Syriza 5 ay direndi sonunda, Almanya’nın, Troika’nın dayattığı koşulları kabul etmek zorunda kaldı. Syriza’ya en başından karşı çıkan kimi “daha sol” kesimler şimdi “büyük yenilgiden”, “ihanetten” söz ediyorlar. Syriza’yı desteklemiş, ondan büyük dönüşümlere imza atmasını beklemiş olanlarda da düş kırıklığı hâkim; büyük, hatta “tarihsel bir yenilgiden” söz ediyorlar. Ben farklı düşünüyorum.
Syriza’nın sınırlarını baştan saptamış, “ne kadar direnirse, ne koparırsa kâr” anlayışıyla desteklemiş, Syriza’yı iktidara getiren ortamda, “bir tarihsel blok oluşturma fırsatı yakalanabilir mi?” diye düşünmüş olanlar da var. Bu kesim için, süreç tamamlanmadı; beş aylık direnişin, pazarlıkların getirdiği dersler, kimi siyasi ideolojik kazanımlar da var. Bir “tarihsel blok” olasılığı ortadan kalkmış değil. Gelişmeler, ilk iki gruptakilerin karar vermekte acele ettiklerini düşündürüyor
Emperyalizmin Pirus zaferi
Uluslararası mali sermayenin adına, Almanya önderliğinde, Yunanistan’la pazarlık eden Troika (IMF, AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası) istediğini aldı ama, bu bir Pirus zaferi oldu. Yunanistan’a dayatılan koşulların, ağırlığı, Financial Times’da bir yorumcunun, “Yalnızca 50 bakireyi Berlin’e göndermediği kaldı” ifadesindeki gibi, ekonomi-finans çevrelerinde bile tepki çekti.
Emperyalizm kavramını kullanmamın da haklı bir nedeni var! Liberal, New York Times’da Krugman “bu bir darbedir... Yunanistan’ın ulusal egemenliğinin imha edilmesidir” diyor. Muhafazakâr Daily Telegraph’ta Evans-Pritchard’a göre, “Yunanistan’a işgal edilmiş düşman ülke muamelesi yapıldı; bir AB jandarmaları eksik.” Foreign Policy’de yazan Phillipe Legrain’in, “Berlin buldozeri ve Atina yağması” başlıklı yazısı, Almanya “demokrasi, ulusal bağımsızlık gibi değerlerin üzerine bastı geçti, ardında bir köle devlet bıraktı. Sırada hangi ülke var?” saptamasıyla başlıyordu.
Özetle “sol”un dışındaki yorumlarda bile, “emperyalizm” ve “bağımlılık” gibi sorunların gündeme geldiğini görüyoruz. “Küreselleşme” kavramının kapattığı bu konular artık yeniden açılıyor. Çünkü, karşımızda bir ulus devletin rejimini belirleme, kaynakların yönetimini ele geçirme girişimi var. Syriza’nın direnişi, yarattığı tartışma ortamı olmasaydı, Avrupa Birliği’nin, emperyalizmin ötesinde sömürgeci özellikler geliştirmeye başladığı, bu kadar geniş bir çevrenin dikkatini çekebilir miydi?
‘Üç başlı köpek’ (Cerberus)...
Syriza’nın direnmesinin başka kazanımları da oldu: Örneğin, ekonomi basınında birçok yorumcu Avrupa Merkez Bankası’nın bağımsızlığını sorgulamaya, Almanya ilişkisini vurgulamaya başladı. Pazarlıklardaki katılığı, dayatmacılığı, bu tutumun yarattığı tepki de, Almanya’nın aslında Avrupa’yı hegemonyası altına birleştirmek için gereken “rızayı” alamayacağını, “yumuşak güç”ten yoksun olduğunu gösterdi.
Nihayet, IMF de “safları” bozdu ve bir mektupla Yunanistan’ın borç ödeme koşullarında kapsamlı bir rahatlama sağlanmazsa anlaşmadan çekilebileceğini açıkladı. Syriza süreci bir yere kadar getirdi, sınıra dayandı. Syriza’nın projesinin, “kapitalizmin”, “Avrupa Birliği’nin” koyduğu sınırları veri aldığına, bu sınırları bekleyen “üç başlı köpeğe” (medya, yasalar, devletin şiddet araçları) daha önce değinmiştim.
Şimdi, buradan daha ileri gitmek isteyenlerin seçimlerde kazanmanın, sokaklarda yürümenin ötesinde, bu “üç başlı köpeği” ne yapacakları konusunda da kafaları açık, çalışma tarzları, söylemleri belirlenmiş olmalıdır. Hem mücadelenin uluslararası plana taşınması, hem de yerelde siyasi çalışmanın, “üç başlı köpeğe” rağmen sürdürebilir kılınması gerekiyor. Bu konularda yeterince açık fikirleri, başarılı bir pratikleri olmayanların, Syriza konusunda konuşurken daha mütevazı olmalarında yarar var.
Hızla, bu “yenilgi” havasından çıkıp, bu noktaya kadar solda kurulamayan “birliği” oluşturmaya, “OXİ” ruhuna dayanarak, yeni bir direniş çizgisi kurmaya çalışmak gerekiyor.