Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Faşizme karşı mücadelede yanlış bir eylem anlayışı ve çizgisi

 

 

Faşizme karşı mücadelede yanlış bir eylem anlayışı ve çizgisi

 

 

Ahmet Aydın

02 Eylül 2019

 

 

Son aylarda Türkiye'de meydana gelen orman yangınlarınının neredeyse tamamı, çeşitli adlar taşıyan insiyatiflerce üstlenildi. Bu insiyatiferin en azından bir bölümünün devletin yönlendirmesinde hareket ettiklerini ya da bir bölmünün özel savaş birimlerince üretilmiş sahte ''insiyatifler'' olduklarını söylebiliriz. Bu düşünceye, devletin bu konudaki siciline, üstlenme bildirilerinde kullanılan dile, açıklamaların zamanlamasına ve bazı yangınların faaillerinin yakalanmasına rağmen üstlenilmiş olunmasına bakarak ulaşıyoruz.

 

Diğer yandan bu yangınların bir bölümünün bazı devrimci siyasal gruplarla ilşkili kesimlerce düzenlenen sabotajlar sonucu ortaya çıktığı anlaşılıyor. Devrimci siyasal çevrelerin böylesine geri bir konuma düşmeleri ve dünyadaki gelişmelerden bu denli kopmaları, gerçekten düşündürücüdür.

 

Yapılan açıklamalarda kullanılan insiyatif adlarının pek çoğunda ''intikam'' kavramı yer almaktadır. Bu kavramın kullanılması söz konusu grupların eylem anlayışını da ele vermektedir. ''İntikam'' kavramı siyasal-ideolojik bir kavram değildir. Devrimci harketlerin elbette evrensel hukukun çerçevesi ile sınırlanmış bir hukuku vardır. Ancak, devrimciler için her zaman esas olan suçun kaynağını ortadan kaldırmaktır. Ayrıca, tehditleri berteraf etmek ve saldırganlık karşısında bir caydırıcılık oluşturmak için yapılan eylemleri de ''intikam'' anlayışıyla karıştırmamak gerekir.

 

Kapitalizmin kâr ve tek tek insanların bireysel fayda hırsıyla doğaya vahşice saldırdığını, sınırsız ve plansız bir üretim ve bilinçsiz tüketim sonucunda doğada yaşanan tahribatın, giderek insanlığın varoluşunu da tehdit eder hale geldiğini; aklı başında her insan fark etmektedir. Bu nedenle bugün; doğanın, kapitalizmin ve çevre bilinci olmayan insan gruplarının saldırısı karşısında korunması yönünde çok ciddi bir farkındalık, bilinç ve mücadele gelişmiştir. Çevre bilinci, dünyadaki tüm doğal yapının bir bütünlük oluşturduğunu, lokal herhangi bir tahribatın direk ya da dolaylı olarak bu küresel ekolojik dengeye etki ettiğini söylüyor bize. Bu nedenle Amazon ormanlarında meydana gelen yangın, artık sadece Brezilya'nın ve diğer Güney Amerika ülkelerinin sorunu olarak değil, tüm insanlığın sorunu olarak görülüyor. Çünkü, küresel iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının etkisinin ortadan kaldırlmasında dünyadaki orman varlığının büyük bir etkisi var. Bilim adamları zararlı gaz etkisinin daha fazla orman oluşturulmasıyla giderilebileceğini söylüyor. Yine bilim adamları, önlenemediği taktirde, iklim değişikliğinin; büyük çaplı doğal felaketler, kuraklık, su baskınları ve yeni hastalıklar yaratarak kitlesel insan ölmlerine yol açacağını da belirtiyorlar. Buradan şu noktaya ulaşıyoruz: Doğaya karşı planlı ve organize olarak işlenen suçlar aslında insanlığın varoluşuna yönelik suçlar olarak görülmelidir. Ayrıca çevrenin korunmasına yönelik mücadele, bütün çarpıtma girişimlerine rağmen; esasında anti-kapitalist bir mücadeledir. Hal böyleyken, halkın ileri kesimleri olan devrimciler; nasıl oluyorda, dünyada gelişen bu ilerici dalganın tam karşısında yer alan bir pozisyona düşebiliyorlar? Bu ciddi bir biçimde sorgulanması gereken bir durumdur. Üstelik bu alanda ortaya çıkan geri duruşun, istisnayi bir durum olmayıp, genel doğrultuyu kapsayan; yaşamın gerisine düşme diyebileceğimiz genel bir sorunun bir parçası olma olasılığı yüksektir.

 

31 Ağustos tarihinde ''Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) Yürütme Komitesi'' imzasıyla yapılan açıklamada 20 kadar eylem üstlenildi. Üstlenilen bu eylemler içinde orman yangınları bulunmamaktadır. Ancak bu birleşik hareketin sitesinde bir insiyatif tarfından gerçekleştirildiği belirtilen bazı orman yangınınlarının haberi yer almıştı. Anlaşıldığı kadarıyla söz konusu insiyatif bu birleşik yapının çevresinde ortaya çıkan bir oluşumdur. Umarız bu konuda ciddi bir özeleştiri yapılır ve bu tür eylemlere kesin bir biçimde son verilir.

 

HBDH Yürütme Komitesi imzasıyla yapılan açıklamada üstlenilen eylemler içinde, askeri hedefler dışında sivil hedeflere (lüks yatlar, fabrikalar gibi) karşı düzenlenler de bulunmaktadır. Daha önce düzenlenen sivillere ait arabaların yakılması eylemlerinin de bu gruplarca yapıldığı anlaşılıyor. HBDH açıklamasında bu eylem anlayışı ve çizgisi şu hedefe bağlı olarak açıklanmıştır: ''T.C devleti ve AKP-MHP faşizmini ayakta tutan, onu destekleyen tüm askeri, bürokratik, idari ve ekonomik dayanaklar hedeftir.''

 

Açıktır ki, bu hedef tespiti çok geniş bir çerçeveyi kapsamaktadır. Ve ancak topyekün bir savaşın kapsayabileceği bir hedef yelpazesidir bu. Nitekim HBDH açıklamasında ''Faşizme karşı mücadele topyekûn olmalıdır.'' denilmektedir. Faşizme karşı mücadelenin hayatın farklı alanlarını ve mücadelenin farklı biçimlerini kapsaması açısından topyekün bir mücadele olması gerektiği doğrudur. Bu anlamda topyekünlüğe evet. Ancak HBDH'nin bu açıklamada ortaya koyduğu eylem çizgisi bir topyekün mücadele değil, toplumun büyük bir kesimini hedefleyen topyekün savaş çizgisidir. Çünkü, HBDH şiddete dayanan bir mücadeleden bahsediyor ve faşizmin ''tüm dayanakları'' ifadesi öylesine geniş bir çerçeveyi kapsar ki, toplumdaki tüm kesimler bu çerçeveye dahil olabilir. Vergi veren bir işçi ve küçük bir esnaf ya da bir ev ya da araba sahibi herhangi bir yurttaş bile aslında rejimin dayanağı sayılabilir. Çünkü, her ekonomik faaliyet devlete ve rejime ekonomik bir katkı sunar. O halde, HBDH neredeyse toplumun tüm kesimlerini ve neredeyse aynı derecede hedef seçmiştir. Aynı derecede diyoruz, çünkü normalde ''faşizmin ekonomik dayanakları'' denildiğinde, buradan satratejik ekonomik dayanaklar anlaşılması gerekir, ancak eylemlere bakıldığında böylesi bir ayrım gözetilmediği anlaşılıyor. Topyekün savaş dediğimiz budur. Bu anlayış, özellikle içinde bulunduğumuz koşullarda oldukça yanlış bir anlayıştır. HBDH savaşa lojistik destek sağlamayan fabrikaları, zengin olsun olmasın sivil kesimlerin otomobillerini, yatlarını hedef alarak; böylesi yanlış bir topyekün savaş anlayışına kapılmıştır. Aslında tüm savaşlarda savaşla direk bağlantısı olmayan sivillerin malının ve canın hedeflenmesi suçtur. Ayrıca, askeri uzaman değilim, ancak savaş tekniği açısından da; öncelikli-tali, stratejik-taktik hedeflerin belirlenmesinin hayati önem taşıdığını vasat bilgilermle bile söyleyebilirim. Araba, yat ve satartejik önemi olmayan fabrikaları yakmanın, bu mal ve mülklerin sahiplerini ve çalışanları devrimci harekete düşman edip, rejime daha fazla bağlama ve rejimin kitle desteğini güçlendirme dışında ciddi bir etkisinin olacağını düşünmüyorum.

 

Bu mücadele taktiği, dünya sosyalist hareketinin tecrübeleriyle ortaya çıkan, faşizme karşı en geniş halk kesimlerinin demokratik bir cephede birleştirilmesi ve iktidarı eline almış olan dar tekelci-mali sermaye kliği dışındaki, burjuva sınıf ve tabakaların en azından tarafsızlaştırmasına dayanan anti-faşist halk cephesi anlayışına karşıttır. Devrimci güçler hedefi daraltıp, dost cepheyi genişletmek yerine; hedefi genişletip dost cepheyi daraltmaya çalışıyorlar.

 

Her ne kadar faşizm başlangıçta; özellikle küçük burjuvazi ve orta burjuvazinin geniş desteğine sahip olsa da, kurumsallaşma sürecinde tekelci-mali sermaye ile giderek birleştikçe, bu egemen sınıfların ekonomik çıkarlarını esas alan bir ekonomik-siyasi ve ideolojik bir çizgi izler. Faşizmin bu gelişme çizgisi, sermayenin ve üretimin giderek yoğunlaşmasına ve daha az elde merkezileşmesine neden olur. Bu durum dar bir egemen sermaya kliğinin; diğer toplum kesimlerinin alehine giderek zenginleşemsine ve toplum üzerinde hegemonya kurmasına neden olduğu için, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi sınıflar ile iktidardaki sermaye kliği dışındaki diğer burjuva sınıf ve tabakaları ile egemen iktidar kliği arasındaki çelişkleri keskinleştirir. Özellikle ekonomik kriz koşullarında bu çelişkiler daha da derinleşir. AKP ve MHP'deki bölünmeler tam da bu gerçekliğe işaret etmektedir. Bölünmelere dikkat edilirse, Kayseri, Konya, İstanbul sermayesiyle, saray etrafında kümelenmiş ve Arap sermayesi ile iç içe geçmiş tekelci-rantçı sermaye arasındaki çıkar çatışmasının izlerini taşıdığı görülebilir. Elbette uluslararası mali sermeye ile Türkiye'de iktidardaki egemen sermaye kliği arasındaki çelişkiler de bu bölünmede etki sahibidir. Doğrudur, devrimci hareket demokrsi mücadelesini sermaye sınıfları arasındaki bu çelişki ve çatışmalara daynadırmaz, ancak bu çelişkileri dikkate almadan ve değerlendirmeden de yapamaz.