“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”
Ahmet Aydın
02. 06. 2015
Coğrafyamızda, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelelerin sıcak geçtiği ve bu mücadelelerde can veren pek çok devrimciyle birlikte, Nazım Hikmet’i andığımız Haziran ayındayız. Başlıkta yer alan Nazım’ın dizesi, o günden bu güne Nazım’ın ve bizim dinmemiş hasretimizi ve gerçekleşmemiş rüyamızı anlatıyor.
Sosyalistler diğer devrimciler, gerçek demokratlar, emekçiler, Kürtler, Aleviler ve tüm diğer ezilenler bu rüyanın gerçekleşmesi için çok büyük mücadeleler verdiler. Çok ağır bedeller ödendi, çok can verildi, ağır zulüm ve işkenceler görüldü.
Belki azımsanmayacak bir yol aldık, ancak ne yazık ki rüyamızı tümüyle gerçeğe dönüştürmedik. Yine de bizler; iktidarın zulmü karşısında, ne rüyamızdan ne de rüyamızı gerçeğe dönüştürme mücadelesinden vazgeçtik.
İktidar sahipleri de saltanatlarını korumak için, ne zalimliklerinden ve bizim kanımızı dökmekten vazgeçtiler.
Bizim, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar ve halklar için eşitlik, özgürlük ve kardeşlik rüyamız; şimdiki iktidar sahiplerinin yani siyasal İslamcı sermaye güçlerinin ise yeniden saltanat ve hilafet rüyası var. Şimdi bu iki rüya ve rüyalarının peşinden giden ezen ve ezilenlerin kavgası kritik bir eşiktedir.
Saltanat ve hilafet peşinde koşan siyasal İslamcı AKP iktidarı, halka, IŞİD’in Irak ve Suriye’de kurmaya çalıştığı türden yeni bir kölelik rejimi dayatıyor. Bu köleleştirme projesi “Yeniden Büyük Türkiye” veya “2023 Vizyonu” gibi Türk Halkı’nın milliyetçi ve dinsel duygu ve değerlerini istismar eden bir söylemle sunuluyor. Halbuki, dünyayı fethe çıkmış bu rantçı-talancı sermaye sınıfların ilk hedefi coğrafyamızda yaşayan emekçi sınıfları ve halkları teslim almaktır.
Güncel bir örnek, bu teslim alma ya da biat ettirme projesinin anlamını, AKP’nin 13 yıllık iktidarının sınıfsal niteliğini ve gizlemeye çalıştığı hedeflerini ve taktiklerini çarpıcı biçimde deşifre ediyor. Ahmet Davutoğlu, muhalefetin asgari ücretin yükseltilmesi önerisine karşı, önce TÜSİAD’ı harekete geçirmeye çalıştı. Bu çabasında başarılı olamayınca, İslami burjuvazinin örgütü MÜSİAD’ı harekete geçirdi. Davutoğlu sermaye sahiplerine şunu anlatmaya çalışıyor: İşçiler çok kazanırsa burjuva sınıflarının sermaye birikimi azalır. Burjuva sınıflarının sermaye birikimi düşük olursa, “Büyük Türkiye” hedefi suya düşer. Açıktır ki, AKP iktidarının kullandığı “Büyük Türkiye” kavramı aslında “büyük tekelci İslami sermaye sınıfları”nı ifade ediyor. Onların Türkiye’sinde işçinin, emekçinin sermayeye artı değer üretme dışında hiçbir rolü ve değeri yoktur. Çünkü ‘tanrı böyle buyurmuş’tur. O ‘bazılarımızı yoksul bazılarımızı zengin yaratmıştır.’ Ve yoksullara düşen kaderine razı olmaktır.
İsçiler diğer emekçiler az ücret alıp fazla çalışacaklar ki, sermayedarlar çok büyük sermaye biriktirebilsinler. Büyüyen sermayedarlar dünya pazarlarını ve hatta diğer ülkeleri fethedecek, böylece dünya pazarlarının ve ülkelerinin burçlarına Türk ve doğal olarak İslamiyet bayrağı dikeceklerdir. Peki, bu fetihlerden ve kurulacak yeni Osmanlı imparatorluğundan işçilerin ve emekçilerin payına ne düşecek? Elbette sermayedarlardan arta kalan kırıntılar ve en önemlisi de “şanlı Türk ve İslam bayrağının dünyanın dört bir yanında nazlı nazlı dalgalanması”nı göğüsleri kabararak izleyecekler. İşte bu onlara yeter de artar.
Çöküş sendromunun işaretleri
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı, 7 Haziran Genel Seçimi’nde hile ve terörle halka zoraki bir seçim yaptırıp bu kölelik rejimini meşrulaştırmaya çalışıyor. İktidar sahipleri bu hedeflerine ulaşmak için insanlık dışı bir söyleme ve provokasyonlara başvuruyorlar. Erdoğan, anayasadaki tarafsızlık ilkesini açıkça ihlal ediyor ve devletin imkanlarını kullanarak AKP lehine seçim kampanyası yürütüyor. Tümüyle dine, hakarete ve nefret söylemine dayalı, bayağı bir dil kullanıyor. O kendisini İslamiyet’in temsilcisi olarak sunuyor, diğer partileri de kafir olarak gösteriyor. Diğer yandan da Kürtlere karşı şovenizmi körüklüyor.
Erdoğan’ın özellikle son bir hafta içindeki davranışları ve konuşmaları ise, çöküş sendromu yaşayan bir diktatörün tipik özelliklerini gösteriyor. Yaşadığı çöküş korkusu ve endişesi gözlerinden okunuyor. Bu korku ve endişe nedeniyle otokontrolünü yitirmiş, aşırı düzeyde saldırganlaşıp kabalaşmıştır. Adeta serseri bir mayın gibi; ne zaman ve nerede patlayacağı belli değil. Iğdır’da sırtlarını dönerek kendisini protesto eden bayanlara karşı sarf ettiği çirkin sözler, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın açıkça tehdit edilmesi ve CHP lideri Kemal Kılıçtaroğlu ile ilgili kullandığı çirkin benzetmeler, Erdoğan’ın yaşadığı çöküş sendromunun açık belirtileridir. Bu manzara aslında zehirlenmiş bir atmosferde seçimlere gidildiğini gösteriyor.
HDP neden hedef seçildi?
Erdoğan ve AKP iktidarının kampanyasının başlıca hedefi HDP’dir. Çünkü HDP hem programı itibariyle Nazım’ın ve bizlerin rüyasına en yakın; hem de, barajı aşması durumunda AKP iktidarının tezgah ve planlarını, dolayısı ile hilafet ve saltanat rüyasını bitirecek partidir.
HDP, emekçilerin, yoksulların, kadınların ve gençlerin sokaklarda, fabrikalarda egemen güçlere karşı “insanca yaşam koşulları ve özgürlük” için kurduğu barikatları; bir adım ileriye, yani meclise taşıyabilecek bir yapıya sahiptir.
HDP, şovenizme karşı açık duruşu ile düzen partilerinden radikal bir biçimde farklılaşıyor. Şovenizme karşı radikal duruş, bu topraklarda halkların kardeşçe bir arada yaşamasının olmazsa olmaz koşuludur.
HDP, özgürlükçü laiklik anlayışı ile ve bunun bir sonucu olarak “Diyanet Işleri Başkanlığı”nın kaldırılması önerisi ile; hem devletin elinin din üzerinden çekilmesini, böylece inanç özgürlüğü üzerindeki keyfi sınırlamaların kaldırılmasını hem de dinin siyasileştirilmesini önleme noktasında diğer partilerden daha ileri bir anlayışa sahiptir. Devletin din alanına müdahalesine ve bir din ya da mezhebin diğer din ve mezhepler karşısında ayrıcalıklı pozisyonuna son verme, yine bu topraklarda farklı inanç gruplarının barış içinde bir arada yaşamasının ön koşuludur.
Ortak mücadele dönüştürür ve geliştirir
HDP zemininde oluşan demokratik ittifak, bir anlamda siyasi düzlemde yeni bir yol arayışıdır. Denilebilir ki, ilk kez, gerçek demokrasi ve özgürlük talebi olan halk güçleri birleşmiş ve egemenler karşısında etkili bir siyasal güç oluşturmuşlardır. Hiçbir gücün yaşanılan bu tecrübeyi yok sayarak, geçmişe dönme şansının olduğunu düşünmüyoruz.
Bu yolda birlikte yürüyen güçler süreç ilerledikçe başladıkları noktadan ileri ve etkili bir konuma geldiklerini göreceklerdir. Çünkü ortak mücadele süreci öğretici ve geliştiricidir. Bu gelişimi yadsıyan ve eski alışkanlıklarında ısrar eden güçler kaybeder.
Başlangıçta var olan kaygı ve kuşkuların da, bu mücadele süreci sonucunda giderileceğini ve bu durumun ilerde daha sağlam ve geniş birliklerin oluşmasına zemin oluşturacağını söyleyebiliriz. Bugün için halk güçlerinin önündeki görev “buzu kırıp yolu açmak”tır.
Dersim’in tercihi
Dersim Halkı, sağduyulu ve politik gelişmeleri yakından izleyen bir halktır. Buna bağlı olarak, HDP’nin gerici-faşist diktatörlüğe karşı tavrını açık ve kararlı bir şekilde ortaya koymasıyla Dersim Halkı’nın tercihinin HDP yönünde geliştiğini söyleyebiliriz. Gelişen bu eğlimin pratik işretlerini de görüyoruz.
HDP’nin Dersim adayları da Dersim değerlerini taşıyan ve bu değerleri sahiplenecek niteliktedirler.
Sosyalist grupların HDP zemininde birleşmesinin olumlu etkilerinin en çok görüleceği alanlardan biri de Dersim’dir. Kısaca manzara HDP’nin Dersim’de oldukça güçlü bir çıkış yapacağını gösteriyor. Dersime yakışan da böylesi bir çıkış olacaktır.
Son olarak: Bizler rüyamızın peşinden gitmeliyiz.