Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

HENDEKLERİ VE BARİKATLARI ANLAMA REHBERİ (1)

HENDEKLERİ VE BARİKATLARI ANLAMA REHBERİ (1)


Celal Başlangıç / haberdar.com / 8 Aralık 2015

 

AKP'NİN 'İSTİKRAR'I HENDEĞE DÜŞTÜ, BARİKATA ÇARPTI

 

Hendeğin hemen dibinden, iyi tahkim edilmiş bir barikat yükseliyordu.

 

Yayaların geçebilmesi için bırakılan aradan geçince, barikatı oluşturan iri taşların arkasında 60'lı yaşlarda biri karşıladı bizi elinde "kaleş"iyle.

 

Hendeklerin, barikatların arkasında daha çok gençleri görmeye alışkın olduğumuz için yaşını başını almış bir YDG-H'liyle, yani 60 yaş civarında bir "Yurtsever Devrimci Genç"le karşılaşınca şaşkınlıktan ağzımızdan "Hayrola" sözcüğü döküldü.

 

Çömeldiği duvara "kaleş"ini dayayıp ayağa kalktı. Hemen arkasındaki iki katlı evi gösterdi. Gülümseyerek anlatıyordu:

 

"Biz burada oturuyoruz. Benim küçük oğlan 20 saattir nöbet tuttu bu sokağın başında. Gidiyorum, geliyorum, bakıyorum oğlan orada. Yatıyorum, kalkıyorum, yine orada. Daha 19 yaşında çocuk. Dayanamadım, indim buraya, oğlana 'Silahı bana ver, ben devralayım nöbeti, sen git biraz uyu' dedim. Önce olmazlandı ama sonra kabul etti, işte siz de beni böyle nöbette yakaladınız."

HENDEKLERİN ARKASINDA HALK VAR

 

Anlaşılacağı gibi, "yandaş merkez medya"nın ve "sinmiş merkez medya"nın göstermek istediği gibi değil hendeklerin, barikatların arkasındaki gerçek. Sadece "PKK'li teröristler" yok hendeklerin arkasında. Hatta PKK'li gerillalar bazı yerlerde çok az var, bazı yerleşimlerde ise hiç yok. Daha çok gençler var hendeklerin, barikatların arkasında ama; anneleri de, babaları da, kardeşleri, dayıları, amcaları, ağabeyleri de, komşuları da bu gençlerle beraber. Yani sokağa çıkma yasakları ilan edilip üzerine operasyon yapılan, elektriksiz, susuz kalan, açlık tehlikesiyle burun buruna gelen, evleri kurşunlanan, bombalanan, keskin nişancıların hedefi olan hatta yakınlarını yitiren insanlar da bütün olumsuz koşullara karşın destek veriyorlar yaşanan sürece.

 

Sonuç olarak hendeklerin, barikatların arkasında sadece "etkisiz hale getirilecek üç beş terörist" değil, halk var.

 

Geçtiğimiz Cuma günü (4 Aralık) "1990'lardan 2015'e Kürt sorunu: Artık köyler değil, ilçeler boşaltılıyor" başlıklı yazımda ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili bir döküm vermiştim. Çok değil, dört gün önceki dökümde, 7 Haziran seçimleri sonrası ilk sokağa çıkma yasağı ilan edilen 16 Ağustos'tan o güne kadar geçen yaklaşık dört ay (111 gün) gibi bir sürede 17 ilçede 37 kez, toplam 120 gün sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti.

 

Bu yazının üzerinden dört gün geçti. Şu anda ilk sokağa çıkma yasağı ilanından bu güne 120 gün, yani net dört ay geçti. İşte dört gün gibi kısa bir sürede toplam sonuçların vardığı nokta:

 

18 ilçede, 40 kez, toplam 130 gün sokağa çıkma yasağı...

 

Bu satırlar yazılırken Diyarbakır'ın Sur İlçesi'nde, ilan edilen beşinci sokağa çıkma yasağı altıncı günündeydi ve hala sürüyordu. Bir suikaste kurban giden Tahir Elçi'nin korumaya çalıştığı o tarihi dokuda bulunan Paşa Hamamı'nın, Kurşunlu Camisi'nin yakıp yıkıldığına dair haberler geliyordu. Altıncı kez ilan edilen ve hala sokağa çıkma yasağı süren bir başka kent, Nusaybin'den gelen haberler de "çatışmalı"ydı, "ölümlü"ydü.

 

AKP iktidarı bir ilçede bir defa sokağa çıkma yasağı ilan ediyor, askeriyle, özel harekatçılarıyla, tankıyla, topuyla, zırhlı araçlarıyla, keskin nişancılarıyla günler süren operasyon yapıyordu. Ne oluyordu, neyi çözemiyor da sonra bir daha, bir daha, bir daha sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor; bir daha, bir daha operasyon yapıyordu.

 

Dört ay içinde Nusaybin ve Silvan'da tam altışar kez, Sur'da beş kez, Cizre ve Lice'de dört kez, Yüksekova'da üç kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti.

 

Devletin bütün gücüyle yüklenmesine rağmen halledilmeyen sorun neydi?

 

Anlatalım.

 

NEDEN DEFALARCA SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI İLAN EDİLİYOR?

 

Bugüne dek sokağa çıkma yasağı ilan edilen il merkezi ve ilçe sayısı 18'i buldu. Bunlardan bir kısmında dokuz gün, 14 gün operasyon yapmasına karşın hendekleri aşamadı, barikatları geçemedi. Defalarca ilan edilen sokağa çıkma yasakları, sivil ölümleri de sonucu değiştirmedi. Örneğin Cizre ve Nusaybin...

Sokağa çıkma yasaklarından birinin öncesinde de, sonrasında da Cizre'ye girmiştim. Tam dokuz gün süren operasyon sonrasında hendekler daha derinleşmiş, barikatlar daha da güçlendirilip yükseltilmişti.

 

Bu nedenle bu tür kentlerde bir daha, bir daha sokağa çıkma yasakları ilan edildi, operasyonlar yapıldı.

 

Bazı kentlerde yapılan operasyonlar sonucu hendekler kapatıldı, barikatlar temizlendi. Ancak bu tür kentlerde de yeniden, yeniden sokağa çıkma yasakları ilan edilip operasyonlarla yeniden mahallelere ve sokaklara girilmeye çalışıldı.

 

Buradaki sorun da şuydu; özel harekatçılar zırhlı araçlarla, zırhlı kepçelerle, asker tankla  mahallelere giriyor, hendekleri kapatıyor, barikatları yıkıyor. Sonra da çıkıyor.

 

Sokağa çıkma yasağı bitip askerler, özel harekatçılar o kentten çekilince yeniden hendekler açılıyor, barikatlar yükseliyor. Çünkü orada direnenlerin neredeyse hemen hepsi o kentin, o mahallenin, o sokağın gençleri, kadınları, yaşlıları...

 

BARİKATLARIN ARKASINDA KİM VAR?

 

Örneğin ilk sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde Silvan'daydım. Dördüncü kez ilan edilen sokağa çıkma yasağı biter bitmez de girmiştim Silvan'a. En çok hendek ve barikat olan mahalleler Tekel, Konak ve Mescit'di. Bütün bu mahallelerin sokaklarını gezdirdiler. Evler kurşunlanmış ve bombalanmıştı, araçlar yakılmıştı. Bütün barikatlar temizlenmiş, hendekler kapatılmıştı. Sokaklara düşen havantopu çukurlarından başka bir hendek yoktu.

 

Ancak kısa bir süre sonra beşinci, ardından altıncı sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Çünkü o sokaklardaki, mahallelerdeki insanlardı hendekleri kazan, barikatları yükselten. Operasyon bitip özel harekatçılarla askerler gidince yeniden kendilerini güvenceye almak için yıkılan barikatları kuruyor, hendekleri açıyorlardı.

 

Aslında o hendekleri açan, barikatları kuranların kim olduğuna biraz daha yakından bakmak gerekiyor.

 

Birincisi, bu direnişte en aktif eylemliliğe sahip olan gençler.

 

Bu gençleri de üç gruba ayırmak gerekiyor.

 

Birincisi ve en kalabalık olanları YDG-H örgütlenmesi içinde olan ve ne zaman, nerede aldıkları bilinmeyen bir eğitime sahip olan ama o kentte, o mahallede, o sokakta oturan gençler.

 

İkincisi bazı yerleşimlerde, çok az sayıda olan PKK gerillaları. Anlatılan o ki, bazıları "kış çekilmesi"ne katılmayıp "özsavunma" yapılan kentlerin hendeklerinde, barikatlarında kalmıştı.

 

Üçüncü grup da PKK gerillası ya da YDG-H militanı olmayan, eğitim almamış ama kendi kentlerindeki, mahallelerindeki, sokaklarındaki direnişe katılan gençler.

 

KENTLERİ BEKLEYEN BİR VEKİL

 

Mardin Milletvekili seçildikten sonra TBMM'den çok sokağa çıkma yasakları olan kentlerin kapılarında gece gündüz bekleyen, açlık grevi yapan, biber gazı yiyen Mithat Sancar yaşananları değerlendirirken ilginç tespitler yapıyor:

 

"Silvan'da örneğin çok uzun süren bir sokağa çıkma yasağı oldu. Devlet uzun bir ablukadan sonra arabulucuları kabul etti. Hatta bunlardan biri de Tahir Elçi'ydi. Sonunda silahlı güçler çekildiler. Hendekler büyük ölçüde kapatıldı. Ancak her yeri mutlak bir kontrol altında tutmak mümkün değil. Mobil, hızlı hareket eden ve dinamik bir örgütlenme var. Yani yeniden hendeklerin açılıp barikatların kurulmaması için operasyon yapan güçlerin en az yarısının o kentte kalması gerekiyor. Bu da şehrin bir tür işgal altında kalması anlamına geliyor. Şu anda bölgede yaşanan sürekli bir taciz etme hali. O kentlerde halkı bezdirmek, o mahallede yaşayanlara orasını terkettirmek hedefleniyor sanki."

 

Sancar'a göre hendek kazılan, barikat kurulan kentlerde devlet kendi gücünü göstermek istiyor, "Ben buradayım" diyor, "İnsan hakları ve hukuk devleti benim derdim değil" demek istiyor. Sancar, gidebilenlerin yaşadıkları kenti terkettiklerini, ancak kalanların daha da militanlaştığını anlatıyor.

 

Aslında bugün devletin göremediği 1980'lerin ikinci, 1990'ların ilk yarısında yaşananlar.

 

Çünkü bugün kentlere saldırdıkça, PKK'nın tutumuna kızan bazı kişilere bakarak AKP'nin güvenlik bürokrasisi "sonuç alıyoruz" sevincinde.

 

Yani bugünlerde PKK ile halk arasına bir kama soktuklarına inanıyorlar.

 

Oysa bölgede PKK'nin silahlı eylemlere başlaması sonrasında devlet köyleri boşaltmaya başladığında yörede yaşayan bazı Kürtler de PKK'ye kızmıştı. Hatta o tarihte devletin güvenlik bürokrasisini yönetenler bu gelişmeyi ellerini oğuşturarak seyrediyorlardı.

 

Ancak köylerinde kalmayı becerenler de, çevre kentlere inenler de sonunda büyük bir destek verdiler örgüte.

 

Yani demem o ki, bu tabloya bakıp sevinmeyin, devleti yönetenler 1980'li, 90'lı yıllarda da aynı hatayı yapmışlardı. Sonunda gelinen nokta, köy boşaltmaktan kent boşaltmaya vardı.

 

"Çözüm süreci"nin uğradığı kesinti, müzakere masasının daha kurulmadan devrilmesi, HDP'nin siyasi alanının daraltılması, gündeme demokratik bir talep olarak gelmesi gereken "özyönetim"in askeri açıdan "özsavunma"öncelenerek gündeme girmesine sebep oldu. Kabul etmek gerekir ki PKK, çok kıvrak bir manevrayla "özyönetim"i özellikle bölgede herkesin gündemine sokmayı başardı.

 

İsterseniz gelinen son noktayı önceki gün yaşanan bir olayla anlatayım.

 

Silopi'de "özyönetim" ilan edilen Şehit Harun Mahallesi üzerinde keşif yapan bir İHA (İnsansız Hava Aracı), barikatlarda bekleyen gençler tarafından düşürülüyor. Sonra da bu sosyal medyada görüntülü olarak dönüyor:

 

"Silopi'de özyönetim hava sahasını ihlal eden bir Heron düşürüldü."

(SÜRECEK)

 

CELAL BAŞLANGIÇ / HABERDAR