzenin diğer güçleri simdi telaşla Alevilerin yükselen öfkesini dindirmek ve onları demokrasi cephesinden koparmak için, görünüşte eski uygulamalardan ileri, ama özünde eski düzenin zihniyetini sürdüren bazı adımlar atıyorlar.
AKP yeni hazırlanan„demokratikleşme paketi“ ile, Cemevlerini „ inanç-kültür merkezleri“ olarak tanımlayıp bir „vakıf“ bünyesinde toplamak istiyor. Görülen o ki, bir çeşit „Alevi Diyaneti“ oluşturulacak. Bu projenin en önemli ayağı ise ; Alevi Dedelerinin (Pirlerin) maaşla çalışır duruma getirilmesidir. Yani Alevi Pirleri, Cami imamları gibi devlet memuru statüsüne alınacak .
Alevilere karşı yapılan, yeni bir asimilasyon hamlesi de, Gülen Cemati ve Cem Vakfı öncülüğünde gerçekleştirilen, ancak AKP ve CHP’nin de destek verdiği « Cami-Cemevi » projesidir. Bu projenin ilk adımı Ankara Tuzluçayır’da atıldı. Ancak, İstanbul’da da beş « Cami-Cemevi »nin inşa edileceği belirtiliyor.
« Cami-Cemevi » projesi ve « demokratikleşme pakti » içinde yer aldığı belirtilen yeni adımlar, Alevilerin büyük tepkisini çekti. Alevi aydınları ve kurumları yaptıkları açıklama ve düzenledikleri eylemlerle bu protestoları sürdürüyorlar.
Demokratik reform mu, iktidarı güçlendirme çabası mı ?
Başbakan Erdoğan, Taksim Gezi Parkı Direnişi sonrasında yaptığı açıklamada, “Maalesef Alevi vatandaşlarımızın da eylemlerde kitlesel olarak yer aldığını gördük” demişti. Kuşkusuz bu bir durum tespitidir. Ve bu durum tespiti, açılması beklenen yeni „demokratikleşme paketi“ içinde Alevilere dönük atılması düşünülen adımların ve bir bütün olarak düzenin güçlerinin Alevilere gösterdiği ilginin en önemli nedenidir.
Diğer bir neden, Türkiye’nin artık neredeyse yeni bir seçim sürecine girmiş olmasıdır. AKP bu seçim sürecinde, sokaklara taşan ve prestijini sarsacak güçlü halk hareketlerini önlemek istiyor.
Aslında, Alevilerin direniş eylemlerine kitlesel olarak katıldığını bilen iktidar, onların neden bu eylemler içinde yer aldığını da gayet iyi bilmektedir. Ne var ki, tıpkı Kürt Sorunu’nun çözümü meslesinde olduğu gibi, Alevi sorunun çözümü noktasında da, AKP, sorunun köklü bir biçimde çözümünden ısrarla ve titizlikle kaçmakta ve sorunun özüne girmeyerek etrafından dolanmaktadır.
AKP’nin sorunlara yaklaşımı, öz itibari ile Kemalistlerin yaklasımından farksızdır. Kemalistler, hem fiilen ve hem de söylem olarak ulusal ve toplumsal gerçeklikleri inkar ediyorlardı. Onlara kaba inkarcı ve asimilasyoncular denilebilir. Siyasal İslamcı AKP ise, gerçekliği söylem düzeyinde kabul etmiş gibi görünmekle birlikte, „tamam sorunlar ve farklılıklar var ama büyütülecek bir şey yok“ diyerek, sorunu küçümseyen ya da tümden yadsıyan veya tali çelişkilere indirgeyen bir taktik izlemektedir. Sonuç itibari ile, amalar, keşkeler ve kardeslik hikayeleri ile, bütün yollar tekrar „tek millet, tek vatan, tek devlet, tek dil, tek din…“ stratejisine bağlanmaktadır.
AKP sözde, „Kürt kardeşlerinin“ gerçekliğini kabul etmiş gözükmektedir. Ancak, diğer taraftan, Kürt Ulusal Sorunu’nu « Kürt vatandaşların bireysel sorunları » düzeyine indirgeyip, Kürt ulusal bilincini « ümmet kardeşligi » propagandasıyla karartmaya ve Kürt Ulusu’nun varlıgını gizlemeye çalışmaktadır. AKP, „İstediğiniz her şeyi verdik, daha ne yapalım“ diyerek, Kürtçe TV, dil kursu gibi basit adımlarla Kürt Sorunu‘nu çözdüğünü iddia etmektedir. Sonuç itibari ile bu durum, Kemalistler gibi ulusal ve toplumsal gerçekliğin inkarıdan başka bir şey değildir.
Alevilere karşı da benzer bir taktik izlenmektedir. AKP iktidarı, Alevilerin inanç kimliğini reel boyutu ile kabullenmemektedir. Bunun yerine, bu inancı « Ali‘yi sevenler klubü » düzeyine indirgeyerek, sorunun esaslarını yok saymaktadır. Ya da, „hepmiz müslümanız, o halde hepimiz camiye gitmeli ve namaz kılmalıyız“ dayatması ile Alevilerin farklılığını sinsice inkar etmektedir.
AKP iktidarı Alevilerin sorunlarının en önemli kaynağı olan resmi İslam zihniyetini ve çarpık laiklik anlayışını değiştirmek yerine, Alevileri bu çarpık anlayışa göre biçimlendirmeye çalışmaktadır.
Yeni „demokratikleşme paketi“nde yer aldığı açıklanan,“ Maaşlı Dedelik“ ve bir çeşit „Alevi Diyaneti“ anlamına gelen „vakıf“ örgütlenmesi, bırakalım laikliği gerçek anlamına kavuşturmayı, devletin din alanına müdahalesini derinleştirerek, bu alanı tümden kontrol etmesi sonucunu doğuracaktır.
AKP iktidarı, Alevileri, kendi çizdiği kulvara çekmek için; bir yandan yaşamın her alanında şiddet, tehdit, iftira dahil her türlü baskı aracı ile bu kesimi sindirmeye çalışmakta, diğer yandan maddi çıkar ilişkileri örerek bir işbirlikçi kesim oluşturmak ve bu kesim aracılığı ile Aleviliği resmi İslam‘a etngere etmeye çalışmaktadır.
« Eşit olmadan kardeşlik olmaz »
Daha öncede belirtiğimiz gibi, atılan adımlar eski horlama, dışlama ve katliam potikasına göre ileri adımlarmış gibi görünüyorlar. Ancak işin gerçeği , bu adımlar, Alevilerin hukusal-sosyal statüsünde esaslı bir değişiklik içermiyor, aksine eski zihniyetin yeni koşullar içinde yeniden üretilerek sürdürülmesine hizmet ediyorlar .
Osmanlı‘dan bu yana, Alevilik, resmi İslamın temsilcileri tarafında bırakalım İslam içinde ve „Ehli Sünnet“ mezhepleri ile eşit, kendi başına bir inanaç olarak görülmeyi , bir inanç olarak bile kabul edilmedi. Resmi İslam, Aleviliği « sapkınlık ve dinsizlik » olarak niteledi. Işte « Alevilerin canı, malı ve kadınları helaldir. » fetvaları, Alevileri « yok edilmesi gereken düşmanlar » olarak gören bu zihniyetin ürünüdür.
Osmanlı döneminde bu zihniyet, öncelikle Alevileri tümden oratdan kaldırmaya çalıştı. Katliam politikası çeşitli gerekçelerle hep sürüdrüldü. Tümden imha başarılamayınca, geride kalanların « iman yoluna getirilmesi » yani kendi zihniyetlerine uyar nitelikte « müslümanlaştırılması » poltikası devreye sokuldu.
Hacı Bektaş Dergahı‘na Nakşibendi Şeyhler atandı, Dersim‘e maaşlı Nakşibendi Şeyhlerin gönderilmesi planlandı. Alevi köylerine cami yapma politikası da, Osmanlı‘dan günümüze kadar kesintisiz bir şekilde sürdürüldü .
Peki, Osmanlı‘dan günümüze Türk Devleti‘nin Alevi politikasında niteliksel bir değişim var mıdır? Bu soruya olumlu bir cevap vermek mümkün değildir.
Bugünkü iktidar, Aleviliğe kendi başına bir inanç ve Cemevlerine bu inançtaki insanların ibadethanesi olarak yaklaşmıyor.
Yine bu iktidar, « Müslümanlarin ibadethanesi Cami‘dir. » diyerek, kendisini müslüman kabul eden tüm gruplara camiyi dayatıyor.
Açıtır ki, bu zihniyet Osmanlı‘dan günümüze sürdürülen Yavuz-Suud zihniyetidir.
Evet, katliamlar azalmış ancak asimilasyon, ötekileştirme ve horlama politikası sürüdürlüyor.
Aleviliği diğer inanaç gurupları ile eşit bir inanç ve Cemevlerini Alevilerin ibadethanesi olarak görmeyen, Cemevi‘ni ancak Cami‘nin bir eklentisi olarak meşru gören anlayışın atacağı her adım, Aleviliğe karşı sürdürülen tarihsel düşmanlık politikasının bir devamından başka bir şey değildir.
Bu söylenenlerden veya Alevilerin devletten eşit yurttaşlık hakları talep etmesinden, devletten Alevi inancının veya onun ibadethanelerinin tescilinin istendiği sonucu kesinlikle çıkarılmamalıdır. Hayır, Aleviler, bizim bir inacımız ve bu inacımıza uygun ibadethanelerimiz var. Demokratik bir devlet, bir inanç gurubunu diğer inanç gurupları karşısında kayıramaz, ayrıcalıklı davranamaz. Devlet, Sünni inacına sahip yurttaşına hangi hakları tanıyorsa Alevi, Hıristiyan, Yezidi ve Atesit yurttaşa da o hakları tanımalıdır. Yani, Aleviler devlet kapısında lütuf ve meşruyet arayışında değildirler, onların istediği; sadece ve sadece laik ve demokratik bir yönetimin doğal bir sonucu olan eşit yurttaşlık haklarıdır.
Aleviler oynanan oyununların farkında
Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyettin Hürrem Ulusoy, Alevilerin “Cami-Cemevi Projesi”ne olan tepki ve itirazlarının nedenini oldukça somut bir biçimde ortaya koyuyor :
“Eşit olmadan kardeşlik olmaz…Cami ile Cemevini birleştirmeye çalışmak yerine, iki ayrı ibadethanenin birbirine saygılı ve yan yana yaşamasını sağlamak gerekir. »
Başta, Alevi Bektaşi Federasyonu, Avrupa Alevi Konfederasyonu ve Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri olmak üzere, Alevilerin ezici çoğunluğunu temsil eden 11 Alevi kurumu da yayınladıkları bildiri ile uygulamaların amacını deşifre ettiler :
« Her iki inanç açısından da bir meşruiyeti ve hakkaniyeti yoktur. Arsasından, imar projesine, temelinden, harcına kadar yöntemi korsan zihniyeti gayrı meşrudur! Bu bir Asimilasyon projesidir, Aleviliği “ılımlı Siyasal İslam” içinde eritmeyi amaçlamaktadır. İki Hoca Efendinin “Mukaddes maksadı” Alevi Toplumunu demokratik hak taleplerinden uzaklaştırmak, hak ve özgürlükler mücadelesinde toplumsal muhalefetten koparmak ve “Ehlileştirme” çalışmasıdır…
AKP’nin “Alevi açılımı” ve “Çözüm süreci” de sahtedir. Maaşlı dedelik, devletleştirilmiş Alevilik, ibadethane statüsü tanınmaksızın cemevini diyanet vakfı içinde camileştirmek taleplerimiz arasında yoktur. Başbakanın yegane çabası sahte demokrasi paketleri ile yerel seçimler için zaman kazanmaktır. »
Alevi aydınları ve kurumları yaptıkları açıklamalarda, « Cami-Cemevi » projesine karşı gösterdikleri tepkinin, Cami’ye veya Sünni inançtaki insanlara değil, Alevililere ayrımcı ve düşmanca yaklaşan zihniyete karşı olduğunu özellikle belirtiyorlar. Evet, Aleviler ayrıcalık ya da diger inanç gruplarının haklarının kıstlanmasını değil, eşitlik ve özgürlük istiyorlar. Onlar bunun ancak gerçekten demokratik ve laik bir düzende mümkün olacağını biliyorlar. Bunun için Aleviler, devletin din işlerinden elini çekerek, din işlerini inanç gruplarına bırakmasını ve tüm inanç gruplarına eşit mesafede durmasını istiyorlar. Onlar; Diyanetten pay değil, Diyanetin tümdem kaldırılmasını, onlar, Dedelerin maaşa bağlanmasını değil ; devletin din adamlarına maaş ödememesini istiyorlar. Ki gerçek bir laiklik de bunu gerektirir.
„Maaşlı Dedelik“ Alevi inancının Dede/Pir ve talip ilişkisine aykırıdır. Dolayısıyla, bu uygulama aynı zamanda Aleviliğin özüne bir müdahaledir. Böylesi bir uygulama, hem Aleviliğin dejenerasyonuna ve hem de Alevi toplumunun devlet memurları tarfından kontrol altına alınıp yönlendirilmesine yol açacktır. Böylesi bir durum; Halk Aleviliği‘nin yok edilip yerine Devlet Aleviliği’nin geçirilmesi demek olacaktır.
Aslında böylesi bir uygulamanın örneği karşımızda duruyor. Cem Vakfı başkanı İzettin Doğan’dan bahsediyoruz. Demirel’in açıkladığı gibi, Cem Vakfı gizli ödenekten finanse edilerek kurulmuştur. İzzetin Doğan, bugüne kadar ruhunu şeytana satmış bir Hızır Paşa olarak, Aleviliği Türklüğe bağlamak için didindi durdu. Şimdiki sahipleri Siyasal İslam‘cı, o simdi de Alevilği Siyasal İslam‘a yamamaya çalışıyor.
Günümüzde toplumunun değerlerini İzettin Doğan gibi iktidara pazarlamaya çalışanaların çoğaldığını biliyoruz. Özellikle Dersim’de bu gibi kişilikler için pazarlanacak çok şey var. Ancak bu kişliklerin cürümü de Hızır Paşa’nın cürümü kadar olacaktır.