Anakara‘da masum insanlar katledildi
Ahmet Aydın
16. 03. 2016
13 Mart Pazar günü Ankara’da Güvenpark’ta gerçekleştirilen bir bombalı intihar saldırısı sonucu, 37 kişi öldü 70’ten fazla insan yaralandı. Bu saldırıyı kınıyoruz.
Henüz saldırıyı üstlenen olmasa da, Hüseyin Ali imzasıyla yayınlanan bir yazıda; bu saldırının ‘’çevik Kuvvet polislerini hedefleyen eylem’’ olduğu belirtildi. Verilen bu mesaj, saldırının TAK ya da PKK’ya bağlı diğer askeri birimlerce gerçekleştirildiğini gösteriyor.
Resmi makamlarca açıklanan kayıplar arasında polis ya da başka bir güvenlik görevlisine rastlanmıyor. Kaldı ki, ölenler arsında birkaç polisin olması neyi değiştirir ki? Kalabalığın yoğun olduğu bir alanda polise karşı eylem yapmak demek, aslında masum sivil insanları hedeflemek anlamına gelir. Dolayısıyla Hüseyin Ali’nin açıklaması durumu değiştirmez. Bu saldırı masum sivil insanlara karşı gerçekleştirilmiş bir katliamdır. Saldırıyı gerçekleştiren insanın niyetinden, amacından bağımsız olarak; bu saldırı meşru bir eylem değildir. Bu saldırı haksız bir saldırıdır. Çünkü masum insanların yaşam hakları ellerinden alınmış ve insanlara zulüm yapılmıştır. Bu nedenle de, bu saldırı Kürt halkının meşru mücadelesine ve kazanımlarına da büyük bir zarar vermiştir.
Uluslararası İnsancıl Teamül (Örf-adet) Hukukunda ilk başlık ‘Siviller ile muhariplerin ayrıt edilmesi’dir. Bu alanda birinci kural şudur:
‘’Bir çatışmanın tarafları, siviller ile muharipleri her zaman birbirinden ayırt etmek zorundadır. Saldırılar yalnızca muhariplere yönelik olabilir. Sivillere karşı saldırı yapılamaz.’’
İkinci kural ise şudur:
‘’Asıl amacı sivil halk içinde terör yaratmak olan şiddet eylem ya da tehditleri yasaktır.’’[1]
Denilebilir ki, ‘karşımızdaki düşman bu hukuka uymuyor, biz neden uyalım?’ Kürt hareketi evrensel hukuk kurallarına uymalıdır; çünkü, Kürt halkının mücadelesi haklı bir mücadeledir ve bu haklılık onun mücadelesinin meşruiyetinin kaynağıdır. Türk devletinin Kürt halkı üzerindeki egemenliğinin ise meşru ve haklı bir temeli yoktur. Bu egemenlik sadece zor ve zorbalıkla sürdürülmektedir. Nitekim bugün Kürt halkına karşı yürütülen soykırım savaşı hiçbir ahlaka ve hukuk kuralına uyulmadan yürütülmektedir. Bu nedenle de biz, Türk devletini soykırım yapmakla suçluyoruz ve dünyadaki tüm hümanist, ilerici, demokrat kesimler Kürt halkının yanında yer alıyorlar. Kürt ulusal hareketi uluslararası hukuku ve insan haklarını bir kenara bırakıp savaş yürütürse, Türk devletinden ayrıt edici bir yanı ve dolayısıyla Türk devleti savaş suçu işlediğinde itiraz hakkı kalmaz. Kürt hareketi, bir yandan haklı olarak Türk devletinin Sur, Cizre ve diğer alanlarda sivilleri katlettiğini ve savaş suçu işlediğini söylerken, kendisi de sivilleri katlederse, bu söylediklerinin hiç bir anlamı olmaz.
Belki kısa vadede fark edilmez, ancak unutulmamalıdır ki, gücünü zorbalıktan alan bir iktidar, kaynağını insanlığın evrensel değerlerinden alan bir meşru bir mücadele karşısında eninde sonunda yenilir.
Akan kanın gerçek sorumlusu Erdoğan-AKP iktidarıdır
Bu saldırıyı üreten koşullar ve politikalar yani sorunun kaynağı görülmezse, yapılacak değerlendirmelerin ve alınacak tavırların fazla bir değeri olmaz.
Neredeyse bir yüz yıldır bu topraklarda Kürt halkına ve diğer gruplara, bir ulusun hakimiyeti altında kölece bir yaşam dayatılıyor. 2015 yılının ilk aylarından beridir de gerici-faşist rejim Kürt halkına karşı bir soykırım savaşı yürütüyor. Bu aşağılık rejimin katil polisi ve askeri, keskin nişancı tüfekleriyle bebekleri, çocukları, yaşlıları, kadınları öldürdü. Ölenlerin bedenlerini sokaklarda bıraktı ya da soyup teşhir etti. Daha yakın zamanda Cizre’de çoğu yaralı ve silahsız 200’e yakın insan yakılarak, bombalanarak katledildi. İki gün önce Sur’da zırhlı araçla ezilerek öldürülen bir gencin fotoğrafı medyaya yansıdı. Bu aşağılık rejim Kürtlerde çok büyük bir öfke yarattı. Bu öfke doğru ya da yanlış, bir şekilde kendisini dışa vuruyor.
İşin gerçeği, bu akan kanın esas sorumlusu en başta saltanat hayalleri uğruna Kürt halkına savaş açan Recep Tayyip Erdoğan ve Türk devletidir.
Meşruiyet çizgisinden sapılmamalı
Aslında, PKK uzun bir zamandır ciddi bir değişim yaşıyor. Dışardan bakıldığında bile, bu değişimin pratik işaretleri her alanda gözlemlenebiliyor. Belki bu değişim henüz tamamlanmamış ve yeni ideolojik-politik ve örgütsel normlar geri dönülmez biçimde güvence altına alınmamış, ancak giderek derinleşen bir değişim ve gelişme yaşandığı da açıktır. Mesela, PKK uzun bir süredir sivil halkı hedefleyen ya da halka zarar verecek bu tür saldırılardan uzak duruyordu.
Pratik değişim söylem boyutunda da kendisini gösterdi. Bu konuda açık mesajlar da verildi. Hüseyin Ali yazılarında sivil halka yönelik şiddet eylemlerini benimsemediklerini yazdı. KCK Eş Başkanı Cemil Bayık geçmiş dönemlerde yaşanan kör şiddet eylemleri nedeniyle Almanya’dan açık bir dille özür diledi. Bütün bu gelişmeler PKK’nın geçmişteki ‘kör şiddet’ pratiğinden kopuşun işaretleriydi.
Son Ankara saldırısıyla, gelişen bu değişim ve gelişim çizgisinde bir kırılma yaşanmıştır. Bu durum Kürt ulusal hareketine ciddi zararlar verecektir. Bizce bu konudaki yaklaşım geçmiş deneyimler ve gelen eleştiriler ışığında gözden geçirilmeli; ‘kör şiddet’ çizgisi geri dönülmez biçimde mahkum edilmelidir.
Kürt ulusal hareketinin mücadele araç ve yöntemleri, mücadelesinin muhtevasına uygun olmalıdır. Çünkü meşru olamayan araç ve yöntemler, mücadelenin niteliğini de dejenere eder.
Açık ve pratik olarak görülüyor ki, Erdoğan-AKP iktidarı, ulusal hareketinin hata ve yanlışlarını kendi faşist rejimini pekiştirmek için kullanmak noktasında çok hızlı davranmaktadır. Ankara saldırısı sonrası Pekergillerin Resi ‘yeni terör tanımı’ yapmak gerektiğini söyledi. Anlaşılıyor ki, artık Kürt ulusunun taleplerini dile getirmek bile ‘terör suçu’ olarak görülecek ve aydınlar, diğer halk kesimleri terörize edileceklerdir. Nitekim vakit kaybedilemeden 3 akademisyen tutuklandı. Özgür Gündem çalışanlarının basın kartları iptal edildi. En önemlisi de önümüzde Newroz kutlamaları var. Çok büyük olasılıkla bu kutlamalar Urfa’da olduğu gibi; en azından bazı yerlerde yasaklanacak ya da polis tarafından zorla dağıtılmaya çalışılacaktır. Ayrıca bu saldırı ‘’Halkların Birleşik Devrim Hareketi’’nin ilan edilmesiyle oluşan olumlu atmosferi de gölgelemiştir. Çünkü iktidar bu birliği, Ankara saldırısı örneği üzerinden ‘terör ittifakı’ olarak sunma gayreti içindedir. Görülüyor ki, bu saldırı, halka ve devrimcilere saldırma noktasında iktidara ciddi bir koz vermiştir. Buna bağlı olarak, Kürdistan’da yükselme evresindeki kitle hareketini ve Kürdistan ve Türkiye devrimci hareketinin birleşik mücadelesini sınırlayıcı bir etki yaratmıştır.
Sonuç olarak, hiç kuşkusuz Kürt halkının kendisine açılan soykırım savaşı karşısında her türlü meşru araç ve yöntemle kendisini savunma hakkı vardır. Kimse Kürt halkından kendisini cellatların insafına terk etmesini isteyemez. Ancak sivillere yönelik saldırılar, araba ve belediye otobüsü yakmak, çevreye ve mallara zarar vermek gibi eylemler halka zarar vermek ve halkı ulusal hareket düşman etme dışında bir işe yaramayan, mantıksız ve anlamsız eylemlerdir. Kürt ulusal hareketi ve diğer muhalefet güçleri kesinlikle bu tür eylemlerden uzak durmalıdırlar. Bu tür anlamsız eylem çizgisi mahkum edilmeli ve değişim ikna edici bir düzeyde kamuoyuna anlatılmalıdır.
---------------------------------------------------------
[1] Uluslararası İnsancıl Teamül (Örf-adet) Hukuku https://www.icrc.org/eng/home/languages/turkish/files/uluslararasi-insancil-teamul-orfadet-hukuku-customary-ihl-vol1.pdf