Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

HDP’ye neden saldırıyorlar?

 

HDP’ye neden saldırıyorlar?

 

Ahmet Aydın

25. 04. 2016

 

7 Haziran Genel Seçimi sürecinde çok ağır saldırılar altında çalışma yürüten HDP, saldırılara rağmen büyük bir başarı göstererek % 13 oranında oy aldı ve 80 milletvekili çıkardı.

HDP hem programı hem de örgütsel yapısı itibariyle çoğulcu bir partidir. Buna bağlı olarak HDP Kürtler dışındaki kesimlerden de oy aldı. Fakat bu durum, HDP’nin Kürt halkının yasal alandaki temsilcisi misyonunu ortadan kaldırmıyor. Belki şöyle bir tanımlama daha doğru olacaktır: Kürt halkı yasal alandaki temsilini, TC sınırları içindeki ezilen grupları kapsayan çoğulcu bir parti aracılığıyla geçekleştiriyor. HDP’nin zaferinin sırrı da; kadrolarının ve üyelerinin fedakarca çalışmasıyla birlikte, coğrafyamızdaki toplumsal ve ulusal çoğulculuğu kapsayan bu yapısıdır. Ki iktidarın HDP’ye düşmanlığının kaynağında da bu yapı yatmaktadır.

Reisi ile birlikte uzun zamandır HDP’nin kapatılması veya etkisizleştirilmesi gerektiğini söyleyen Doğu Perinçek, son olarak gündeme gelen dokunulmazlıklarla ilgili konuşurken HDP’yi "PKK’nın meclise soktuğu bir canlı bomba" olarak tanımladı. HDP’nin silahla ve bombalarla işi olmadığı, 7 Haziran seçimi sürecinde pratik olarak görüldü. HDP 7 Haziran seçimi sürecinde uğradığı katliama varan saldırıları rağmen, kitlesini şiddete yöneltmemiş, aksine sabır ve metanetle yasal-demokratik siyaset zemininde kalmıştı.  Bırakalım HDP’yi, silahlı mücadele yürüten PKK, Ağrı’da devletin askerlerini bile bile ölüme göndererek gerçekleştirmek istediği savaşa çekme provokasyonunu boşa çıkartmıştı. İşin doğrusu gerçek teröristler ve bombacılar,  Kürt sorununu barışçıl siyaset yoluyla değil, ‘ya baş eğeceksin ya baş vereceksin’ haydutluğuyla ve savaş yoluyla ‘çözeceklerini’ sananlardır. Gerçek terörist ve bombacılar, HDP yasal-demokratik siyaseti, kan ve can pahasına zorlarken, ‘verin 400 milletvekilini bu iş huzur içinde çözülsün’ diyen ve piyonlarını HDP binalarına ve kitlesine saldırtanlardır.

Aslında Perinçek ve reisini, dahası devleti korkutan; HDP’nin yukarıda izah ettiğimiz çoğulcu yapı temelinde, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesini birleştirme stratejisiydi.

Türk devleti bugüne kadar Kürt ulusal hareketine karşı şu konseptle savaş yürütmüştür: Devlet neredeyse 100 yıldır Türk halkına, Kürt ulusal hareketini; Kürt halkının haklı taleplerini dile getiren ve bu hakların elde edilmesi için mücadele eden bir hareket olarak değil, dış güçlerce Türkiye’nin bölünmesi amacıyla örgütlenen bir ‘eşkıya veya terör’ hareketi olarak anlatmaktadır. Söylemek zorundayız ki, devletin bu propagandası önemli ölçüde başarılı olmuştur.

Soma’da madende karın tokluğuna köle gibi çalışan işçilerin ya da Artvin’de yaşama alanları maden uğruna sermayeye peşkeş çekilen halkın büyük bir kesimi, aslında bütün bunların kendileriyle birlikte Kürd’ü de ezen bir burjuva devletinin varlığından kaynaklandığını ne yazık ki bilmiyor. Aksine bizatihi kendi insani varoluş hakları Kürtler gibi hiçe sayılan bu insanlar, Kürt halkına karşı genellikle düşmanca hisler beslemektedirler. İşte bu zalim ve gayri insani devletin bugüne kadar ayakta kalmasını sağlayan en önemli dayanaklardan biri, tersine çevrilmiş bu gerçeklik algısıdır. Devlet bu temelde hem Kürtleri yalnızlaştırmış hem de, ‘bölücülüğe karşı vatan savunması’ propagandasıyla, şovenizmi körükleyerek, kendi arkasında bir ‘milli cephe’ yaratmış ve Türkiye toplumundaki ilerici-demokratik muhalefet hareketlerini bastırmıştır. Böylece iktidarın zulmü altında ezilen grupların, ortak sorunları olan sosyal adalet, eşitlik ve özgürlük temelinde birlikte mücadele etmeleri de büyük ölçüde önlenmiştir.

Yetersizlikleri olmakla birlikte, HDP; yalan ve zulme dayanan bu iktidar konseptine karşı, temelden alternatif oluşturan bir program ve pratik geliştirmiştir. Devletin zorla ‘tek millet’ oluşturma siyasetine karşı, TC sınırları içindeki tüm halkların varlığını ve haklarını tanıyan çoğulcu demokrasi siyasetini ortaya koymuştur. Devletin ezilen grupları şovenizm ve dinsel gericilik aracılığıyla birbirine düşman etme ve böylece ortak mücadele etme kabiliyetlerini yok etme siyasetine karşı, farklı ulusal ve toplumsal grupları ortak yaşam, eşitlik, özgürlük ve demokrasi programı temelinde birleştirme siyasetini ortaya koymuştur. Keza HDP, devletin siyasal zemini terör yoluyla dizayn etme siyasetine karşı, barışçıl demokratik mücadele pratiğinde ısrar tavrıyla karşı koymuştur. Görüldüğü üzere HDP’nin çizgisi bu düzenin panzehridir. Perinçek’in ‘bomba’ dediği tam da budur.

HDP sadece devletin kuruluş felsefesine alternatif bir çizgi ortaya koymamıştır, aynı zamanda bir saltanat ve hilafet rejimi kurmak isteyen Erdoğan ve AKP iktidarının önünü kesmiştir. Belki HDP bütünüyle bu projeyi bütünüyle ortadan kaldıramamıştır, ancak barajı aşarak bu projeyi geriye ittiği açıktır.

HDP, iktidarın Kürt halkına karşı 7 Haziran seçimi öncesinde başlattığı ancak HDP’nin seçim başarısı sonrasında topyekun bir soykırım savaşına dönüştürdüğü saldırılara karşı, Kürt halkının direnişini sahiplenmiş ve bu soykırım savaşını teşhir etmiştir. Bu nedenle, özellikle soykırım savaşının sürdürülmesi açısından HDP’nin tasfiyesi ya da etkisizleştirilmesi devlet açısından çok önemlidir.

İşte egemen güçlerin HDP’ye saldırmasının ve milletvekillerinin büyük bir kısmının dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklatmak istemesinin nedeni budur.

Kılıçtaroğlu’nun tavrı

CHP uzun bir zamandır, milletvekilleri için ‘kürsü dokunulmazlığı dışında dokunulmazlığın kaldırılması’ görüşünü savunmaktaydı. Aslında bu görüş bile, yaşanan faşizm koşullarında AKP iktidarına yarar. Çünkü bu iktidar meclisin yasama gücünü elinden aldığı gibi; arada görülen çıkışlara rağmen, yargıyı da sistem olarak kontrol altına almıştır. Böylesi koşularda adil bir yargılamadan bahsedilemez. Bu durumda iktidar milletvekillerinin bırakalım işlediği suçlardan cezalandırılmalarını, tersine aklanmaları söz konusudur. Muhalefet milletvekilleri için ise tersi geçerlidir. Suçsuz bile olsalar, muhalefet mensupları siyasal amaçlar uğruna cezalandırılacaklardır. Böylesi koşullarda Kılıçtaroğlu, AKP’nin son günlerde gündeme getirdiği  ‘hakkında dosya bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasını öngören anayasa değişikliği teklifi’ne evet diyeceklerini açıkladı. Bu dönüşüme bir anlam vermek gerçekten güçtür. Kılıçtaroğlu’nun dile getirdiği hiçbir gerekçe bu anti-demokratik tavrı haklı çıkartmaz.

AKP’nin teklifinde ‘tüm dosyalar’ ifadesi yer alsa da, bu sadece bir kamuflajdan ibarettir. Bu dokunulmazlık operasyonun özellikle HDP milletvekillerini hedef aldığı açıktır.

Demokratik siyaset, halkın taleplerini ve düşüncelerini dikkate alır. Ancak bırakalım ‘diğer siyasal partiler ne der?’ kaygısını, öyle zamanlar vardır ki, halk bile, demokrasi ve insan hakları zeminden uzaklaşabilir. Bu koşullarda demokratik siyasetin görevi, ilkelerde ısrar ederek halkı bu ilkesel zemine çekmektir.

Kılıçtaroğlu’na son olarak söyleyeceğimiz şudur: Demokratların görevi demokratik muhalefeti ezme faaliyetinde iktidara hizmet etmek değildir, aksine iktidara karşı demokratik muhalefeti korumaktır.