19 Aralık Katliamı tanığı: Kurşunların altında halay…
‘Hayata Dönüş’ adı altında 19 Aralık 2000’de cezaevlerinde yapılan katliamın tanığı olan ölüm orucu direnişçisi Fatime Akalın, F tipini sadece cezaevleri için değil tüm toplumu yalnızlaştırma amacı taşıdığını ancak buna karşı büyük bir direniş verildiğini söyledi. Akalın, arkadaşlarının saldırı sırasında kurşunların altında halay çektiğini anlattı
Özgürlükçü Demokrasi / 19 Aralık 2016
19 Aralık 2000’de 20 cezaevine yönelik “Hayata Dönüş” adı altında yapılan operasyonda onlarca tutuklu yaşamını yitirirken, yüzlercesi de yaralandı. Cezaevlerine asker ve polislerin kimyasallarla, silahla ve bombalarla girdiği görüntülerle ortaya çıkarken, 19 Aralık tarihe katliama olarak geçti. Katliamın üzerinden 16 yıl geçti, hafızalara yaralı tutsakların “Diri diri yaktılar” çığlıkları ve direnişleri kazındı. O süreçte cezaevinde olan Fatime Akalın, bir yıl önce 26 Eylül 1999’da Ulucanlar Cezaevi’nde 10 tutsağın öldürüldüğü katliamla 19 Aralık’ın provasının yapıldığını dile getirdi.
İlk silah kullanılan cezaevi
Gazi Üniversitesi’nde Laboratuvarda Tıp Teknikeri olarak çalışırken sendikal mücadeleye başlayan Akalın, 1994’te ilk kez gözaltına alınan 16 gün işkenceyle sorguda kaldıktan sonra, 1996’da tutuklanarak Ulucanlar Cezaevi’ne gönderildi. 5 yıl kadar cezaevinde kalan Akalın, çok özel olarak bahsettiği Ulucanlar Cezaevi’ne ilişkin, “Kentin ortasındaydı. Bir slogan ya da olası olumsuzlukta, çevre semtteki ahaliyle kurdukları ilişkiden kaynaklı anında ailelerimizin haberi oluyordu. Bu yanıyla aslında devletin devrimcileri toplumdan ayırma işlevine hizmet etmeyen bir cezaeviydi. Bu yüzden de Türkiye’deki en ciddi saldırılardan biri Ulucanlar Cezaevi’ne yapıldı. Ateşli silahların kullanıldığı ilk cezaevi katliamıdır” dedi.
‘Ellerinden katliam listesi vardı’
Ulucanlar Cezaevi Katliamı’nın daha sonraki hücre tipi saldırısı için bir nabız yoklama olduğunu kaydeden Akalın,”Özellikle sembolleşmiş isimleri katletmek üzere girdiler. Listelerinde ismini saydıklarını katlettiler, saydıkları isimlerden katledemediklerini ise daha sonra katlettiler. Çok bilinçli ve cezaevlerin Türkiye devrimci hareketindeki manevi yerini kırmak üzere yapılmış bir saldırıydı. Hücre tipine nasıl geçecekleri üzerine plan kurmak için cezaevlerindeki toplumsal tepkinin ölçülmesi üzerine ön pilot saldırıydı diyebilirim” şeklinde konuştu.
‘Nasıl bir özgürleşme olduğunu anlatamam’
Cezaevine saldırının bir yanıyla katliam olduğunu ama unutulmaması gereken yanıyla çok yüce bir direniş olduğunu dile getiren Akalın, arkadaşlarının saldırı sırasında kurşunların altında halay çektiğini anlattı. Akalın, “O sırada hücrenin içi yanmaya başlamıştı ama bütün arkadaşların tek istediği şuydu; yoldaşlarına bir şey olmasın diye herkes kendini daha öne atıyordu. Sanıyorum bu yenilmez kılan güçtü… Nasıl bir özgürleşme olduğunu anlatamam. Devletin zor aygıtlarını kuşandığı korkunç saldırısına karşı bütünleşme, baş eğmeyi reddeden devrimci irade vardı” diye anlattı.
‘Kadın tutsakları yaktılar…’
Saldırıdan sonra 8 kadın arkadaşıyla birlikte Niğde Cezaevi’ne sürgün edilen Akalın, o dönem F tipi cezaevlerinin inşaatının yapılmaya başladığının basına yansımasıyla ölüm orucuna başladıklarını söyledi. “96 süresiz açlık grevinin deneyimi ve hapishaneler direnişi üzerinden yola çıkarak süreci ölüm orucu direnişiyle göğüsleyebileceğimiz kararına vardık” diye yaşadıklarını aktaran Akalın, 20 Ekim’de ölüm orucu direnişine başladıklarını hatırlattı. Devletle görüşmeler yaptıklarını dile getiren Akalın, Hatırlarsınız Hikmet Sami Türk, ‘toplumsal mutabakat sağlanıncaya kadar erteledik’ demişti. Ama 19 Aralık gecesi devletin planlarının çok daha farklı olduğu, bunun tümüyle bir araya gelişi kırmak için yapılmış bir manevra olduğu açığa çıktı. Ve 19 Aralık’ta bütün cezaevlerine birden saldırdılar. Bu cezaevlerine saldırışları Ulucanlar’ın benzeri oldu. Ateşli silahlar kullandılar. Hatta Bayrampaşa Cezaevi’nde kadın tutsakları yaktılar” şeklinde anlattı.
‘Canımız yandı ama direnme azmimiz değişmedi’
Hücre saldırısının tek başına cezaevindekiler için yapılmadığını, bugünkü sonuçlarına bakıldığında bunun yaşamın hücreselleştirilmesi olduğunu düşündüklerini aktaran Akalın sözlerini şöyle sürdürdü: “F Tipi sadece cezaevi sorunu değil toplumda genel bir yalnızlaşma, umutsuzlaştırma girişimiydi. Devletin bütün zor aygıtlarını kuşanmış bir grup asker içeriye girdi ama karşılarında baş eğmeyi reddeden bir avuç kadın tutsak vardı. Bizi birbirimizden saçlarımızdan tutarak kopardılar ve hastaneye götürüldük. Koşulları bizden daha iyi olan cezaevlerinde 4 gün, 5 gün süren direnişler oldu. Zaten ölüm orucundaydık ama arkadaşlar bize zarar gelmesin diye kendilerini feda ederek direnişçileri korudular. Bu saldırıyla direnişin farklı bir boyuta evirildiğini, bizim öngördüğümüz gibi sonuçlanmadığını, uzun ve daha ağır kayıplarla sonuçlanacağını gördük. Cezaevlerindeki örgütlülüğümüz dağıtıldı, arkadaşlarımız hücre tiplerine götürüldü. Canımız yandı, moralimiz bozuldu. Ama direnme azmimize hiçbir şey olmadı. Direnişin dışında olanlarda direnişe katıldı ve direniş yaygınlaştı.”
‘19 Aralık’ı unutmak imkansız’
19 Aralık’ı unutmanın imkasız olduğunu söyleyen Akalın, “Çıplak güç, zor bir yere kadardır devrimci iradeye çarptığı zaman dağılır” dedi. Bir yanıyla sonuçlanmamış bir süreç olduğunu sosyalistler, komünistler, devrimcilerin hücrelere konulmaya devam edildiğini ifade eden Akalın, “Devlet bizden bir mevziiyi almış olabilir ama bizim için süreç tamamlanmış değil. O çatışma hala devam ediyor. Bu dönemlerde çok ciddi bir şekilde faşizmin yeniden yapılandırılışı var. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra karşı darbeyle bütün kurumların, hukukun işlevsizleştirildiği, kim güçlüyse onun dediğinin olduğu bir süreç yaşanıyor. Bir kişi bile korkmadığını gösterip bir şeyler yapmaya başlarsa çok şey değişir. Korku toplumsal bir şeydir doğru ama cesaret yaşanılarak öğrenilir. Devrimcilerin ve baş eğmeyenlerin toprağı toplumdur. O toplumdan koparılmayı hem reddedelim hem koparılmamanın yollarını arayalım” diye ekledi.
Kaynak: SÛJİN