Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Biz ne istiyoruz?

 

Biz ne istiyoruz?

 

Çok bir şey istemiyoruz.

Erguvanlar zamanından erken açtığında “aa erguvanlar açtı” diye sevinçle şaşırmak istiyoruz, bir su kenarında sevdiklerimizle dalgacı konuşmalara dalmak istiyoruz, şakalaşmak istiyoruz, gülmek istiyoruz, güzel şarkılar dinlemek istiyoruz, kitaplardan, filmlerden, dizilerden konuşmak istiyoruz, bazen bir kadeh soğuk beyaz şarap, bazen bardağında buğulanmış rakı içmek istiyoruz, sevdiğimizin elini tutmak, bir elin sıcaklığını kendi elimizin içinde hissetmek istiyoruz, hülyalara dalmak istiyoruz, sevdiğimiz işi sevdiğimiz gibi yapmak istiyoruz, fikirlerimizi söylemek ve onları tartışmak istiyoruz, hayatın sonsuz olmadığını bilerek ve buna da pek aldırmayarak biraz “rindmeşrep” yaşamak istiyoruz, kendi küçük hayatımızın ahlak sınırlarını kimseye zarar vermeden kendimiz çizelim istiyoruz, kadınların yaklaşan yazla birlikte kısalan eteklerinin izin verdiği ölçüde diz kapaklarının arkasındaki gizemli oyuktaki ince çizgilere şöyle göz ucuyla bakalım istiyoruz, kadınlar beğendikleri erkeklere kirpiklerinin altından bakabilsin istiyoruz, öpüşmek istiyoruz, bir melodiyi mırıldanmak istiyoruz, serin bir manav tezgahından aldığımız yeşil eriği ekşiliğini hissederek ısırmak istiyoruz, aradabir gölgeli bir cami avlusundaki şadırvandan mırıltılarla akan suyu içmek istiyoruz, bazen hüzünlenmek bazen sevinmek istiyoruz…

 

Küçük, sade, sıradan bir hayat istiyoruz.

 

Bütün bunları kimsenin öldürülmediği, haksız yere hapislere atılmadığı, insanların kendilerini güvende hissettiği, geleceğinden endişelenmediği, kimsenin ırkından, fikrinden, dininden, mezhebinden dolayı aşağılanmadığı, nasıl yaşamamız gerektiğini zorbaların bize dayatmadığı, yargının saygıdeğer olduğu, fikirlerin rahatça söylenebildiği bir ülkede yaşamak istiyoruz.


Bizim ülkemiz böyle bir ülke olsun istiyoruz.


Çok bir şey istemiyoruz.


Böyle yaşamak istiyoruz.


Ama böyle yaşayamıyoruz.

 

Bu basit, bu sıradan, bu küçük ama sevecen hayatı sürmemize izin vermiyorlar.

 

Yarın kimin işten  atılacağını, kimin malına el konulacağını, kimin tutuklanacağını, kimin öldürüleceğini, kimin için kederleneceğimizi bilmeden yaşıyoruz.

 

Ölüm, keder, endişe yakıcı kül bulutları gibi çöküyor hayatımızın üstüne.

 

Neden böyle oluyor?

 

Neden istediğimiz gibi bir hayat yaşayamıyoruz?

 

Çünkü bizi mutlu edecek böyle bir hayatta kendilerini güvende hissetmeyecek insanlar yönetiyor bu ülkeyi.

 

“Anayasaya uymayacağını” açıklayan ve başbakanlığı sırasında yaptıklarından dolayı yargılanacağından korkan bir cumhurbaşkanı, hırsızlıklarını yargıdan kaçırmaya uğraşan hırsızlar, iktidar milletvekillerinin “bizim” dediği “iktidara bağlı” bir yargının tedirgin üyeleri, ülkeyi talan ederek açıktan para kazanan işadamları, kendilerine ait fikirleri olmayan ve cumhurbaşkanının emriyle sürekli fikir değiştirmekten utanmayan bir medyanın paralarını kaybetmekten korkan üyeleri, adı “çocuk tacizine” karışan kuruluşları korumak için cansiparene mücadele eden siyasetçiler, “hırsızlık haramdır” bile diyemeyen menfaatperest din adamları, gencecik çocukları tekmelerle öldüren polisler var bugün iktidarda.

 

Onlar iktidardan asla düşmemek, yargılanmamak, memleketi son ağacına kadar talan etmek, paraları kapışmak, ihalelere konmak, hak etmedikleri bir yaşamı başkalarını yok ederek, öldürerek, tutuklayarak yaşamak istiyorlar.

 

Basit ama hayati bir soru var önümüzde.

 

Hayatımızı bu adamlara karşı koruyacak mıyız?

 

Yoksa hayatımızdan vazgeçip, onların sefil köleleri arasına katılacak mıyız?

 

Köleleşmek isteyeceklere söyleyecek bir sözüm yok.

 

Onlar kendi hayatlarının tüccarı olabilir, sade ama güzel bir hayatı, karşılığında ne alacaklarının bile belli olmadığı bir alışverişte haraç mezat satabilirler.

 

Biz, “köle olmak” istemeyenler… Biz, “kendi hayatını özgürce” yaşamak isteyenler… Biz, “herkesin” özgürce yaşamasından yana olanlar… Biz, “dürüstlüğü” savunanlar… Biz, ölüme karşı hayatın yanında duranlar… Biz, sade, sıradan, “erguvanlara sevinen” insanlar… Biz, “çocuklara” sahip çıkanlar… Biz, vicdanını yitirmeyenler… Biz, gülmeyi, şakalaşmayı, neşeyi sevenler… Biz, gençlerin ölümüyle kederlenenler…

 

Bizler, bu hayatı korumak için ne yapacağız?

 

Ölümün ve cinayetin kara hayaletlerine karşı bu hayatı nasıl savunacağız?

 

Bizim sorumuz bu.

 

Hiçbir öğüt, eleştiri, öneri, iktidardaki bu insafsızları durdurmaz, onlar o sınırları çoktan geçtiler, onlar suçun kemendine takılmış vaziyette bu şiddet çölünde sürükleniyorlar… Öldürecek, çalacak, sonuna kadar talan edecek, bu ülkeyi yakacaklar.

 

Biz ne yapacağız?

 

Hayatı korumak isteyen insanlar, sizler, diğer bütün insanlar, çocuklar, gençler, yoksullar, çaresizler, dertliler adına bu soruya cevap vermeye hazır mısınız?

 

Kendi geleceğimizi de, bu ülkenin geleceğini de o hırsızlar sürüsü değil, “biz ne yapacağız” sorusuna vereceğimiz cevabımız belirleyecek.

 

Aslında cevap belli.

 

“Hayatı korumak” isteyenler yanyana gelecek, omuz omuza verecek, talancılara, tacizcilere, hırsızlara, cellatlara karşı bir arada duracak, bir mendirek gibi zorbalık dalgalarını kırıp geldikleri yere gönderecek.

 

Buna var mısınız?

 

Türküyle Kürdü, Alevisiyle Sünnisi, sağcısıyla solcusu, muhafazakarıyla moderni, dinsiziyle mümini, her ırktan, her dinden, her mezhepten, her fikirden “dürüst” insanlar… Hayatı, çocukları, birer birer vurulup ölen gençleri, yakılıp yıkılan bu ülkeyi, işsizleri, inşaatlarda öldürülen işçileri, haksız yere hapislere atılanları korumak için aranızdaki ayrılıkları bir yana bırakıp sırt sırta vererek zorbalara karşı direnecek misiniz?

 

Geleceği o zorbalar değil, bizim vereceğimiz cevap belirleyecek.

 

Bizde bu güç var.

 

Peki, bizde bu kararlılık var mı?

 

Bir Kürt siyasetçinin dokunulmazlığı kaldırılıp hapse atıldığında “iyi olmuş” dediğinizde, bir Atatürkçü gazeteci haksız yere yargılandığında arkanızı döndüğünüzde, yıkılmış şehirlerin sokaklarında vurulan gençlerin hangi ırktan olduğuna baktığınızda, onların hepsinin gencecik insanlar olduğunu unuttuğunuzda, size benzemeyen, sizinle aynı fikirde olmayan birine bu zorbalar kötülük ettiğinde ses çıkarmadığınızda… Aslında kendinize ihanet ettiğinizi, aslında kendi hayatınızdan vazgeçtiğinizi, aslında bu zorbaların yandaşı durumuna düştüğünüzün farkında mısınız?

 

Biz daha kalabalığız… Biz daha güçlüyüz… Üstelik biz haklıyız…

 

Bu zorbalar nasıl bu kötülükleri yapabiliyorlar peki?

 

Çünkü onların kötülüklerine hep birlikte karşı çıkmıyoruz.

 

Onların aklı yenmiyor bizi, biz kendi akılsızlığımıza yeniliyoruz.

 

Bu zorbalar bize benzemeyen birine dokunduğunda hep birlikte “hayır” desek, “ona dokunamazsın” desek, hakka, adalete, vicdana hep birlikte sahip çıksak, çürümüş tahta parçaları gibi dağılır bu zorbalar.

 

Bunu neden yapmıyoruz?

 

Bir Türk için, bir Kürdün hapse atılması, kendi hayatından daha mı önemli gerçekten?

 

Bir Kürt hapse atılsın diye kendi hayatınızdan, geleceğinizden, çocuklarınızın güvenliğinden vazgeçer misiniz?

 

Size benzemeyen bir solcunun, bir Atatürkçünün, bir dindarın, bir dinsizin haksız yere cezalandırılmasına sevindiğiniz için bütün hayatınız mahvolsun ister misiniz?

 

Güçlü olmayı özlemediniz mi?

 

Haklının galip geldiğini görmek istemiyor musunuz?

 

Sırf kendi aranızdaki anlaşmazlıkları çözemediğiniz için yenilmekten bıkmadınız mı?

 

Güçlü ve haklı olduğunuz halde size bir paryaymışsınız gibi davranmalarından sıkılmadınız mı?

 

Gözünüze baka baka size soymalarının size yaşattığı aşağılanmayı sürekli yaşayacak mısınız?

 

İnanın, bir araya gelirsek istediğimiz hayatı yaşayabiliriz, çocukları, gençleri, güçsüzleri koruyabiliriz.

 

Bunu gerçekten yapabiliriz.

 

Sadece bir an bunu düşünseniz bile bu hayatı değiştirebilirsiniz.

 

Erguvanların erken açmasına şaşırabilir, şakalaşabilir, gülebilir, sevdiklerimizle elele dolaşabilir, öpüşebilir, küçük ve esprili sataşmalarla tartışabilir, işimizi güvenle yapabilir, küçük, sade, sıradan bir hayatı bazen hüzünlenerek, bazen sevinerek yaşayabiliriz.

 

İstediğimiz çok bir şey değil.

 

İstediğimizi yapmak da zor bir iş değil.

 

Bir “hadi” dememize bakar.

 

Bir dersek…

 

Bu hayatın nasıl güzel bir şey olduğunu yeniden keşfedebiliriz.