Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Karşıtına benzemek-2

 

Karşıtına benzemek-2

 

Ahmet Aydın

02. 06. 2016

 

Doktor edasıyla yazılmış Tuncelilik sendromu’ başlıklı yazı ‘önemli sosyolojik ve politik tespitler’ içeriyormuş gibi görünse de, aslında içeriği büyük ölçüde kurgudan ibarettir. Çünkü, öncelikle başkalarının ağzından aktarılmış gibi sunulan diyaloglar, kaynak gösterilmediği için; uydurma olarak değerlendirilebilirler. Ki diyalogların içeriği de böylesi bir uydurma senaryoya işaret ediyor. İkincisi, tek tek insanların kanaatleri; bir toplumun ya da toplumun bir kesiminin kanaatleri olarak sunulamazlar. Diyelim ki, aktarılanlar bireysel de olsa gerçek kişilerin görüşleridir, sağlıklı bir sonuca ulaşmak için, bu bireysel görüşlerin genel sosyal gerçeklikle karşılaştırılması gerekir.

Peki Ahmet Pelda Dersimlileri hangi kriterlere ve hangi bulgulara dayanarak kategorilendiriyor ve suçluyor? Bu zat bu kadar ağır suçlamalarda bulunurken, hangi alan çalışmasına, hangi istatistiklere, hangi kaynaklara dayanıyor?

Yukarıda değindiğimiz gibi, adeta gizli tanık gibi gösterdiği, kimliği kendisinde saklı tek tek kişilerle yaşandığı söylenen diyaloglara dayanıyor. Bizce bu zat, bilinen bazı gerçeklikleri kendi suçlamalarına geçerlilik kazandıracak derecede abartarak ‘Tuncelilerin’ ağzından sunuyor. Bu zat, önemli bir kısmının türetme olduğuna inandığımız bu diyaloglara dayanarak, kendi yargı ve suçlamalarına bir zemin oluşturmuş.

Yazar, nasıl ‘korkunç ve önemli’ bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu göstermek için, Dersimlilerle Yahudileri karşılaştıran şu soruyla başlıyor yazısına: ’’Siz “Bir Yahudi’nin Hitler’in resmini evinin en başköşesine, üstelik de kurtarıcısı olarak, astığını gördünüz mü? duydunuz mu? Ya da tahmin edebilir misiniz?”[1]

Ardından, Yahudilerle Hitler ilişkisinden hareketle ‘Tuncelili bir kız’a, “Peki Mustafa Kemal’in resmi sizin evde var mı?” diye sorulduğunu, onun da şu cevabı verdiğini yazıyor: “Evet. Sadece bizde değil, Tunceli’de de Tuncelililerde de var.’’ Komiser Ahmet Pelda aradığı suç unsuruna (yani Mustafa Kemal resmine) ulaşmıştır. Ve üstelik bizim saf ‘Tuncelili kız’ımız da Tuncelilerin suçunu itiraf etmiştir.

‘Tuncelili kız’ın ağzından aktarılanlara bakılırsa, Avrupa’daki Dersimlilerin evlerinde olduğu gibi, Dersim’de neredeyse her evde ‘Atatürk’ resmi var. Peki bu doğru bir bilgi midir? Kesinlikle hayır. Dersimlilerin evinde hiç ‘Atatürk’ resmi yoktur demiyoruz ancak, saha araştırması yapılsa; bu resmi asan Dersimlilerin sayısı (özellikle Dersim’de oturanlar arasında) istatistiki olarak kayda geçirilecek düzeyde bile değildir. Aksini iddia eden varsa buyursun gitsin, Dersimlilerin evlerinde tek tek tespit yapsın. Bu senarist o kadar zırvalamadan önce, böyle bir bilginin doğru olup olmadığını başka Dersimlilere sorup öğrenemez miydi? Elbette öğrenebilirdi. Ancak o zaman bu senaryoyu yazamazdı.[2]

Yazarın diğer bir iddiası şöyledir: ’’Tunceliler Koçgiri’de Dersim’de Yozgat’ta, Çorum’da, Sivas’ta, Gazi’deki katilin Devlet, devletin paramiliter güçleri, Sünni, ırkçı Türkler olduğunu kabul etmek istemiyor. O yüzden “Alevileri katleden Şafilerdir” diyerek Kürtlere, yani kendisinin öteki inanç gurubuna saldırmayı esas alıp, kendinen uzaklaşmanın bir basamağını oluşturmaktadır.’’

Şimdi bu iddialara iftira mı, yoksa cehalet ürünü zırvalar mı diyelim bilemiyoruz. Biz bugüne kadar sayılan bu katliamları ‘Şafi Kürtler yaptı’ diyen tek bir ‘aptal’ ‘Tuncelili’ye bile rastlamadık. Var mıdır böylesi ‘Tunceliler’? Belki vardır. Çünkü her toplumda böylesi dünyadan bihaber yaşayan ve kolaylıkla yönlendirilebilen insanlar bulunur. Ancak böyle bir iki kişi olsa bile, bir iki kişinin söylediklerinden böylesi bir genel yargıya ulaşmak mümkün değildir.

Yazar ‘Tuncelili Aleviler’in devlete hakim olan Türk Sünnilerin yaptıklarını görmezden geldiklerini, aksine Türk devletine yaranmak ve kendi kimliğinden uzaklaşmak için ‘Şafi Kürtlere saldırdıklarını’ iddia etmektedir.

Baştan sona çürük, tutarsız ve uyduruk iddialardır bunlar. Tarihsel durumu anlatmaya gerek yok; güncel politik durumda genel olarak Alevilerin ve dolayısıyla Dersimlilerin AKP’ye karşı geliştirdikleri muhalefet, bu iddiayı tümden boşa çıkartmaya yeter. Elbette yazar AKP’yi Kürt Şafilerinin temsilcisi olarak kabul etmiyorsa. Aleviler, kuruluşundan bu yana AKP iktidarına karşı etkili bir muhalefet yürütüyorlar. Bu tutumdan anlıyoruz ki,  Alevilerin; başta hakim durumda olan Siyasal İslamcı güçler olmak üzere, Aleviliği yadsıyan ve olumsuz yaklaşan, ayrımcı tüm Sünni kesimlerle sorunu vardır.

Alevilerin diğer inanç gruplarına yaklaşımında şu önemli ayrıntıyı dikkate almak gerekir: Aleviler, başta kendi inançları olmak üzere; diğer inançlara saygılı davranan ve farklı inanç gruplarıyla birlikte demokratik yaşama kültürü edinmiş tüm kesimlerle ön yargısız ve barışçıl bir şekilde birlikte yaşayabilirler. Başka bir ifadeyle, Aleviler, genel anlamda Şafiler ve diğer Sünnilere karşı olumsuz yargılara sahip olsalar bile, bu grupların Aleviliğe saygılı olan ve birlikte yaşama kültürü edinmiş kesimlerine karşı yaklaşımlarını değiştirirler. Türk ve Kürt Sünni kesimlerden de, inancını koruyan, ancak başka inançlara saygılı, demokrasi kültürünü edinmiş geniş bir kesim var. Diyebiliriz ki, bu kesimlerle Alevilerin oluşturduğu ortak yaşam kültürü ve alanları, bugün Türkiye’nin Iraklaşmasını ya da Suriyeleşmesini önleyen en önemli dinamiktir.

Bizce yazar Dersimlilerin Şafilerle ilgili yargılarını aktarırken, meseleleri karıştırıyor. Bölgedeki diğer Alevilerde olduğu gibi; Dersimliler arasında da, sosyal yaşamda Şafilerin Alevilere yaklaşımının diğer Hanefi Sünnilere nazaran daha katı ve tutucu olduğu görüşü hakimdir. Alevilere karşı Şafilerle Hanefilerin kolaylıkla birleşebilecekleri de sürekli vurgulanır. On yıl öncesi duruma bakarak konuşursak, Alevilerin buraya kadar aktardığımız kaygı ve yargılarının çok da yanlış olmadığını söylemek zorundayız. Ayrıca Safevi-Osmanlı savaşları döneminde Şafi Kürtlerin Osmanlı devletinin yanında yer alıp Alevi katliamlarına katıldıklarına inanılır. Bu görüş ne kadar doğrudur, ne kadar yanlıştır? şimdi bu tartışmaya girmeye gerek yok, ancak böylesi bir kanı Alevilerin zihin dünyasında hakimdir. Dolayısıyla Dersimlilerin ‘Şafiler bizi katletti’ sözleri, söz konusu yakın zaman katliamlarına değil, Yavuz dönemi kıyımlarına ilişkindir.

Yazar kulaktan dolma bilgilerle bazı sorunları aktarıyor, ancak Alevi toplumunu dikkatli bir bakışla gözlemlemediğini de ortaya koyuyor. Çünkü son beş yıllık süreçte Alevilerin Kürtlere bakışında din etkenini önemli ölçüde geri plana iten tarihsel gelişmeler yaşandı. Kürt ulusal hareketinin Ortadoğu’da yaşanan kaos ve savaş sürecine oynadığı ilerici rol, özellikle Şengal’de Ezidilerin savunulması, Suriye’de ve Irak’ta mezhep savaşına karşı duruş, Aleviler tarafından görüldü ve ciddi bir sempatiyle karşılandı. 7 Haziran seçimlerinde Alevilerin HDP’ye göreceli olarak destek vermesinde bu sürecin yarattığı dönüşümün ciddi bir etkisi vardır.

Dikkat edilirse yazar somut ve kapsayıcı verilere dayalı bir objektif durum tespiti yapmak yerine, kulaktan dolma bilgilere ve tekil örneklemelerle dayalı, kurgusal bir durum oluşturuyor. Ancak alt yapısı böylesine çürük olmasına rağmen, ağır suçlama ve yargılara varmaktan geri kalmıyor. Örneğin, yazar Alevilerin Şafilere bakışında tarihsel sorunların ve inanç farklılıklarının rolünü yadsıyor. Ona göre ‘Tuncelili Aleviler’ ‘…kendisinin öteki inanç gurubuna saldırmayı esas alıp, kendinen uzaklaşmanın bir basamağını oluşturma(ya)’ çalışmaktadırlar.  Yani yazara göre ‘Tuncelili Aleviler’le Şafiler arasında hiç bir sorun yoktur, ‘Tuncelili Aleviler’in derdi; bir bahane yaratıp Kürtlükten kaçmaktır. 

Alevilerle Şafiler arasında bir çatışma durumunun olmadığını ve Türk devletinin Alevileri ve Şafileri karşılıklı olarak bir birine karşı kışkırtmaya çalıştığını biliyoruz, ancak bu iki inanç grubu arasında kaynağı yüz yıllara dayanan sorunlar ve güvensizlikler oluğu da bir gerçektir. Dolayısıyla sorunun sosyal-kültürel ve tarihsel kaynaklarını görmeyip, meseleyi sadece dışardan kaynaklanan etkenlerle açıklamak doğru bir yaklaşım değildir.

Alevilerin Şafilere olumsuz bakışından bahsederken, katı Şafilerin Alevilere bakışını görmemezlikten gelmesi de, yazarın başka bir açmazıdır.

 

Dersimliler ve diğer Aleviler laikliği ve demokrasiyi neden ister?

 

Ahmet Pelda diyor ki; ‘Tuncelililer laikliği savunur. Çünkü ancak bu yolla Kemalizmle buluşabilirler. Demokrasiyi savunsalar Kemalizme, ırk devletine cephe almaları gerekecek.’

Aslında bu noktadan sonra Ahmet Pelda’nın yazısına kurgudan öte, bir komedi metni denilmesi daha doğru olur. Çünkü yazar ‘Tunceliler’ adıyla öylesine bir sosyal grup tanımlamış ki, bu sosyal grubun kendisine özgü hiç bir gerçek çıkarı yok, hep başkaları için çalışıyor hep başkalarının çıkarına hizmet ediyor. Adeta bu grup yemiyor, içmiyor başkalarını yedirip içiriyor. Başkalarının havası azalmasın diye nefes de almıyor. Kısaca bu grup kendi canından önce başkasının canını düşünüyor.  Bizim anlamadığımız, Ahmet Pelda ve dostları böylesi bir sosyal gruptan neden korkuyorlar ki? Çünkü böylesi bir grubun var olması, yaşaması zaten mümkün değil.

Bu kurgu metnindeki ‘Tunceliler’in gerçek sorunları yok, ancak yaşayan ‘Tunceliler’in gerçek ve gerçek olduğu kadar ağır sorunları var. Bu sorunların çözülmesi için de bütün Aleviler gibi Dersimliler de yıllardır bir mücadele yürütüyor.

Peki Aleviler ne için mücadele ediyorlar ve onların gerçek talepleri nelerdir?

  • Aleviler tam bir inanç özgürlüğü ve siyasal-hukuksal düzlemde tüm inanç gruplarına eşit yaklaşım talep ediyorlar. Bu talep zorunlu olarak, devlet düzeninin dine dayandırılmadığı, toplumsal yaşamın akılın, bilimin ve hukukun kurallarına dayanılarak düzenlendiği laik bir sistemi gerektirir.
  • Aleviler sadece inanç alanında değil, genel toplumsal alanda diğer yurttaşlarla eşit haklara sahip olmak, horlanmadan, ayrımcılığa uğramadan, insan hakları evrensel bildirgesinde yazılan hak ve özgürlüklere sahip olarak yaşamak istiyorlar. Bu da ancak gerçek bir demokraside mümkün olabilir. Aksi durumda çoğunluğun isteklerinin hakim olduğu bugünkü gibi bir rejim oluşur.

Demek ki; Aleviler ve dolayısıyla Dersimliler için eşitlikçi ve gerçekten laik-demokratik bir toplumsal-siyasal düzen, yaşamsal derecede önemlidir. Çünkü bu koşullar sağlanmadan Alevilerin eşit yurttaşlar olarak yaşamaları mümkün değildir. Alevi kültürünü az çok benimsemiş her insan, canlıların hava ve suya duyduğu ihtiyaç gib;i böylesi bir düzen ihtiyacını hisseder. Şunu da unutmayalım ki, laiklik ilkesi ile demokrasi kopmaz bir biçimde bir birine bağlıdır. Demokrasi olmadan laik bir sitem kurmak belki mümkündür, ancak özellikle çok inançlı toplumlarda laiklik olmadan demokrasi olmaz.

Buraya kadar anlattıklarımız Alevilerin dolayısıyla ‘Tuncelili Aleviler’in neden laikliği ve demokrasiyi istediklerini ve savunduklarını, dahası gerçekten laik-demokratik düzenin Aleviler için zorunlu bir talep olduğunu fazlasıyla açıklamaktadır. Fakat, Ahmet Pelda tam aksini iddia etmektedir. Ona göre, ‘Tunceli Aleviler’ gerçekte laikliği istemiyorlar, sırf Şafi Kürtlere inat olsun diye; devlete ve Kemalizme yaranmak ve kabul görmek için laikliği savunuyorlar.

Bir kez daha görüyoruz ki, Ahmet Pelda Alevilerin ve Dersimlilerin sorunlarına sosyolojik bir bakış açısıyla değil, tamamen sübjektif bir yaklaşımla bakıyor.

Bu sübjektif bakışın eskilere giden bir temeli var.  Avrupa ve Türkiye’de Alevi örgütleri ve hareketi 80’li yılların ikinci yarısından itibaren gelişmeye başladı. Bu gelişmenin esas olarak Alevi toplumunun sosyolojik yapısı ve Türkiye ve dünyadaki siyasal-sosyal koşullardaki değişimle bağlantılı olduğu açıktır. Ne var ki, Kürt siyasal hareketi bu gelişmeyi kendi varlığına yönelik bir ‘devlet tezgahı’ olarak gördü ve cephe aldı. Hatta bu hareketin gelişmesini engelleme yönünde çabalar içinde oldu.

Alevlerin toplumsal yaşamındaki değişimi ve bu toplumdaki yeni yönelimleri önceden gören devlet, Cem Vakfını örgütleyerek bu hareketi kontrol altına almaya ve muhalefete karşı kullanmaya çalıştı. Ancak bu hamle büyük ölçüde boşa çıkartılmıştır. Alevi hareketi kendi toplumsal zemini ve kültürel değerleri üzerinden ve bağımsız rotasında örgütlenmeyi başarmıştır. Kürt siyasal hareketi sosyolojik değil, doğmatik ve sübjektif yaklaştığı için, bu hareketin gelişme potansiyelini ve yönünü öngörememiş; dolayısıyla bu hareketin ilerici temelde gelişmesini destekleyip onunla ittifak kuracağına, akıntıya karşı kürek çekmiştir.

Aynı yaklaşımı Alevi hareketiyle aynı süreçte ortaya çıkan Kırmanc-Zaza hareketine karşı tavırda da görüyoruz. Kürt siyasal hareketi Kırmanc-Zaza hareketinin devlet tarafından Kürt ulusunun ve Kürdistan’ın bölünmesi amacıyla ortaya çıkarıldığını iddia etmektedir. Bu nedenle ortaya çıktığından bu yana bu harekete karşı açıkça düşmanca bir tutum almaktadır. Tıpkı Alevi hareketine yaklaşımda olduğu gibi, devletinin Kırmanc-Zaza hareketini kontrol etmek için yapığı hamleleri bu tavrına dayanak olarak kullanmaktadır. Alevi sorununda olduğu gibi, bu sorunda da bu harekete kaynaklık eden sosyolojik bir temel olabileceği gerçeği bile sorgulanmadan ret edilmekte, işin kolayına kaçılarak ‘ajan, hain, düşman’ propagandası ile bu hareketin bastırılmasına ya da sınırlandırılmasına çalışılmaktadır.

Son olarak yazarın ‘ırk devleti’ iddiasına ilişkin birkaç şey söyleyeceğiz: Küçük bir grup olmasına rağmen, ‘Irk devleti’ isteyen ve ideolojik-politik anlamda Kemalizmi benimsemiş, Dersim kökenli insanlar ne yazık ki vardır. Ancak çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Dersim toplumunun kültürü, dahası bu toplumun büyük çoğunluğunun bugünkü ideolojik-politik tercihleri, bu grubun tercihlerinden temelden farklıdır. 

Dersim toplumu çok kültürlü ve çok kimlikli bir yapıya sahiptir. O daracık toprak parçası üzerinde, en az dört farklı etnik topluluk, gerçek anlamda barış içinde bir arada yaşar.  Üç dil konuşulur ve kimse kimsenin diline, kimliğine müdahale etmez. Kısaca, Dersim kültürü tarihsel olarak çoğulculuğa dayanır ve bu doğası gereği her türlü ‘tekçiliğe’ karşıttır. Bu kültür atmosferinde yetişmiş insanların ‘ırk develti’ni benimsemeleri ve savunmaları demek, kendi kültür kaynağından kopmaları anlamına gelir. Özellikle Aleviliğin ‘’72 millete aynı nazarla bak’ ilkesini özümsemiş insanların, başka ulus ya da ırkları boyunduruk altına alan, bir ırk ya da ulusun hakimiyetine dayanan bir düzeni savunmaları demek, en azından felsefi olarak Alevilikten kopmaları anlamına gelir. Soykırım ve diğer katliamları savunmak, bu insanlık suçunu işleyenleri övmek zaten hukuken de suçtur.

 

Dipnotlar

---------------------------------------

[1] Kesin olarak söyleyemesek de, 2. Dünya savaşı sonrasında her hangi bir Yahudi’nin evine Hitler’in resmini evine astığını sanmıyoruz. Çünkü, Yahudilerin Hitler karşıtlığıyla birlikte, Hitler ve Naziler uluslararası mahkeme tarafından resmen soykırım suçlusu olarak ilan edilmişlerdir ve Nazi sembolleri yasaklamıştır. Dolayısıyla Hitler resminin asılması konusunda yasal engeller vardır. Ancak ‘Atatürk’ konusunda benzer yasaklar yoktur. Aksine Türkiye’de M. Kemal’in resminin asılması yönünde resmi ya da gayri resmi baskılar vardır.  Elbette bu Dersimlilerin M. Kemal’in resmini asmalarını haklı çıkartmaz, ancak Yahudilerle Dersimlileri karşılaştırırken, iki kesimin içinde yaşadıkları koşulları da göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Yahudilerin savaş sonrasında Hitlerin resmini asıp asmadıklarını bilemiyoruz ancak, 2. Dünya savaşı sürecinde Nazilerle çalışan Yahudi veya Almanlarla evlilik yapmış ailelere mensup olup "Mischlinge (melez)" olarak tanımlanan Yahudiler olduğunu biliyoruz. Naziler 1935 tarihinde çıkarttıkları ‘Nürünberg kanunları’yla Yahudileri resmen kategorilere ayırmışlardı. ‘Tam Yahudiler’ dışında tanımlanan ‘melezler’ kategorisi, ailelerindeki Yahudi atalara bağlı olarak ‘yarı ya da çeyrek Yahudi’ olarak alt kategorilere bölünmüştü.

Hollandalı tarihçi  Sytze van der Zee, ,,Vogelvrij - De jacht op de Joodse onderduiker‘‘ adıyla Amsterdam’da 2010 yılında yayınlanan kitabında ‘’2. Dünya savaşı döneminde Hollanda’da yaşayan en az 120 Yahudi’nin işgalci Nazilerle işbirliği yaptığını’ belirtiyor. Yazar bu kişilerin kendi canlarını kurtarmak için diğer Yahudileri Nazilere ihbar edip yakalattığını tespit etmiş. Kitabın yazarı bizzat görüştüğü bu Nazi işbirlikçisi Yahudilerden birisi olan  Bernhard Joseph’i ‘Hollanda tarihinin en büyük hainiolarak nitelendiriyor.  (http://www.hetzelmedia.de/politik/281-holocaust-tabu-juden-als-nazi-kollaborateure-in-holland)

Yahudi kökleri de olan Amerikalı tarihçi Bryan Mark Rigg’in yaptığı araştırmalara göre ise; Nazi Almanya’sında, çoğunluğu ‘yarı ya da çeyrek Yahudi’ olarak tanımlanan kesimlerden olmakla birlikte, içinde ‘tam Yahudiler’in de olduğu en az 150 bin kişi Nazi ordusunda yer aldı ya da Nazilerle çalıştı. (http://www.stern.de/politik/geschichte/wehrmacht-hitlers-juedische-soldaten-3510668.html)

Dersim 37-38 soykırımı sürecinde de devletle işbirliği yapıp kendi halkını katleden pek çok insan çıkmıştır. Örneğin Alişer ve eşi Zarife hanım, Şahan Ağa ve arkadaşı bu işbirlikçiler tarafından katledilmişlerdir. Bugünde Dersim’de işbirlikçiler vardır. Bu inkar edilemeyecek bir gerçektir. Ancak aynı durum Kürdistan’ın geneli için de geçerlidir. Sayısı bugün yüz bine ulaştığı tahmin edilen ve bazıları bugün sürdürülen soykırım savaşında yer alan Korucuları bir yana bırakalım, Kürtler arasında açık ya da gizli binlerce işbirlikçi olduğunu söylemek mümkündür.

[2] 7 Haziran 2015 Genel seçiminde Dersim’de HDP % 60.9, CHP % 20.60 oranında oy aldı. 1 Kasım’da tekrar edilen seçimde ise HDP %55.9, CHP %28.2 oy aldı. HDP’nin sosyalist gruplarla yaptığı ittifak sonucunda ilk kez böylesi bir oy oranına ulaştığını belirtelim. Dışarda yaşayan Dersimlilerin politik eğilimleri de yaklaşık olarak Dersim’deki gibidir. Ahmet Pelada ve dostlarına bakılırsa, CHP’ye oy veren bu %20-30 oranındaki bu grup ideolojik olarak ‘Kemalist, kendi kimliğinden kaçan, Kürt düşmanı’dır. Daha somut konuşursak onlara göre bu grup ‘hasta ve düşman’ bir gruptur. Çünkü bu anlayışa göre CHP’ye oy vermek Kemalist olmakla özdeştir. Dahası HDP’ye oy vermiş bile olsalar; Türkiye solu içinde yer alan ya da bağımsız duran Dersimliler de, Kürt ulusal kimliğini yeterince savunmadıkları için ya da kendi özgün kimliklerini ifade ettikleri için ‘Tunceliler’ yani ‘düşmanlar ve hastalar’ kategorisine dahildirler. Buradan anlaşılıyor ki, Ahmet Pelda’nın Dersim toplumunu kategorilendirmedeki temel kıstasları; Dersimlilerin kendi etnik kimliklerini Kürt olarak tanımlayıp tanımlamadıkları ve Kürt hareketleri içinde yer alıp almadıklarıdır. Bu kategorilendirme sakat bir zihniyetin ürünüdür ve kesinlikle Dersim gerçekliğine uymuyor. Dersim’de genellikle bir ailede yaşlı kuşak CHP’ye, gençler ise HDP’ye oy verir ya da sosyalist grupların çizgisi yönünde davranır. Ancak sonuçta bu insanlar aynı ailenin parçasıdırlar ve aralarında Ahmet Pelda’nın iddia ettiği gibi, ne çok büyük bir ideolojik-politik uçurum ne de politik bir düşmanlık vardır. Çünkü CHP’ye oy veren kesim ideolojik olarak Kemalist olduğu için değil, daha çok CHP’nin güncel politik durumdaki duruşuna ve iktidarın politikalarına göre oy kullanırlar. Bu insanların ezici çoğunluğu Dersim soykırımını lanetler, ‘tek dil, tek millet, tek din’ politikasına dolayısıyla Kürtlerin ezilmesine de karşıdırlar.