Mustafa Sönmez
Mustafasonmez.net / 4. 4. 2014
Yerel seçim konjonktürüne, AKP rejiminin dörtlü bir basınç altında girdiğini hatırlatarak başlayalım
Yerel seçim konjonktürüne, AKP rejiminin dörtlü bir basınç altında girdiğini hatırlatarak başlayalım. Öncelikle, ABD ile örtülü bir gerilim ve Washington’un ‘RTE’siz AKP’ basıncı...İkinci basınç, Cemaat’ten geldi. Cemaat’in yargı ve emniyet kadrolarının nefes aldırmayan bindirmeleri, bunalttı. Üçüncü basınç, Gezi ile yükselen ‘sokak muhalefeti’nden, onu tamamlayan Kürt muhalefeti ve onlarla cesaretlenen CHP ve diğer anti AKP muhalefetten...Dördüncü basınç, içeride ve dışarıda değişen para iklimi ile iyice kırılganlaşan ekonomik atmosferden...(1)
YORUM FARKI
Bu dörtlü basınç altında ‘İstiklal mücadelesi’ verdiğini ilan eden RTE’nin yerel seçimden aldığı sonucu, herkes bulunduğu yerden farklı yorumluyor elbette. Bekleneceği gibi, AKP’lilere, yandaşlarına göre 30 Mart seçimlerinin sonuçları bir kez daha AKP’nin, hele ki onun liderinin yenilmezliğini ortaya koydu.
AKP karşıtlarına göre ise, ister 2010 refeerandumunun, ister 2011 genel seçimlerinin sonuçları dikkate alınsın, AKP en az 3 ile 5 puan arasında güç kaybetti. Bu kaybın da MHP’ye yaradağı anlaşılıyor. Kaybı daha büyük olabilirdi, ancak öyle büyük hukuksuzluklar, öyle büyük yasaklar, tehdit, yıldırma politikası uyguladı, toplumu öylesine kutuplaştırdı ki, çöküşünü şimdilik önledi.
Bu yorum sahiplerine göre, onca yolsuzluk , ayakkabı kutuları, para sayma makineleri, görüntülü rüşvet kanıtlarına rağmen, seçmenleri, AKP’ye, lider RTE’ye sadık kalmışlardı.
Kimi yorumcuya göre, bu bir sadakat değil, bir rehin alınma durumu. AKP seçmenleri, liderleri RTE ile birlikte işe+aşa kavuşmuş, sağlık, ulaştırma gibi kamu hizmetlerine erişmiş, tüketici kredisi ile tanışmış, cebine kredi kartı girmiş, sürmekte olan istikrar sayesinde korkmadan takside girmişti. Şimdi bu istikrarın bozulmasını, çıkacak bir kaos ile işsiz, borçlarıyla baş başa kalmak istemiyordu. Seçim sonuçlarını doğru tahmin eden araştırma şirketlerinden Adil Gür’ün yorumu böyleydi mesela. Bu yorumun devamı, yine ‘ekonomik determinist’tir. Ekonomi türbülansa giriyor, kırılgan Türkiye ekonomisi önümüzdeki yakın gelecekte sarsıntıyla yüz yüze gelince bu istikrar bağımlısı, rehin seçmenler, canlarının yanmasıyla AKP’yi terkedecekler vb, vb...
YOLSUZLUK MU?
Aynı görüşe yakın duranlar, ‘yolsuzluk’ları algılamada toplumların davranış farklılıklarını araştıranların bulgularıyla da rahatlama çabasındalar(2). Şöyle diyorlar: Türkiye, ekonomik durumundan pek şikâyeti olmayanların yolsuzlukları umursamadığı toplum kategorisinde, kültüründe bir ülke. Kitleleri, işsiz , gelirsiz kalınca ancak, yolsuzluklara antenlerini açar.
Bu yorumun büyük çöküş bekleyenleri teselli eden bir yanı var tabii. Bencil avam, iş, aş uğruna gözüne sokulan hırsızlıkları bile görmeyecek kadar yozlaşmış, bozulmuş. Ama nasılsa krizi tadacak Hanyayı Konyayı görecek ve erteledikleri öfkelerini işte o zaman görün, nasıl kusacaklar!..
Bu yorum tamamen yanlış olmamakla beraber, eksik ve sığdır. AKP ile seçmeni arasındaki ilişkiyi bir müşteri memnuniyetine indirgediği için sığdır. Oysa o seçmenin önemli bir bölümü müşteriden öte, rejimin ötedenberi, ‘milli görüş’ zamanından devşirmesi, bir bölümü de AKP iktidarında rejimin bileşeni durumuna getirilmiş kitleler...
BİZ VE ONLAR
Ortada, AKP’nin siyasetçisi, bürokratı, işadamı, esnafı, sendikacısı, gazetecisi, yazarı, öğretmeni, akademisyeni, parti militanı, yargıcı, polisi, hatta generali, MİT’çisi var artık. RTE’nin bu kadar, biz ve onlar, demesi, ayrıştırması, ötekileştirmesi boşuna değil. Bir rejim, bir elitle kurulmaz zaten. Lidere sadık, koşulsuz biat etmiş kadroları ve kitleleri ile inşa edilir. Geride kalan 12 yılda bunun adım adım inşasının ne yazık ki ayırdına varılamadı, hâlâ varılamadığı da görülüyor.
Vehamet buradadır. Bunca yolsuzluk ve hırsızlığın infialine bu kitlelerin kör ve sağır gibi davranmaları, komplo, demeleri , aptallık, kandırılmışlıkla açıklanamaz : bu, kitlesel biattan, bütünleşmeden kaynaklanıyor .
Bu durum, mevcut resmi vahim kılmakla kalmıyor, rejimin direnci, hatta potansiyel saldırı kapasitesine de işaret ediyor. Kadrosu ve kitlesi ile örgütlülüğünü tahkim eden, merkezden ve yerelden hükmettiği formel devlet kaynaklarının yanında rüşvet havuzunda biriken maddi kaynakları da rejimin çimentosu olarak kullanan, bir sıra dışı partiden söz ediyoruz. Bu ne ANAP, hatta ne de Erbakan partileridir. Onlarla genetik bağı olan ama daha tehlikeli ve faşizan bir yapıdır.
Bu yapının ekonomik kriz tanrısının şimşekleri ile tarumar olacağı beklentisi sadece safdillik ve büyük bir gaflet olacaktır. Rejimin dayanıklılık ve güçlenme kapasitesi doğru tahmin edilmez ise büyük yıkımlar kaçınılmaz olacaktır.
UYARI...
Bu uyarıyı yapmak şundan gereklidir: ABD’sinden başlayan Cemaat ile süren amansız basınca her tür hukuksuzluk ve yasakla direnmeyi bilen ve bu uğurda kitlelerini hem meydana hem sandığa seferber edebilen RTE rejimi, savuşturduğuna inandığı bu 17 Mart/30 Mart saldırısının ardından hiç vakit yitirmeden karşı saldırıya geçecektir.
Bunu zaten balkon konuşması ile dillendirdi RTE. İlk hedef Cemaat görünse de ‘Geziciler’ dediği sokak muhalefeti, onunla bütünleşmek durumundaki CHP muhalefeti, ayak oyunlarıyla ayrıştıramaz ise Kürt muhalefeti, AKP saldırısının hedefi haline getirilecek ve geride kalan Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri, böyle bir baskı ve zulüm atmosferinde lehine sonlandırıp yeni bir iktidar dönemi ile rejim inşasına devam etmek isteyecektir. d bu haliyle tamah edeceği bir makam değil RTE’nin. Güçlendirdiği Başbakanlıkla rejimi yönetmek isteyecektir.
YOLLAR...
Saldırı, kaba yöntemler kadar ince Bizantizmleri, böl/ yönet taktiklerini de içerecektir. ABD ve onun üstünden AB dirseği, RTE ve avanesinin elini ağırlaştıracak bir etkendir ve göz ardı etmemek gerekir. Üstüne yürüyeceği Cemaat’in, barutu tükenmiş değildir. Varlığını sürdürebilmeleri, direnmelerine, bunun için özellikle ABD bağlantılarını daha aktif kullanmalarına bağlıdır.
AKP rejimini doludizgin saldırmaktan alıkoyacak bir başka değişken, dış sermaye girişine bağımlılığıdır. Büyüme, arkasındaki kitleleri sadık tutma, ‘ekonomi mucizesi’ masalını beslemekten, avanta kırıntılarını eksik etmemekten geçer. Dahası 388 milyar dolarlık , milli gelirin yüzde 47’sini bulmuş bir dış borç kamburunun ağırlığı sırttadır.
Muhtaç olunan dış sermaye için ise, sadece getiri, faiz yeterli değildir. İstikrar, toplumsal rıza, bunun da çağdaş kapitalizmin normlarına, hukukuna uyarak yapmak da önemlidir. RTE’nin ekonomi kurmayları Babacan ile Şimşek’in hukuk sözcüğünü sıkça telaffuz etmeleri, bu kaygı ile ilgilidir.
ANTİFAŞİST CEPHE
Özetle, RTE ve çevresi, onların rejimi, tutuşulan bir büyük savaşın ilk meydan muharebesinden büyük hukuksuzluklar, yasaklarla, kitlelerini de arkalarına alarak çıktılar ama bu ilk raundun sonucudur. İzleyen raundlarda savunmada kalarak değil, saldırıya geçerek karşılık verecek görünümdeler ve buna da mecbur görünüyorlar. Bunun için, yaşanmadık ölçüde sıcak sokak çatışmalarını ve kitlesel karşı karşıya gelişleri göze alacaklarını bilmek gerekir.
Yapılması gereken, saldırıya teslim olmak, sinmek değil, Gezi direnişi derslerinden de yararlanan, rasyonel, tutarlı barışçıl ama gerektiğinde meşru savunma yollarını da kullanmaktan geri durmayan bir mücadele hattı oluşturmak, bunun hedeflerini, programını belirlemek ve en geniş antifaşist cephede omuz omuza vermektir.
1) Bu konu için Notabene Yayınları’ndan çıkan AKP Cemaat :Çatışmadan Çöküşe kitabıma bakılabilir.
2) Joshua Tucker ve Marko Klasnja’nın “Ekonomi ve yolsuzluğun seçimlere etkisi” konulu akademik araştırması