Mertliğiniz buysa…
Ahmet Aydın
19. 08. 2015
Özellikle, Türk burjuva politikacıları savaş yıldönümlerinde nutuk çekerlerken, Türk askerine “mertlik’’ ve ’’kahramanlık” övgüsü yapmadan geçemezler. Bu retorik belki de yüzlerce yıllık, içi boş bir devlet ve toplum geleneğidir.
Türk polisi de, aynen asker gibi hiçbir zaman hak etmediği bu övgülerden her dönem payını almıştır. Recep Tayyip döneminde polis daha bir el üstünde tutulmuş, özellikle Gezi Direnişleri sürecinde, öldürdüğü ve yaraladığı insanların niceliği ile orantılı olarak “destan kahramanları” olarak selamlanmıştır.
Ahmet Davutoğlu, Çanakkale Savaşları’nın 100. yıl dönümü dolayısıyla bu yılın Mart ayında düzenlenen anma törenlerinde konuşurken şöyle bir cümle kurmuştu: "Bizim milletimiz savaştı mı mertçe savaşır, barıştı mı mertçe barışır.” Resmi zihniyet Türk milletini ‘asker millet’ olarak kabul ettiği için, bu resmi zevatın millet derken, askeri ve bugünlerde polisi de kasteteğini bilmeliyiz.
Anadolu insanın bir mertlik damarı var; bunu biliyoruz. Ancak, bu mertlik damarı iktidarın alanına tarihin hiçbir döneminde uzanmadı. Aksine o damar, tarihten bugüne devlet tarafından şiddetle, gerici ve şoven zihniyetle sürekli kesildi ve zayıflatıldı. Son 30 yılda Kürdistan’da devletin güvenlik güçlerinin işlediği suçların tablosu, devlet geleneği ile bu halk kültürü arasındaki uçurumu çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor.
Ne mertçe dövüşüyorsunuz ne de mertçe barışıyorsunuz
90’lı yıllarda Kürdistan’da yürütülen savaşta askerlerce esir alınan veya yaralı yakalanan gerillaların işkence ile katledildiğini, ölü olarak yakalanan gerillaların cesetlerinin parçalandığını, kulaklarının kesildiğini ve cesetlerin panzerlere bağlanarak sürüklendiğini biliyoruz. Bu vakaları belgeleyen çok sayıda resim ve itiraf basına yansıdı.
En önemlisi de, Türk devleti böylesi savaş suçlarını ve canavarlık gösterilerini hiçbir dönem mahkum etmedi. Aksine bu uygulamaları yürüttüğü imha ve ezme siyasetinin doğal bir yöntemi olarak onayladı.
Bugün yine Kürdistan’da 90’lı yıllardaki örneklerini aratmayan katliamlar ve canavarca suçlar işleniyor. Muş’un Gımgım (Varto) ilçesinde, 10 Ağustos günü özel harekat timleri tarafından öldürülen HPG’li kadın gerilla Kevser Eltürk’ün (Ekin Van) cesedi çırıl çıplak vaziyette sokaklarda teşhir edildi.
Evet, Anadolu’da, Kürdistan’da ölüye eziyet etmeme, düşman bile olsa cenazeye saygı gösterme geleneği vardır. Bu kültür, olgunlaşmış insanın kültürüdür. Olgunlaşmış insan, hayatın tecrübelerinden öğrenmiştir, o her canlının eninde sonunda öleceğini ve ölümün her canlının mutlak olarak eşit olduğu tek nokta olduğunu bilir. Diğer yandan; cansız beden savunmasız bir nesneye dönüşür. Savunmasız bir nesneye saldırmak ve ondan intikam almaya çalışmak; olsa olsa hayvani bir intikam içgüdüsünün eseridir.
Kendisini savunamaz durumda olan bir bedene saldırmanın, ona eziyet etmenin mertlikle ve insanlıkla uzaktan yakından bir alakası yoktur. Mertlik, ancak kendisini savunabilecek bir kişi karşısında gösterilebilecek bir erdemdir.
Öncesini bir yana bırakalım; son 30 yıldır Türk askeri ve polisi Kürdistan’da yürütülen savaşta bu tür suçları işlemeyi bir gelenek haline getirmiştir. Dolayısı ile, içi boş resmi retoriğin aksine, bu güçler “mertçe dövüşme” övgüsünü kesinlikle hak etmiyorlar.
İşkence edilmiş cesetlerin teşhiri ve benzeri canavarca faaliyetler; önceden belirlenmiş bir strateji doğrultusunda hayata geçirilen planlı ve organize savaş faaliyetleridirler. Türk güvenlik güçleri, bir bayan gerillanın çıplak bedenini teşhir ederek, onun şahsında Kürt kadınını ve Kürt halkını aşağılamak ve küçük düşürmek istiyorlar. Onlar, bu eylemleriyle bir yandan kendi iğrenç ahlak anlayışlarını sergilerlerken, diğer yandan halk ve gerilla saflarında korku, yılgınlık ve güvensizlik yaratarak, sömürgeci egemenlik politikasının hakimiyetini pekiştirmeye çalışıyorlar. Bu toprakların sahibi ve Kürtlerin efendisi biziz ve sizi işte böyle ezeriz demek istiyorlar. Fakat unuttukları bir şey var, böylesi ahlaksız ve iğrenç eylemlere başvurmaları, onların çaresizliklerinin ve korkularının da bir göstergesidir. Şiddetle ve savaşla Kürt halkını dize getiremedikleri için, böylesi bayağı psikolojik savaş yöntemlerine başvuruyorlar.
Kürt halkı bu sömürgeci faşist saldırganlığa boyun eğmiyor. Aksine, saldırılara, zamana denk düşen bir adımla, kendi öz yönetimini kurma atılımıyla cevap veriyor. 1984 yılında, 12 Eylül askeri faşist darbesine karşı meşru bir isyan olarak başlayan gerilla direnişi, ne tesadüftür ki, bugün sadece Kürt halkının değil, aynı zamanda Türk halkının da iradesini teslim almaya çalışan Recep Tayyip ve AKP’nin gerçekleştirdiği sivil faşist darbeye karşı öz yönetimlerin inşası temelinde bir halk direnişine bürünerek yeni bir aşamaya evriliyor.
Biz, 10 Ağustos günü Gımgım sokaklarında yere uzanmış, adı Ekin olan bir dağ çiçeği gördük, bir de yanında bekleşen cehennem köpeklerini.