ABD Suriye'den çekiliyor mu yoksa yeni bir konseptle yeniden mi saldıryor?
Ahmet Aydın
26 Aralık 2018
ABD Başkanı Trump Suriye'deki Amerikan askerlerinin kısa sayılabilecek bir süre içinde çekileceğini açıkladı. Bu ani çekilme kararı, başta Kürtler ve bazı Avrupa ülkeleri olmak üzere pek çok kesim tarafından şaşkınlık ve tepkiyle karşılandı. Bu çevreler; alınan kararı, Trump'ın yeni bir çılgınlığı olarak yorumluyorlar. Ki, bu yorum tümden yanlış değil.
Her ne kadar, Trump “Suriye’den çıkmamız sürpriz değil. Suriye’den çıkmamız için yıllardır kampanya yürütüyorum ve 6 ay önce bunu yapmak istediğimi açıkça ifade ettim.'' dese de, bugüne kadar; söylemdeki vurgular ve sahadaki pratik faaliyetler; bu çekilmenin, en aznından IŞİD'in askeri olarak yenilmesi sonrasında gerçekleşeceğine işaret ediyordu. The Washington Post gazetesinin yazarlarından David Ignatius, YPG komutanlarından Mazlum Abdi ile çekilme kararı sonrası yaptığı görüşmeyi konu eden yazısında; Mazlum Abid'in karar öncesinde sahada hakim olan beklentiler ve sonrasında ortaya çıkan çelişkiler konusundaki şu görüşlerini aktarıyor:
''Mazlum, Trump’ın kararının şoka uğrattığını, zira ABD yönetiminin Suriye özel temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey’nin şahsi ziyaretinden bir hafta sonraya denk geldiğini söyledi. Jeffrey, ABD güçlerinin İslam Devleti 'kalıcı yenilgiye' uğratılana, İran’ın askeri güçleri Suriye’den çıkarılana ve ülkeyi istikrara kavuşturacak bir siyasi çözüm bulunana dek çekilmeyecekleri sözünü vermişti. Jeffrey’nin vaatlerinin 'büyük moral verdiğini' belirten Mazlum, “ne yazık ki, kısa süre sonra tersi gerçekleşti” dedi.''1
Benzer bir şaşkınlığı Trump'ın ulusal güvenlik ekibi, Trump-Erdoğan telefon görüşmesi sırasında yaşıyor. AP ajansı, Amerikalı bir yetkiliye dayandırdığı haberinde; ulusal güvenlik ekibinin Trump'a, Erdoğan karşısında alacağı tutumla ilgili bir metin sunduğunu belirtiyor. Amerikalı yetkili, Trump'a iletilen tavsiyeleri şöyle aktarıyor:“Konuşulacak konular çok netti. Trump’a Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine operasyon düzenlemesine kesinkes karşı çıkması, Erdoğan’ın güvenlik endişelerini gidermek için ABD ile Türkiye’nin birlikte çalışacağını söylemesi tavsiye edildi. Herkes şunu telkin etti: Erdoğan’ı geri püskürt ve sınırda toprak parçası elinde tutması gibi küçük bir kazanım teklif et.'' 2 Fakat Trump, ekibinin tavsiyelerini bir kenara iterek, Erdoğan'la görüşmesi sırasında ekibine "Niye hâlâ oradayız?" diye sorduktun sonra; Erdoğan'a ''Al Suriye senindir' ya da aynı anlamda bir şey söylüyor.
Kurumsal işleyiş açısından cidi bir tutarsızlık olduğu ve bu açıdan bir Trump çılgınlığıyla karşı karşıya olduğumuz açık. Fakat, bu durumu sadece bireysel bir çılgınlık olarak görmek ve çılgınlığın suçunu sadece amfibiya kafalı bir kişiye yüklemek pek doğru olmaz. Dünyayı tek başına yok edebilecek bir nükler kapasiteye, devasa bir ekonomik güce ve ''çok ileri'' kabul edilen bir siyasal sisteme sahip olan bir ülkede, nasıl oluyor da böylesi dengesiz bir kişi, çok güçlü yetkilere sahip bir göreve seçilebiliyor? Üstelik, Trump tekil bir örnek de değil. 80'li yıllardan günümüze seçilen Reagan ve Bushgiller de Trupm'tan çok farklı değillerdi. Erkler ayrılığının ve denetleme mekanizmalarının iyi işlediği söylenen bu ülkede, görülüyor ki, başkanlar böylesi ani ve pratik kararlarla ciddi sonuçlara yol açabiliyorlar. Bütün bunlar, ''burjuva demokrasileri'' olarak kabul edilen siyasal rejimleri, ciddi bir sorgulamaya tabi tutmamız gerektiğini anlatıyor bize.
Kapitalist sistemin giderek derinleşen krizi, doğal olarak ileri kapitalist ülkelerde bir siyasal krize neden olmaktadır. ABD'de egemen burjuva klikleri arasında giderek artan çatışma, bu krizin en somut göstergesidir. Bu çatışmanın giderek bir rejim sorununa dönüşmekte olduğu görülüyor. ABD'nin güncel politikalarının uygulanmasında, yaşanan bu krizin etkileri de olmaktadır elbette.
Trump'ın çekilme kararı neden sorunlu?
Bu ani çekilme kararı, şu iki noktada partik kırılmalara ve buna bağlı olarak Rojava ve Doğu Suriye'deki sivil halkın güvenliği açısından ciddi tehditlere neden oluyor:
Birincisi; Bu ani ve düzensiz çekilme kararı, Türkiye'nin Rojava ve Doğu Suriye'yi işgal tehditlerinin hemen sonrasında alındı. İşgal sonrasında Afrin'de ve Kuzey Kürdistan'da yaşanan katliam ve yıkımlar göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye'nin işgal tehditleri karşısında caydırıcı bir güç olarak duran ABD'nin güçlerini çekmesi, açıkça; Türkiye'nin bu tür barbarlıklarına yeşil ışık yakılması anlamına gelmektedir. İdlib'deki cihatcı teröristlere karşı düzenlenmek istenen harekata ''sivil can kaybı yaşanır'' gerekçesiyle engel olmaya çalışan ABD'nin, Rojava ve Doğu Suriye'deki sivillerin canını hiçe sayarak; Türkiye'nin işgaline yeşil ışık yakması, Kürt halkı nezdinde ve demokratik kamuoyunda doğal olarak bir öfke yaratıyor. Çekilmenin 60 ile 100 gün içinde gerçekleşeceği söylense de, pratikte bu çekilme her an olabilir. Çünkü; ABD, bölgedeki askeri güçlerinin herhangi bir Türk saldırısına karşı koymayacağını açıklamış bulunuyor. Bu durumda, Türk devleti her an saldırabilir ve ABD güçleri bu gerekçeyle hemen çekilebir. Bu nedenle, olağanüstü koşullar içindeki bir bölgede yaşanan bu ani ve düzensiz çekilme, ciddi yaşamsal tehditlere neden olmaktadır.
İkincisi; SDG ile Koalisyon güçlerinin IŞİD'e karşı yürttükleri ortak askeri operasyonlar henüz nihayi bir sonuca ulaşmadı. IŞİD ve benzeri yapıların kısa sürede toparlanma kabiliyetine sahip oldukları biliniyor. IŞİD sonrasında, atılması gereken, en az askeri adımlar kadar önemli ekonomik-sosyal ve siyasal adımları bir yana bırakalım, bu yapının askeri olarak yenilmesi noktasında bile; henüz tam sonuç alınmadan böyle bir çekilme kararı verilmesi; ellbette IŞİD'in hedefi olan kesimlerde ciddi bir endişeye neden oluyor. Kürt halkı ve bazı Avrupa ülkelerinin bu karara karşı gösteriği tepkilerin önemli bir kaynağı da bu endişelerdir.
Kimdir gerçekte emperyalizmin işbirlikçisi?
Erdoğan, 2018 Eylül'ünde Rusya ve Suriye'nin İdlib bölgesine karşı bir askeri operasyon düzenlemesi gündeme geldiğinde, ABD merkezli Wall Street Journal gazetesine bir yazı yazmıştı ve bu yazıda ABD ve diğer Batılı devletlere; Suriye'ye müdahale etme çağrısında bulunmuştu. Şöyle diyordu mektubunda Erdoğan: ''İdlib, köprüden önceki son çıkıştır. Eğer Avrupa ve ABD dâhil uluslararası toplum bugün gerekli adımları atmazsa, bunun bedelini yalnızca Suriyeli masumlar değil tüm dünya ödeyecektir.''3 Erdoğan ve Türk Devleti'nin yetkilileri daha önce de, Suriye'ye karşı daha etkili bir askeri müdahalede bulunması için özellikle ABD'ye pek çok kez çağrı yapmıştı. Hatta, bu çağrılar yeterli karşılık bulmadığı için; ABD ve Obama'ya çok ağır eleştirilerde bulunulmuştu.
İşte emperyalistlerle ortak savaş planları yapıp komşu ülkeleri işgale çıkan ve emperyalistlere; daha şiddetli saldırmaları ve müdahalede bulunmaları yönünde çağrıda bulunan bu güçler, bugün utanmadan; Rojava halkının güvenliği sağlanmadan ABD askerleri çekilmesin diye çağrıda bulunan -ki aslında iyi niyetli olsa da bir anlamı yok bu çağrının - Kürtleri ve dostlarını utanmazca ''emperyalizmin işbirlikçisi'' olmakla suçluyorlar.
Bugün tartışma konusu olan, genel anlamda ABD ve diğer emperyalistlerin Ortadoğu bölgesindeki müdahale güçlerini tümden çekmeleri değildir. Bugün sözkonusu olan, olağanüstü savaş koşullarında oluşmuş askeri ve siyasi dengeleri bozan ve dolayısıyla sivil halk için ciddi yaşamsal tehditler oluşturan ani ve düzensiz bir çekilmedir.
Kürt siyasal hareketi içinde, ABD ile ilişkilere stratejik bakan dar bir kesim olabilir. Ve bu kesim, sadece çekilmenin ani ve düzensiz olamasına değil, prensip olarak çekilme kararına karşı da olabilir. Ancak genel anlamda, Kuzey Kürdistan siyasal hereketi, ilkesel ve pratik olarak emperyalistlerin bölgemize müdahale etmesine karşıdır. Girilen yanlış taktik ilişkiler ve tüm zikzaklarına rağmen, Kürt ulusal hareketinin özgücünü esas aldığını ve bağımsız bir duruş gösterdiğini; tarihsel ve güncel deneyimlere dayanarak söyleyebiliriz. ABD'nin bu ani ve düzensiz geri çekilme kararını ve üç PKK kadrosunun yakalanması için ödül konulmasını; Kürt hareketinin bu bağımsız duruşta ısrar etme tavrına karşı geliştirilen reaksiyonlar olarak görmek de mümkündür.
Kuzey Kürdistan siyasal hareketi ve ondan etkilenen Rojava Kürt halk hareketi, sol gelenekten beslenen; güçlü bir anti-emperyalist damara sahiptir. Ama bu hareket aynı zamanda ve öncelikli olarak anti-sömürgecidir. Çünkü, Kürtlerin ülkesini işgal eden ve Kürt halkını katliamdan geçiren güçler, öncelikle bölgemizdeki sömürgeci devletlerdir. Saddam Halepçe'de kimyasal silahlarla katliam yaptığında - ki Saddam bu silahları emperyalistlerin yardımıyla üretmişti- Kürt halkının pratik olarak savaşması gereken güç Saddam'ın ordusuydu. Ya da emperyalistlerin onayı ve ile Türk ordusu cihatcı teröristlerle birlikte Afrin'i işgal edip, bölgede etnik temizlik yaptığında, Kürtlerin pratik olarak savaşmaları gereken karşıt güç Türk ordusuydu. Bugün Rojavayı işgal etmeye hazırlanan Türk ordusu ve onun çete güçleri olduğuna göre; Kürt halkının savaşması gereken güçler de elbette bu güçler olacaktır. Kürt halkı da, tüm diğer halklar gibi; kendisini katletmek isteyen bu güç karşısında, tüm güçlerden yardım isteme hakkına sahiptir. Tıpkı deprem felaketine uğrayan toplumların tüm dünyadan yardım talep etmesi gibi.
Emperyalistlerin diğer ülkeleri işgaline, halkları ezmesine, katletmesine ve ülkelerin zenginliklerini sömürmesine karşı olduğunu söyleyip, bölgedeki sömürgeci devletlerin aynı uygulamalarına sessiz kalan; hatta bunu ''ulusal güvenlik'' ve ''ulusal egemenlik hakkı'' olarak nitelendirip savunanlar, tam bir ikiyüzlülük örneği sergiliyorlar. Türk devleti ve şoven kesimler; Suriye'de ''Türk devletinin ve milletinin güvenliğini tehdit eden bir yapı'' kurulduğunu iddia ediyorlar. Ancak soruna karşı taraftan bakıldığında, gerçekte Türk devleti; Rojava ve Suriye'de yaşayan Kürt halkının hatta tüm Suriye ve bölge halklarının can ve mal güvenliği için, yakın ve paratik bir tehdit oluşturuyor. Türk devleti, Batılı emperyalistlerle ve bölgedeki gerici Arap rejimleriyle birleşip Suriye'ye saldırdı; binlerce teröristi kendi topraklarında eğitip, silahlandırarak Suriye'ye geçirdi. Şimdi hala İdlip'te binlerce terörist bu devletin himayesinde barınıyor ve bölge halkını şeriat koşulları altında yaşamaya zorluyor. Yani bölgeyi emperyalistlerle işbirliği halinde kan gölüne çeviren, terörist yetiştirip himaye eden, bölge halklarına karşı sürekli savaş tehditini savuran Türk devleti, buna rağmen özgürlükleri ve can güvenlikleri için mücadele eden Kürtleri ''tehdit, terörist ve emperyalistlerin işbirlikçisi'' olarak ilan yine bu devlet ve yandaşları.
Kürt halkı ABD'yi ülkesine, Suriye'ye davet etmedi. Müdahaleci güçlerle birleşip Suriye halkına da saldırmadı. Aksine bölgesini cihatcı terör gruplarından temizleyerek Rojava'dan Suriye halkına yönelen saldırıları önledi. Yani bugün Suriye halkı, dış müdaleyi ve cihatcı grupları yenilgiye uğratmışsa, bunda Rojava Kürt halkının ve YPG'nin payı büyüktür.
PYD-YPG ve ABD ilşkileri 2015 Kobani direnişi sürecinde gelişti. Bu ilişki giderek IŞİD'e karşı bir savaş ittifakına dönüştü. Bu ittifak IŞİD'i büyük ölçüde yenilgiye uğratmış ve Rojava ve Doğu Suriye topraklarının büyük bir kısmını bu örgütten temizlemiştir. Kürt siyasal hareketi bu bölgelerde, yerel halkın iradesine saygılı, katlımcı bir demokratik düzen inşa etmiş ve Kuzey ve Doğu Suriye halklarını birleştirmiştir. ABD belli bir süredir, Suriye topraklarında oluşan bu güç merkezini kendi nüfuz alanına dönüştürerek, hem Suriye toprakları üzerinde bir etki gücüne sahip olmak hem de bölgesel planlarını bu güçün de yardımıyla uygulamak yönünde bir çaba sarf etmektedir. Fakat bugün anlıyoruz ki, ABD Kürt siyasal hareketini kendi hegemonyası altına almayı başaramamıştır. Bu nedenle, bölgesel nüfuzunu korumak ve planlarını uygulamak amacıyla; Türkiye ile yeni ittifak kurarak, bu ülkenin; SDG'nin kontrolündeki bölgeleri işgaline yeşil ışık yakmıştır.
Çekilme kararının arka planı yok mu?
Bazı yazarlar Trump'ın geri çekilme kararının gizli bir plana dayanmayabileceğini, yani bir anlamda bireysel bir çıkış olarak değerlendirilebileceğini söylüyorlar. Trump'ın kişiliği gözönünde bulundurulduğunda bu olasılığı tümden redetmek mümkün değil. Ancak, Trump'ın seçim kampanyasında çekilme vaadine bulunduğunu dikkate aldığımızda, çekilme hamlesinin bir arka planının olduğunu söyleyebiliyoruz. Trump, ABD'nin Ortadoğu bölgesine yönelik stratejisinde de bir değişikliğe gitmiyor. Aksine, bu stratejinin en önemli hedefi olan İran'ı kuşatma ve fiilen müdahalede bulunma noktasında, daha saldırgan bir tutum geliştiriyor. Suriye'yenin düşürülmesi veya en azından İran ekseninden kopartılması; İran'a karşı uygulanan bu planda çok önemli bir yer tutuyor. Dolayısıyla Trump'ın Amerikan askerlerini çekiyoruz, sözlerini ''Suriye ile ilgilenmiyoruz, orayı tümden boşaltıyoruz'' anlamında okumamak lazım. Trump'ın sözlerini ''PYD-YPG'den desteğimizi ve bu amaçla orada bulunan askerlerimizi çekiyoruz. Artık Suriye'de Türkiye ile birlikte çalışacağız.'' şeklinde okumak daha doğrudur.
IŞİD projesinin büyük oranda çöküşü ve Suriye'ye karşı yürütülen savaşın istenilen sonuca ulaşamayacağının anlaşılmasından sonra; ABD Suriye'de izleyeceği yol haritası ve birlikte yürüyeceği güçler konusunda ciddi çelişkiler ve belirsizlikler yaşadı. Türkiye uzun bir zamandır, Suriye sahasında birlikte çalışma noktasında, kendisini değil, PYD-YPG'yi tercih ettiği için, ABD'ye; sitem ve suçlamalarda bulunuyordu. Kısaca, Suriye sahasında birlikte çalışma noktasında, Türkiye uzun bir zamandır bir seçenek olarak konuşulmaktaydı. Görülen odur ki; ABD-Türkiye ilişkileri, sadece Suriye alanında değil, Ortadoğu çapında yeniden aktif bir işbirliğini taşıyacak derecede 'normalleşmiş'tir. Bu 'normalleşme'de yakın zamanda Erdoğan'ın ABD'de mali sermayenin temsilcileriyle yaptığı görüşmenin büyük bir etkisinin olduğunu düşünebiliriz. İlişkilerin 'normalleştirilmesi' ve Türkiye'nin Rusya-İran ekseninden uzaklaştırılması yönünde ABD'nin bir gayret içinde olduğu da biliniyor. Amerikalı Papazın serbest bıraklımasından sonra, PKK liderlerinin başına ödül konulması, Türkiye'ye Patriot füzelerinin satışının onaylanması ve Fetullah Gülen'in iadesinin tekrar gündeme gelmesi gibi bazı adımlar bu 'normalleşme' doğrultusunda atılan adımlardır.
Özetle; Trump, Suriye alanında birlikte yürünecek güçler konusunda ABD'nin tercihini değiştirmiştir. PYD-YPG yerine Türkiye ile ve ABD için daha az maliyetli ve daha az askerle sürdürülecek bir konseptle yürümeye karar vermiştir. Bu yeni sürecin pratik planlaması henüz yapılmamış olabilir ancak bir stratejik plana dayanmadığını söylemek doğru değildir. Bu değişim sert ve ani olmuştur elbette, ancak ABD açısından bakıldığında bu yeni tercihin çok aptalca olduğu söylenemez.
Dipnotlar
-------------------
1 Ahval, 24 Aralık 2018, https://ahvalnews.com/tr/kuzey-suriye/wp-yazari-ignatius-kurtler-abd-kilavuzlugunda-savasmaya-ve-olmeye-hazir-benzersiz
2 Associated Press (AP) ajansının Matthew Lee ve Susannah Georg imzalı haberi aktaran Duvar, 21 Aralık 2018
3 Evrensel, 11 Eylül 2018, https://www.evrensel.net/haber/361094/erdogan-abd-gazetesine-yazdi-dunya-esedi-durdurmali