Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

HDP yöneticilerinin linç edilmesine ortak olmak

 

HDP yöneticilerinin linç edilmesine ortak olmak

 

Ahmet Aydın

05. 03. 2016

 

7 Haziran seçimleri öncesinde Kürt halkına karşı bir soykırım savaşı başlatan Türk devletinin öncelikli olarak saldırdığı kesim, Kürt halkının yasal alandaki öncüleriydi. Devletin tetikçileri HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın evinin kapısına kadar gittiler. Diyarbakır mitinginde bomba patlatıldığında Selahattin Demirtaş da alandaydı. Suruç’ta bombayı patlatanlar Figen Yüksekdağ’ın da orada olacağını hesaplamışlardı. Selahattin Demirtaş’ın arabasına ateş açıldı. Figen Yüksekdağ da birkaç kez yürüyüş esnasında silahlı saldırıya uğradı ve ciddi ölüm tehlikesi atlattı. Başta Faysal Sarıyıldız olmak üzere, pek çok HDP milletvekili katıldıkları eylemlerde kitleyle birlikte tarandılar. Ciddi ölüm riskleri atlattılar. Vicdanı olan her insan, HDP yöneticilerinin ölümü göze alarak ya da ‘kelleyi koltuğa alarak’ siyaset yürüttüklerini görür. Bu insanlar Kürt halkı ve Türkiye’deki muhalif kesimler gibi faşist terörün hedefidirler ve her gün ölümle burun buruna yaşıyorlar.

2015 yazında HDP milletvekili Faysal Sarıyıldız’a karşı polis-basın-siyasetçi ortaklığıyla bir linç ve itibarsızlaştırma kampanyası başlatılmıştı. O zaman kamuoyu Faysal Sarıyıldız’ı iyi tanımıyordu. Sarıyıldız’ın Cizre halk direnişi sürecinde gösterdiği duruş, devletin neden önceden onu hedeflediğini bize fazlasıyla anlattı. Devlet kuşkusuz cesur, kararlı ve bilinçli halk önderlerini iyi tanıyordu. Bu nedenle halkı ezmek için öncelikle halkın önderlerine saldırıyordu. Bugünlerde Pekergillerin reisi Erdoğan ile çırağının ‘Arabasıyla silah taşıyan milletvekilleri var, onlar milletvekili değil teröristtir’ yalanını yeniden servis ettiklerini biliyoruz. Psikolojik savaş komploları eşliğinde yeniden Faysal Sarıyıldız hedef haline getiriliyor.

Öte yandan lümpen faşizmin tetikçilerinden Ayhan Babuşçu kendi Twitter sayfasında açıkça Selahattin Demirtaş’ı ölümle tehdit etti ve başına ödül koyduğunu açıkladı. Göbbels basının bir parçası olan Yani Şafak gazetesinde yazan tetikçi İbrahim Karagül ‘Demirtaş hepimiz için ortak bir tehdittir’ diyerek, onu hedef haline getirdi.

Bugünlerde HDP milletvekilleri ile ilgili hazırlanan fezlekeler meclis gündemine getiriliyor. Pekergillerin reisi çoktandır ‘savcılar ve meclis gereğini yapmalı’ diyerek HDP’ye karşı saldırı emri vermişti. Neo faşist Perinçek ve Devlet Bahçeli HDP’in kapatılmasına ve milletvekillerinin tutuklanmasına dünden hazırlar. Bu faşist odaklar uzun bir süredir HDP’nin susturulması yönünde propaganda yapıyorlar ve itibarsızlaştırma kampanyaları yürütüyorlar.

Türk devleti uzun bir süredir bayağı bir psikolojik savaş taktiği kullanıyor. Türk devletinin yukardan aşağıya pek çok yöneticisi, HDP, PKK diğer devrimci örgütlerin yöneticilerinin savaşmadıklarını, hatta lüks bir yaşam sürdürdüklerini, ancak halk çocuklarını ölüme gönderdiklerini iddia ederler. Sanki Türk devletinin yöneticileri direk savaşa katılıyorlarmış, ya da kendi çocuklarını savaşa gönderiyorlarmış da, başkalarını ‘siz neden savaşmıyorsunuz’ diye suçluyorlar. Aslında bu propaganda ‘devlete karşı mücadele etmek için bir neden olmadığı halde terör örgütleri ve dış güçler gençleri kandırıp devlete karşı kullanırlar’ anlayışına dayanır. Yani devlete göre, devlete karşı mücadele edenler aslında kandırılmış kişilerdir. Bu propaganda Türk devletinin var oluşuyla birlikte süregelen bir propagandadır. Bu anlayışa dayalı olarak, Türk devleti Kandil’deki PKK yöneticilerinin adeta dağ villalarında tatil yaptıklarını, gerillayı savaşa gönderirken kendilerinin ölüm tehlikesi olmadan yaşadığı propagandasını yapar. Bu propagandayı yayan pek çok piyona da, internet ortamında sıklıkla rastlanıyor. Halbuki, öncesini bir yana bırakalım 24 Temmuz 2015’ten bu yana Türk devleti özellikle PKK kadrolarını katletmek için Kandil bölgesine tonlarca bomba yağdırıyor. Gerçek olan şudur: PKK yöneticileri Türk devletinin her zaman özel hedefi olmuşlardır.

Aynı propaganda HDP yöneticilerine karşı da yapılmaktadır. Cezaevlerinde açlık grevleri olduğu bir dönemde HDP yöneticilerinin yemek yerken çekilmiş eski fotoğrafları yayınlanarak ‘tutuklular açlık grevindeyken HDP’liler kebap yiyor’ diye yayınlar yapılmıştı. Ya da direnişin yükseldiği dönemlerde HDP yöneticilerinin gizlice çekilmiş tatil görüntüleri yayınlanır. Amaç, kamuoyuna ‘bakınız halk ölürken HDP’liler eğleniyor’ mesajı vermektir.

Bu gerçeği anlamayanlar resmin bütününü göremezler, detayda boğulurlar ve hatta zaman zaman devletin ustaca sergilediği oyunlara alet olmaktan kurulamazlar. Mahmut Alınak’ın ‘Susmak ihanettir’ başlığıyla yayınlanan yazısı maalesef Türk devletinin bugün HDP’ye karşı sürdürdüğü linç kampanyasına hizmet etmiştir. Alınak’ın bu kampanyaya bilinçli olarak katıldığını söyleyecek durumda değiliz, ancak HDP yöneticilerinin bugüne kadar sürdürdüğü mücadele hattını bir çırpıda yadsıyıp, yapılmış olsa bile; bir hatadan kalkarak, bu yöneticilere ‘Halkı devletin önüne atacaksın, kendin de içeride oturup çay kahve içeceksin’ suçlaması yöneltmek kasıtlı değilse, büyük bir yanlış ve vicdansızlıktır. HDP yöneticileri hiç böylesi yürüyüş ve eylemlere katılmamış olsalardı, belki bir nebze bu söyleneler anlamlı olurdu. Ancak bu insanların mücadelesi inkar edilmeyecek şekilde ortadadır.

Alınak’ın Cizre direnişi ve bu direnişin simgesi olan Mehmet Tunç’la ilgili söylediklerini ise iyi niyetli bulmuyorum. Alınak, Mehmet Tunç’u Mehmet Tunç’la karşı karşıya getirmeye çalışmıştır. Devletin soykırım saldırısı karşısında sivil ve siyasi bir kurum olan HDP belki daha fazla çabalayabilirdi, ancak bu kurumu adeta bir savaş gücü gibi ele alıp ‘neden kurtarmadın’ diye eleştirmek iyi niyetli bir yaklaşım değildir. Ayrıca direnen insanları oraya HDP göndermedi. Kuşkusuz orada bir örgütlülük ve siyasal program var ancak, her halükarda insanlar kendi iradeleriyle ve kendi idealleri uğruna direnişi seçtiler. Kimse kimseyi kandırarak ya da zorlayarak böylesi bir direnişe sürükleyemez. HDP’nin yaptığı gelişen bu halk direnişini sahiplenmek ve onun yanında durmaktır.

HDP ve PKK Kürt halkının ulusal-demokratik talepleri uğruna; haklı ve meşru bir mücadele yürütüyorlar diye, yaptıkları tüm eylemler de otomatikman haklı, doğru ve meşrudur diye bir anlayışa sahip değiliz. Hayır, haklı ve meşru bir zeminde olanlar da hata ve yanlış yapabilirler hatta suç işleyebilirler. Haklı ve meşru çizgide olanların eylemleri ve söylemleri de bu haklılık ve meşruluk çizgisine uygun olmalıdır. Bu temelde eleştiri en çok haklı ve meşru olan kesimler için gereklidir. Ancak, ezenlerle ezilenler ya da düzenle halk arasındaki mücadele ve sosyal-siyasal fay hattını dikkate almayan eleştiriler; haklı bile olsalar, yapıcı ve geliştirici bir etki yaratmazlar.

Türk devleti bütün kurumlarıyla Kürt halkına ve ulusal hareketin kurumlarına karşı bir topyekun savaş açmış durumdadır. Bu bir soykırım savaşıdır. Bu savaşta bir yandan fiziki imha sürdürülüyor, diğer yandan itibarsızlaştırma ve siyasal linç kampanyaları yürütülüyor. Böylece toplumsal ve siyasal meşruyeti zayıflatılan öncülere karşı operasyonlar kolaylaştırılıyor ve sonuçlarının maliyeti azaltılıyor. HDP yöneticilerine karşı yürütülen psikolojik savaş ve linç kampanyasının amacı da budur. Amaç, milletvekilliklerinin düşürülmesi hatta HDP’nin kapatılması karşısında toplumun ve dış dünyanın geliştireceği tepkiyi hafifletmektir.  HDP yöneticilerine karşı yürütülen psikolojik savaş ve linç kampanyasını bu çerçevede görmeliyiz.