Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

'Ağıtlar elimizde kalmış son yazıtlar'

 

'Ağıtlar elimizde kalmış son yazıtlar'

 

DİCLE MÜFTÜOĞLU/MÜJDAT CAN

DERSİM(DİHA) / 8 Mayıs 2016 - Dersim'in dününü bugüne taşınan ezgileri bağlamasıyla kulaklardan yüreklere taşıyan isimlerden biri olan Mikail Aslan, ağıtları tarihten günümüze kalan yazıtlar olarak tanımlıyor. Ağıtların tarih ile yüzleşme anlamına geldiğini söyleyen Aslan, "Bir ağıt havası olduğunda kaçıyordum. Sonraki zamanlarda bunu anlamaya başladığımda ateşin içinde yanınca, ateş sizi yakıyor yani oraya-buraya kaçmanın bir anlamı yok acınızı çekin. Bende de yüzleşme böyle oldu" diyor.

Kürdistan topraklarının dört bir yanında acıların en büyük çığlığı olan ağıtlar dünden bugüne yükseliyor. Bu ağıtların en güçlü yükseldiği, "kıyamet" diye tanımladıkları Dersim Tertelesini yaşayanların haykırışları bugün işte o ağıtlarla kulağımızda, yüreğimizde yer etmeye devam ediyor. O günden bugüne gelen ağıtları günümüzde birçok kişiye taşıran isimlerden biri olan sanatçı Mikail Aslan ile ağıtları, ağıtlardaki isyan dilini, tarihi taşıyıcılığı ve o günden bugünlere hatta yarınlara taşınmasını sağlayacak anadil üzerine konuştuk.

*Ağıtlar dünyada tüm halklar için yaşanan ölüm karşısında söylenen sözler, yakılan türküler oluyor. Ancak Kürtler ve Ermeniler gibi toplumsal acılar, katliamlar yaşamış halklar için ağıtlar, kılamlar biraz daha bir isyanın diline mi dönüşüyor?

Bizim gibi toplumlarda ölüm gibi acılar daha yoğun yaşanıyor. Diyelim ki bir kişinin 40 gün yası tutuluyor. Diğer toplumlara göre fazlasıyla abartılı buluyordum. Sonraki durumlarda düşündüm ve dedim ki 'Neden bunlar bu kadar abartılıyor?' diye. Bu herhâlde bizim daha öncelerde tarihte, önceki zamanlarda yaşadığımız toplumsal ruh hali ile alakalı diyorum. Bu aşırı bir sevgi, aşırı bir yas, eski zamanlardan bu yana böyle tekerrür etmiş ve zaman içinde de eklenerek böyle bir hale gelmiş. Ağıtlarımızın Dersimliler açısından böyle bir özelliği var. Biz kendimizi anlamaya başladığımızda, yani anlamaya uğraşı verdiğimizde ilk olarak karşımıza çıkan kılamlarımız. Ben küçükken, lise zamanındayken bu ağıtları çok fazla dinleyemiyordum. Çünkü bu tarih ile yüzleşecek durumda değildim. O kadar kudretim yoktu. Yoğun bir ağıt havası olduğunda kaçıyordum. Sonraki zamanlarda bunu anlamaya başladığımda ateşin içinde yanınca, ateş sizi yakıyor yani oraya-buraya kaçmanın bir anlamı yok acınızı çekin. Bende de yüzleşme böyle oldu. Ben bu yüzleşmeyi buna benzetiyorum. Alevler sizi tutuşturmuşsa oraya-buraya kaçarken daha fazla acı çekiyorsunuz. Öyleyse alevlere teslim olun, alev seni yaksın ondan sonra kinlen. O ağıtlar biz onlarla yüzleşmek istemediğimizde kaçarken sonraki zamanlarda o meseleleri anlattığında bize daha da büyük bir yaşam verdi. Bir direniş ruhu verdi. O kahramanlar öyle bir anlatılıyor ki o ağıtlarda biz oradan tekrardan hafızamızı oluşturduk o kılamlar, ağıtlar üzerinden.

*Yazılı tarihi çok sınırlı olan Kürt halkı gibi halklar için ağıtlar, kılamların o döneminde yaşanan acıları anlamak dışında dönemi öğreniyoruz. Bu yönüyle ağıtlar, kılamları aynı zamanda bir tarihi belge olarak kabul etmek mümkün müdür?

Ağıtlar elimizde kalmış yazıtlardır, levhalardır. Elimizde bir tek onlar kaldı. Biz bütün toplumsal yaşanan travmaları oradan yaşıyoruz, oradan görüyoruz. Biz gitmemişiz, görmemişiz ama kılamlardan tanıyoruz. Her köyde bir ağıt, bir kılam, bir aşk yaşanmış. Gitmemişiz, görmemişiz ama Demenanların nasıl direndiğini, nasıl savaştığını öğreniyoruz. Bunları kılamlardan öğreniyoruz. Kendini korumak için dağlara sığınmış bir Demenan topluluğu ailelerini alıp kendilerini savunurlarken kahramanlarımız kurşunlarını siper yapıyor namlunun ucu bir süre sonra kızarıyor ve tüfek işlemez duruma geliyor. Demenanların kadınları, eşleri, gidip Munzur suyundan su getirip çamur yapıyorlarmış ve namlularını orada soğutup kendilerini koruyorlarmış. Bu durumu ağıtlardan öğreniyoruz. Mesela diyelim ki baba kendi çocuğunun öleceğini biliyor, hepsi öleceklerini biliyor. Baba oğula diyor ki 'Hepimiz öleceğiz çok önden gitme, çok acele gitme zaten hepimiz öleceğiz birazcık zaman ver bana. Ordunun hükümeti o kadar çoktur ki öldürmekle bitmez. Dünyayı bizim üzerimize kızıl saca çevirmişler' Bu ağıtta anlattığım gibi bütün bu yaşananlar ağıtlar üzerinden bize yansıyor.

'Toplumun makamsal havasını ve doğayla ilişkisini açığa çıkarıyor'

Kılamlar ağıtlar bir toplumun iki şeyini açığa çıkartıyor, bir tanesi onun melodik, makamsal havasını, ikincisi de o toplumun dağla, kurtla, kuşla, böcekle olan ilişkisi. Bir ağıt anlatılırken orada bir coğrafya tarifi var. O an o bölgede yaşanan aşiretler arasındaki ilişki, o an cereyan eden olaya, o olayı yaşanan insanların o meseleyle ilişkileri var. Mesela o ağa veya şu kadın bu konuda ne düşünmüş, onların arasındaki diyaloglar, mesela okuduğum ağıtlardan bir tanesinde o savaşan insanların kendi aralarındaki meseleleri ve ondan önce birbiriyle konuşmuyorlarmış o zaman savaşmaları gerekiyor ondan önce birbirlerinden adam öldürmüşler. Yeniden birlikte savaşıyorlar ve o ağıt içinde aileler arasındaki husumete değiniyorlar. Ve oradaki edebiyat dilini kullanma biçimi de anlatılıyor. Derinleşerek işin içine girdiğinizde olağan üstü şeylerle karşılaşıyorsunuz ağıtlar içinde.

*Ağıtlar ve kılamlar aynı zamanda bir dilin de yaşamasını sağlıyor. Bu yönüyle anadili yaşatmak için ne yapmak lazım? Kuşaklar arasındaki o kopukluğu gidermek için ne yapılmalı? Sanatın buna etkisi ne olur?

Sadece ağıtlarla öğretmek-öğrenmek zor. Toplum artık yeni kuşaklar onu anlamıyor artık, biz söylüyoruz gençler bunu anlamıyor. Böyle bir sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Dili bildiğimizde o ağıtlar, çok şey öğretiyor. Bizde söyle bir sorun var biz artık o ağıtların içeriğini anlatmamız gerekiyor.

Siyasal hareketler bir hata içindeler. Genel olarak Kürt hareketi değil sol hareketin tamamı toplumsal, sosyal gruplar, mücadele eden insanlar bu olayı erteliyorlar. Bu meseleyi sonra halledeceğiz diye. Yaklaşık 20-30 yıldır yapılan en büyük hatalardan biridir. Bilinçsizce yapılıyor ama araya her zaman dilimi girdiğinde yeni bir şey daha kaybediyoruz. Bir kuşak neredeyse tamamen yok oluyor. Ben mesela şunu söylüyorum Dersim'de belediyemiz var bu toplumun yüzde 60'ı bunu desteklemiş ki buraya gelmiş. Diğer sol yapıları kattığımız zaman da küçük bir şeyle bunu değiştirebiliriz. Biz sokakta konuşulan dile müdahale edebiliriz. Nasıl edebiliriz? Diyelim ki biz toplumun yüzde 60'ı isek kendi anadilimizi konuşursak gittiğimiz çarşıda, dükkanda alış-veriş yaptığımız kişiyle kendi anadilimizde konuşursak karşıdaki kişi başta tuhaf karşılar ama sen ısrarcı olursan o da artık seninle o dilde konuşur. Senin ısrarcı olman lazım ısrarcı olmadığında olmaz. Ben alış-veriş yapmaya gittiğimde önce benimle Kürtçe konuşuyorlar selam veriyorlar sonra anadilimde alacağım şeyleri anadilimde söylüyorum başta garip karşılıyor ikinci kez daha yakın konuşuyor, çocuklarını falan sormaya başlıyorsun ancak sonra o da daha fazla konuşmaya başlıyor.

'Anneniz, nenenizle giden bir dilin çocuğunuzla geri gelmesi hissini yaşamalısınız'

Ben olsam, nerede hamile bir kadın varsa bir komite oluşturarak onun peşine düşerdim. Bu komite gider 'siz çocuğunuza anadilini öğretmeniz konusunda size yardım etmek istiyoruz' denilmeli. Bu konuda gerekirse bir teşvik kredisi verelim. O annenin çocuğuyla nasıl Kürtçe konuşacağını, iki dilli nasıl oluyor, üç dilli ne oluyor anlatmamız lazım. Bir çocuk bir kişiden bir dili duymalı. Nenesinden Kürtçe duyuyorsa hep o dili duymalı. Babasından Türkçe öğretecekse sadece Türkçe konuşmalı, annesi Kurmancî konuşuyorsa hep öyle konuşmalı. 3 dili konuşursanız çocuk allak-bullak olur. Benim de kendi çocuklarım var biz evin içinde anadilimizi konuşuyoruz. Biz ona başka dilleri şuan öğretmek istemiyoruz. Biz istiyoruz ki kendi evi içinde o dili konuşsun kendi evinde bu dili konuşmazsa nerede öğrenecek? Dışarıda kursta konuşması çok soyut. Biz nasıl öğrendiysek bunu bir görev olarak yapmamız lazım. Almanya'da bin aile var benimle birlikte 3 aile sadece kendi anadilini öğretiyor çocuklarına. Demekki 20 sene sonra bu dili 3-4 kişi konuşacak. Ben diyorum ki bu da bir soykırımdır ne karar ilericiysek ne kadar büyük kelimeler konuşursak da evimizin içinde bunu yapmıyorsak samimiyetsiziz. Bu soykırımı bilince çıkartmaksak soykırımı evde devam ettiririz. Anneniz, nenenizle giden bir dilin çocuğunuzla geri gelmesi hissini bir yaşamalısınız. Bu çok olağan üstü bir şey. Gidiyor, peşine düşüyorsunuz gelmiş evinizin içine.

'Ağacın ağlayan gözü ağıtlarımız'

*Ağıtların bir yanı acı ancak bir taraftan da o ağıtların acıyı hafifletiyor mu? Siz bir ağıt dinlediğinizde ya da söylediğinizde ruhunuzun hafiflediğini hissetmiyor musunuz?

Ağacı düşünün; her ağacın bir gözü vardır. Ağaçlar bazen gözünden bazı sıvı şeyler atıyor dışarıya. Küçükken ağacın hastalandığını ya da kötü su aldığını sonra da hastalandığını düşünüyordum. Bu işte ağacın ağlayan gözüdür. Biz de bu ağıtları söylerken bu ağaç gibi onu dışarıya atıyoruz. Toplumsal bir olay düşünün o dillendiriliyor ağıt üzerinden. Bizi bir şekilde etkiliyor üzerimizde bir ağırlık var, onu söylüyoruz karşıda ki kişide dinlediği için onun yeniden yasını tutuyor rahatlıyor, bizler de onu söylediğimizde sonrasında rahatlıyoruz, dışarıya atıyoruz. İçimizde dert olarak kalırsa onu paylaşamazsınız bu aslında bir paylaşma eylemidir. Sen başkalarıyla paylaşınca sen rahatlıyorsun onlar da diyor ki 'İçimizde zamanlardan beri söylemeyeceğimiz bir şey vardı çok şükür ozanımız onu söyledi bizde rahatladık o da' Ben Şeroyê Bıro'yu dinlediğimde Erivan Radyosu'ndan eski zamanlarda Kurmancî bilmiyordum ama sonradan öğrendim. Bilmediğim zamanlarda da onları dinlediğim zaman tamamen rahatlıyorum. Ben böyle çok olumsuz bir şey yaşamıyorum bana pozitif geliyor. Sen onu o dille söylersen ne kadar ağıtsal da olsa ne kadarda acı bir makamı paylaşıyor olsa da onlar bunu başka bir büyük enerji ile söylüyorlar. Ağacın gözü gibi ağıtlarda ağlayan gözdür insanın.

'Tam o Xizir orucunda canımızı acıttılar'

*İlk kez yaşamını yitiren bir kişinin şahsına bir ağıt yaptınız. O da Paris'te katledilen 3 kadın siyasetçiden biri olan Sakine Cansız içindi. Siz o ağıdı yaparken ne hissettiniz? Neler ekledi sizi bu ağıdı yaparken?

Özel bir şehit üzerine şimdiye kadar kılam yapmadım. Bir şey de atfetmedim. Çünkü hepsini eşit görüyorum. İçlerinden bir tanesini çıkarıp bunun için söylemek, diğerini ötelemek değil de onun ağırlıkları hissetmek hepsi çok değerlidir. Hepsi bir derecede ağırdır şehitlerimiz. Onun için ben kılamlarımda genel olarak bunları işledim. Seyid Rıza'dan başlayarak bugünlere kadar mücadele veren şehit düşen asaletimiz ve onurumuz için canını feda eden insanların hepsi benim için çok değerlidir.

Ben Sakine Cansız'da ne yaşadım. Paris'e gitmiştim cenazeye soğuk bir gündü uğultu vardı yani. Roji Xızır'e (Xızır oruçları) zamanıydı. Tam o Xızır orucunda canımızı acıttılar. İlla da canımızı acıtmak için yaptılar birileri. Hani biz bunlara bir şey yapalım öyle bir canı acısın ki bunların çok bilinçli bir tehcir bu, böyle planlanmış bir şey. Neyse gittim yani dünyanın dört bir tarafından kitleler yığılmış oraya. Paris sokakları dolu hareket edemiyorsun yani. Ne oluyor, burada 3 tane Kürt siyasetçi öldürülmüş. Uzaktan Sakine'nin ailesini izliyorum, milyonca insanı ailesine bakıyorum. Öyle büyük bir cenaze ki ne gömülüyor ne toprağa veriliyor. Ne hatır istenebiliyor, ne de veda edebiliyorsun. Öyle bir cenaze ki sırtlarda dolaştırıyorsun İstanbul'a getiriyorsun Dersim'e getiriyorsun gömemiyorsun. Bazı ölümleri gömemezsiniz. Ben bunları yaşadım ben bunun da ağıdını yapmamış olsaydım, ölürdüm. Üç gün boyunca hep bu duygularla yaşadım. O uğultuları dinledim, oturdum dedim 'Ben bundan kurtulamayacağım, bir türlü vedalaşamıyorum' en sonunda oturup yazdım. Dedim ki, 'Yaşlı annesine onu yazan ozan olarak benden selam söyleyin, Tanrı hiç kimseye, hiçbir ozana böyle bir kılamı yazmayı nasip etmesin. Annesine benden böyle selam söyleyin' İşte ben o kılamı bir okudum bir daha da hiç okumadım. (Ağlıyor ve kameranın kapanmasını istiyor) Yani okumak istemedim, yaşamak istemiyorum bir daha o ağır geliyor bana. Bir kere çaldım söyledim dünde istediler söyleyemiyorum dedim. Bazı şeyler vardır bir kez söylenir.

'Seyid Rıza'nın küllerini havaya savurdular ama..'

Bir yılan diyormuş ki 'Gerçi beni öldürürsünüz ama beni asla gömemezsiniz' Şimdi bazı insanlarda öyledir. Mesela Seyid Rıza'nın cenazesini neden bize vermediler? Neden yaktılar? Neden küllerini havaya savurdular? Çünkü eğer Seyid Rıza'nın bir mezarı olmuş olsaydı şu anda o bizim için bir mabetti. Seyid Rıza'nın küllerini havaya savurdular ama onun ölüsü dirisinden daha tehlikeli bir duruma geldi. Halen 100 yıldır da kurtulamıyorlar. Sakine Cansız gibi şahsiyetler, bu asilzade insanları öldürmekle bitiremiyorsunuz. Kurtulamıyorsunuz yani ondan. Çünkü o öyle normal bir insan gibi gömülecek bir insan değildi. Topyekûn bir kavimi gömmek istiyorsun sen yani. Bir kavimin asaletini topyekûn mezara koymak istiyorsun o yüzden yok olmaz yani.

'Bu albüm bitince bendeki eksik olan parçayı tamamladım'

*Ağıtlar bir taraftan da bir halkın ya da kişinin kendi geçmişiyle ya da acısıyla yüzleşmesi anlamına geliyor. Bu anlamda sizin de Dersimli Ermenilerin türkü ve ağıtlarını derlediğiniz bir albüm çalışmanız vardı. Siz bu albüm sürecinde nasıl bir yüzleşme yaşadınız?

Dersim Ermeni halk şarkılarını yaptığımda ben diyordum vicdani bir şey yapıyorum. Hani bunlarda bizim komşularımızdır biz sadece kendi derdimize ağlayamayız. Komşumuza ne oldu biz komşumuza ne yaptık? Onun üzerine meşgul olduğumda baktım ki ben yani bana ait olan bir şeyi tamamladım. Ben hep onu vicdani olarak düşünüyordum ama Ermeni halkının kültürünü Yerivan'a gidip geldiğimde toplumunu tanıdım. 'Bu iş bana ne getirdi?' diye sordum kendime. Ben sandım ki ben vicdani bir iş yaptım vicdanımı rahatlattım ama o işi yaptıktan sonra da baktım ki ben bir dönemdir bende eksik olan bir şeyi bir parçayı tamamladım. Yerevan'da konsere gittim kameraman ağlıyordu. Ben onlara dedim siz oradan buraya geldiğinizden beri benim hafızam hep bir yerde yarımdı, bir eksiklik vardı. Ben bu albüm bitince diğer tarafımı keşfettim. Baktım ki vicdani iyiliği sizlere değil kendime yapmışım. Oradan buraya gelince benim hafızamın, belleğimin yarısını siz getirmediniz mi? Bunlarda bizim parçalarımız ya bu onlarla beraber kendini tamamlamaktır. Belki de kendi komşunla barışmaktır ya da yüzleşmektir.

*Bir albüm için hazırlık yaparken, beste yaparken, kılam derlerken neler yapıyorsunuz? Ne gibi hazırlıklarınız oluyor nelere dikkat ediyorsunuz bir albümü bir araya getirerek?

Daha çok fikir olarak oluşuyor, o an sizi etkileyen olaylarla alakalı. Mesele diyelim ki bir şey okuyorsunuz bir şey inceliyorsunuz, yeni bir şey öğreniyorsunuz o duygularla buluşur. Zaman içerisinde birikiyor ve en sonunda hislerle alakalı bir şekilde hisler fikre dönüşüyor, fikirlerde yapma eylemine dönüşüyor. Mesela Siverek, önce şöyle bir şey düşünüyorsunuz. Dersim coğrafyası dışında da bizim lisanı konuşanlar varmış. Birileri için belki çok önemli değildir " Konuşsa ne olur konuşmazsa ne olur ?" diyebilirler. Ama siz diyorsunuz ki "Bunların bizim dili niye konuşuyorlar?" Merak ediyorsunuz mesela. Sonra gidip ailelerle tanışıyorsunuz, oturuyorsunuz kalkıyorsunuz bakıyorsunuz çok yakınlar. Bu sevgi ve bunlara karşı duyduğunuz ilgi zaman içerisinde dönüşüyor. Diyorsunuz ki öyleyse bunların kılamlarınasıl? Bunların itikatları nasıl? Bunları yaşamları nasıl? Bizlerle ayrılan yanları neler, bizimle birleşen yanları nedir? Bütün bunlar yani ilgi olarak geziyorsunuz, dolaşıyorsunuz. Sonra benim burada bir şey yapmam gerekiyor. Bunları biriktirmem bunları açığa çıkarmam lazım. Genelde bu insanın hassasiyeti ve duygusuyla alakalı. Önce duygusal bir bağ kuruyorsunuz onlarla sonra bu sefer bu eğer olursa bir projeye dönüşebiliyor. Demek istediğim albümlerin ön başlangıcı hep yani sizin duygularınızdır, sizin hassasiyetlerinizdir, sizin ilgi alanınızdır. O alanda sizin ilginiz varsa yoğunlaşır, bu yoğunlaşma eyleme dönüşürse sonradan bir proje ortaya çıkar. Ama genelde duygulardır sizi yönlendiren. Maalesef siz duygularınızı kendiniz yönlendiremezsiniz onları.

*Sizi küçüklüğünüzden bu yana etkileyen kılamlar, ağıtlar var mı? Ya da sizin hayatınızı etkileyen müzik yapmanızı sağlayan bir müzik, dönemi var mı?

Biz 17 yaşındayken zorunlu göç yaşadık Dersim'den Kayseri'ye. O zaman yanımıza bir iki tane kaset almıştık. O kasetleri dinleyerek onunla bağ kurup memleketimizle hasretimizi gideriyorduk. O klamlar benim öz kimliğimi oluşturduğu için hiç ondan kopmadık. O müzikle coğrafyayla bağ kuruyorduk. Dışarda Türkçe konuşuyorduk ama evin içine geldiğimizde kaseti açıyorduk yeniden bir bağ kuruyorduk. O özlem ve hasreti o şekilde gideriyorduk. Beni o klamlar çok etkilemiştir. Bugün döndüğümde diyorum ki bir çocuk küçükken ilk olarak neyi duyuyorsa hangi klamı duymuşsa o bütün hayatı boyunca onu etkiliyor, aidiyet veriyor. Şimdi de bir çocuk hangi müziği dinliyorsa hangi klamı dinliyorsa o bütün hayatı boyunca onun aidiyetini belirliyor. Öyle güçlü bir şey bu. Bende diyorum ki demek ki bir türlü bunlardan kurtulamadım. Ben küçükken bunu dinlememiş olsaydım onu tanımamış olsaydım bu kadar bağ geliştiremezdim. Onun için çocukların ilk duyduğu klamlar onun aidiyetini belirler. O nedenle çocuklara müzik dinletirken çok dikkat etmemiz lazım. Düşün gece gündüz evinde arabesk dinleyen bir anne ve babayı düşünün. O çocuk onunla aidiyet geliştiriyor yani. Bir Serdar Ortaç'ı dinlediklerini düşünün. Çocuk eve gidiyor evde televizyon sürekli açık anne baba merak etmiyor bu çocuk ne dinliyor evde diye. Sen onu açarsan o çocuk der ki demek ki bu benim kültürüm. Geliyor mesela öğrencim Kürt'tür, çocuğa soruyorum 'En çok dinlediğin müzik nedir?' diyor Sertaç Ortaç, çünkü evde o televizyon açıkmış. Ne kadar üzücü bir şey değil mi. Çok şükür biz onları yaşamadık o bantlarla, o kasetler büyüdük.

(ns)