Yunanistan temerrüde düştü, Avrupa Birliği ekonomik modelinin temel prensiplerini referanduma götürüyor. Financial Times’tan Gideon Rachman’a göre, “Gerçekte iki demokratik yetki çatışıyor”: Yunan seçmeni neoliberal kemer sıkma, özelleştirme politikalarına son vermek istiyor. AB ülkelerinin seçmenleri de verdikleri borçların ödenmesini, Yunanistan’ın AB parasından yaralanmaya devam etmek için reform yapmasını (neoliberalizmi kabul etmesini) istiyor.
Sınıf ve devlet
Bu saptama, hem yaşanmakta olan krizin hakikatine, hem de kapitalizmde “sınıf-devlet-demokrasi” ilişkisine ışık tutuyor.
Mali kriz patlak verdiğinde, 2010’da Yunanistan’ın alacaklılarının hemen tamamını Alman ve Fransız bankalar oluşturuyordu. Bu bankalar yıllardır AB periferisine, (Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz, Ukrayna vb.) son derecede gevşek koşullarda kredi dağıtıyorlar (sermaye ihraç ediyorlar). Bu krediler de Almanya, Fransa gibi merkez ülkelerin sanayilerinin dayandığı “dış” talebi destekliyor, bu ülkelerin kapitalizmi kârlarını realize ederken Yunanistan, Avrupa periferisi ülkeleri borç biriktiriyordu. Kriz patladığında bankaların bu kredileri tahsil edememe olasılığı piyasalarda panik yarattı.
Bu noktada Avrupa’da devletler, Merkez Bankası, IMF devreye girip kurtarma paketleri aracılığıyla bu alacakları, bankalardan alıp Hazine’ye, diğer bir deyişle vergi ödeyen vatandaşların sırtına yıktılar. Böylece, “mali sermaye” aradan çıktı. Medya devreye girdi, Alman ve Fransız vatandaşlarını uyararak “siz niye tembel, müsrif Yunanlıların (İspanyol, Portekiz, İtalya, Ukrayna vb.,) refahını finanse edeceksiniz ki” propagandasını başlattı.
Borçlular, o zaman, “kemer sıkma politikaları depresyon yaratıyor, borç böyle ödenmez” diyebilir, hatta halk adına, “bu borcu biz almadık alanlar ödesin” diyerek neoliberal dayatmaları referanduma sunabilirlerdi. O zaman da bankalar kurtarılacaktı ama hem bunun için bir fiyat ödeyecekler hem de bu arada halklar henüz karşı karşıya getirilememiş olduğu için, borçlu ülkeler daha avantajlı bir noktadan pazarlık yapma konumunda olacaktı.
Ve demokrasi...
Bir taraftan, devletler finans sermayesini kurtarır, alacak yükünü halkın (vergi mükellefinin) sırtına yüklerken seçmene sormadılar. Diğer taraftan, beş yıldır Yunanistan’a dayatılan kemer sıkma (özellikle halkı hedef alan vergilerin yükseltilmesi, devletin sosyal harcamalarının kısılması, özelleştirme baskısı) politikaları ekonomik krizi derinleştirdi, borç ödemek için gerekli kaynaklar yaratılamadı; gelen yeni borçlar, doğrudan mali sermayenin kasasına gitti. Halk bu “mali yardımlardan” hiç yararlanamadan yoksullaşmaya, Yunanistan ekonomisi çökmeye devam etti. Bu sırada borçları almış olan Yunanistan kapitalist sınıfları vergilendirilemiyor, dahası paralarını ülke dışına kaçırıyorlardı.
SYRİZA hükümeti, beş aydır, halk adına AB troykası (Merkez Bankası, Komisyon, IMF) ile pazarlık yapmaya, bu mantıksız, adaletsiz, anti demokratik ilişkiyi, AB’den kapitalizmden çıkmadan kimi mütevazı reformlarla (uzlaşma arayışlarıyla) gevşetmeye çalışıyordu.
Gelinen noktada, SYRİZA’nın çabaları bence üç açıdan başarılıdır: Birincisi, pazarlıklar, AB kapitalizminin dogmatik, acımasız (öl ama borcunu öde) tutumunu gözler önüne serdi. Yunanistan halkı da ulusal egemenliğine sahip çıkarak, demokratik haklarını kullanarak emperyalizme direnmeye başladı. İkincisi, finans-kapitalin halkların demokratik iradesine, en ufak bir uzlaşmaya tahammülü olmadığı açıkça ortaya çıktı. Üçüncüsü, SYRİZA, hem Yunanistan’da hem de Avrupa genelinde halkçı, sol ve sosyalist güçlere bir deneyim, gerçekleri açıklamalarına, alternatif stratejileri geliştirmelerine fırsat tanıyan (bu fırsat değerlendirildi mi?) beş ay kazandırdı. Referandum kararıyla, AB kapitalizmini Yunan halkının demokratik iradesinin karşısına koydu. Pazar günü yapılacak oylama, yalnızca Yunanistan halkını değil tüm Avrupa, hatta dünya halklarını da ilgilendiriyor...