Özgecan, güzel gözlü kardeşim…
Sen öyle insanın içine içine baktıkça elim ayağım dolaşıyor, kelimeler yumru oluyor boğazımda, ne desem boş biliyorum. Ne deseler boş artık! Bakma sen af dileyenlere, utanmış gibi yapanlara, ne kadar önlem alsak da oluyor böyle şeyler diyenlere, çığlık atmayı öğrenirsek işlerin düzeleceğini öne sürenlere… O kravatlı adamlar da, onların bir adım arkasında durmaya gönül indiren kadınlar da yalan söylüyor! Çünkü “tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak”çılar ülkesi burası! Hazzı bile acıyla tatlandıracak kadar hasta insanlar memleketi… “Mini etek giyiyorsan bas bas bağırmayacaksın" diyen medya maymunlarının ha babam beslendiği, eşitliğe hiçbir zaman inanmamış, bunu da inancının gereği saymışların cirit attığı bir yer… Evet, böyle bir yere doğduk biz, aman da bu erkekler hiç büyümez, hep ergen kalır diyen analarımızın gazına gelip pış pışlamaya doyamadığımız adamların memleketindeyiz. Onlar taa amcalara pipilerini gösterip alkış aldığından beri şaşkınız… Ben kimim demeye kalmadan, bunlar kim diye sorduk. Analarımız cevap verdi; “etraf kötü”nün kötüsü onlar…
O kötülerden biri kastetti senin canına Özgecan. Kastetmek de ne kelime? Sana ne yaptıklarını tek tek yazamam ben, yapamam. Ama o alçak anlatmış tane tane. Babasından yardım istemiş sonra. Babası hemen koşmuş. Bir kez daha bu kez bağırarak söylüyorum: Babası hemen oğluna yardıma koşmuş! Oğul, bu yaptığımı babam duyarsa mahvolurum diyeceğine babamı arayayım da kurtulalım şu cesetten dediği için hastayız biz Özgecan. Bütün babalar, bütün oğullar, onların ayağına su götüren, içene kadar başında bekleyen, donlarını ütüleyen analar hasta!
Çek lan devlet elini apış aramdan desem? Kaç çocuk doğuracağıma, kürtaj yaptırıp yaptırmayacağıma, hangi hallerde boşanacağıma, yalnız yaşayıp yaşayamayacağıma, kahkaha atıp atamayacağıma kadar her türlü kararı benim yerime veren devlet, beni dinleyip hemen çekecek mi elini oramdan!
Birdenbire olmadık ama böyle. Bu virüs senden çok önce yayılmıştı hücrelerimize. Misal 13 yaşındaydı N.Ç. 26 kişi tecavüz etmişti, rızasıyla oldu dedi mahkeme. Yargıtay onadı. Bu sırada oturamadığı için boyuna ameliyat oluyordu; devlet bakacak, koruyacak kollayacak değildi ya N.Ç’yi. Ona el uzatan iyi kapli insanların sayesinde üniversiteye bile gitti! Peki ya Melek Karaaslan? Kocası ve onun ailesi sokağa attılar Melek’i, bebeğini düşürdü diye kızdılar, olmadı aç susuz tuvalete kilitleyip, ölsün diye beklediler. Öldüğünde 30 kiloydu. Daha saymaya kalksam Münevver Karabulut’tan başlayıp, Pippa’dan çıkıp yüzlerce ismi anmam, her bir vakayı önümüze serip, sövmem lazım. Sövdükçe öfkem katlanacak, böylesi bir hayata daha fazla katlanamayacakmışım hissi gelip göğsüme yuvalanacak. Nasıl kurtulacağım peki bu histen, bu öfkeden?
Çek lan devlet elini apış aramdan desem? Kaç çocuk doğuracağıma, kürtaj yaptırıp yaptırmayacağıma, hangi hallerde boşanacağıma, yalnız yaşayıp yaşayamayacağıma, kahkaha atıp atamayacağıma kadar her türlü kararı benim yerime veren devlet, beni dinleyip hemen çekecek mi elini oramdan! Ben kızdım diye “buluğ çağına girmeyen kızlar da evlenebilir” diyen ilahiyatçılar, hepimizi pembe otobüslere tıkıp gözünün önünden yok etmeye çalışan sosyologlar birden “aman allahım” neler söyledim ben diye ayılacaklar mı bu gaflet uykusundan? Hayır. Peki, o halde ne olacak?
Bir tarafta “Amerika’da da oluyor böyle olaylar, kapayın çenenizi” diyenler, onlarla nerdeyse aynı safta kadına karşı şiddeti, tecavüzü protesto etmek için sokağa dökülen kadınları yerlerde sürükleyen polisler, geri dörtlüde “üşüdün mü yakayım mı” diye twit atan vicdansızlar olduğu sürece kim kimle kenetlenecek değil mi?
Devlet ve onun aygıt(r)ları karşımızda olduğuna göre, eli çükünde gezen erkekler kuytularda pusuya yatmış beklediğine göre ne olacak? Yarım aklımla söyleyeyim; bu cenazevine dönen memlekette türbanlısı- türbansızı, kadını-erkeği, sağcısı-solcusu herkes bu politik erkek şiddetine karşı kenetlenecek.
Bak Özgecan, senden sonra ünlüsü- ünsüzü herkes tek tek başına gelen taciz travmasını anlatmaya başladı. Evet, 140 kelimelik itiraflardı ama sessizlik bozuldu işte bir kere. Diyorum ki bundan sonra da böyle olsa, tacizin küçüğüne- büyüğüne bakmadan nerde, nasıl başına geliyorsa kadınlar hemen o adamı teşhir etse, şu elimizin altında duran kameralı telefonlardan şak diye çeksek, tak diye yaysak, belki o tacizkârlara da utanmayı öğretiriz, hı ne dersin? Biliyorum senin o aşağılık adama ne kadar direndiğini, o küçük biber gazıyla kendini nasıl korumaya çalıştığını, ahhh gücün yetmedi o alçağa, yetemezdi! Evet, o yol çok karanlıktı, o alçakların ve onların babalarının saptıkları o yol hep çok karanlıktı… Yine de, inadına, yan yana durabilsek, avaz avaz bağırsak, devlet babalarının kol kanat gerdiği bu koca orduya karşı biz de çoğalabilir miyiz, hı, ne dersin?
N’olur bana öyle bakma Özgecan, biliyorum saçmaladığımı. Bir tarafta “Amerika’da da oluyor böyle olaylar, kapayın çenenizi” diyenler, onlarla nerdeyse aynı safta kadına karşı şiddeti, tecavüzü protesto etmek için sokağa dökülen kadınları yerlerde sürükleyen polisler, geri dörtlüde “üşüdün mü yakayım mı” diye twit atan vicdansızlar olduğu sürece kim kimle kenetlenecek değil mi?
Çünkü bu ülkede herhangi bir iş ve eş kazasına uğramadan 40 yaşına kadar tek parça gelebilmek gibi bir marifetimiz var, o da şimdilik. Madem bugün de ölmedik bir şeyler yapmamız şart!
Tam ortamızdan Fifty - fifty ikiye yarılmışken, kim kimin kalesine gol atacak da öne geçecek diye saraylarda eller ovuşturulurken, ya ölüme ya sıtmaya razı olacağımız ima ediliyorken benimki de tam bir safdillik di mi? Haklısın. Ama azıcık umuda ihtiyacım var be Özgecan, bakma delirdik falan diyoruz ama daha geçirmedik o gömleği üzerimize. Dev aynalar karşısında provasını yapıyoruz. Çünkü bu ülkede herhangi bir iş ve eş kazasına uğramadan 40 yaşına kadar tek parça gelebilmek gibi bir marifetimiz var, o da şimdilik. Madem bugün de ölmedik bir şeyler yapmamız şart! Yerde kırıntı topluyorum biliyorum ama çaresizlik de ağrıma gidiyor ya hu! Hem bak yarın da bir grup erkek siyahlar giyip Galatasaray Meydanı’na çıkacakmış! Belki o “bir grup” erkek “bisürrü” olur? Annen bunlardan medet umduğumu duysa bana çok kızar biliyorum. Biliyorum ne yaparsak yapalım annenin acısına ortak olamayacağımızı…
Günlerdir ben de yüreğine ateş düşen bütün kadınlar gibi duramıyorum yerimde, sokaklarda bağırdım fayda etmedi, içtim içtim sızamadım, kustum, mide ağrım geçmedi, bir-iki twit attım, öfkem bana mısın demedi. Yas ve isyan duygusundan yavaş yavaş öleceğiz herhalde… Ya da burada böyle, düşmemek için birbirimize tutuna tutuna yürümeye, haykırmaya devam edeceğiz! Bir kişiyi bile o yangından zamanında alabilmek için uğraşsak bunu bile kâr sayacağız.
O zaman belki bu ülkede kadın sorunu değil, erkek(lik) sorunu olduğu daha iyi anlaşılabilirdi, o zaman belki “Tecavüzcü Coşkun” bu kadar ünlenmez, Nuri Alço sırf içkilere ilaç atmasıyla tanındığı için reklam figürlüğüyle taçlandırılmazdı.
Bazı acılar hiç edebiyat kaldırmıyor be Özgecan. Asıl ateş sessizliğin içine düşüyor! Şu kadarını söyleyip susacağım ben de; çocukken dinlediğim tek masal “Kırmızı Şapkalı Kız” masalıydı. Grimm Kardeşler taa 1700’lerde bu masalı yazarken, İstanbul’un küçük bir semtinde yaşayan bir kız çocuğunun hayatını nasıl kararttığını öngöremezlerdi elbette ama “dışarıdan korkmanın” tohumları ilk o zaman atılmaya başladı herhalde ruhuma, belki de ilk o zaman o kurttan korkarsam bana da aşkolsun diye ahdetmişimdir, kim bilir? Masaldan zihnime çakılan tek şey şuydu; küçük kız elinde meyve sepetiyle ormanda yürürse başına mutlaka bir şey gelir. Kızlar kuzu, erkekler de kurttur ve kurtlar mutlaka kuzuları yer. Sonra istediğin kadar kurdun karnını yar, kızı tek parça çıkar, bir daha o kız ormana tek başına gider mi be!
Slyvia Plathların, Mihri Hatunların, Virginia Woolfların “burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” diyerek giden Tezer Özlü’nün hatrına biraz umut…
Keşke o masalın sonu “kuzuların sessizliğiyle” değil de kurtların utancıyla bitseydi. O zaman belki eli kanlı oğullar yardım için babalarına koşmazdı, o zaman "belki kuyruk salladı da ondan başına bunlar geldi" diyenlerin yüzü biraz olsun yere eğilirdi. O zaman belki bu ülkede kadın sorunu değil, erkek(lik) sorunu olduğu daha iyi anlaşılabilirdi, o zaman belki “Tecavüzcü Coşkun” bu kadar ünlenmez, Nuri Alço sırf içkilere ilaç atmasıyla tanındığı için reklam figürlüğüyle taçlandırılmazdı.
Dedim ya azıcık da olsa umuda ihtiyacım var; Nezihe Muhiddinlerin, Fatma Aliyelerin, Slyvia Plathların, Mihri Hatunların, Virginia Woolfların “burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” diyerek giden Tezer Özlü’nün hatrına biraz umut… Yoksa gerçekten delirecem Özgecan, istatistiklere baktıkça, “tecavüze uğrayan kadın doğursun, çocuğuna devlet bakar” diyen bakanları duydukça, böylesi bir vahşeti bile yaradanla, dinle- imanla açıklamaya kalkanlara kulak kesildikçe çıldıracam! Yüzümü nereye çevirsem bilemedim anlayacağın, ayakta kalmak için durmadan mırıldanıyorum yine de “kadınlar vardır, kadınlar her yerdeee”… Ama n’olur bana öyle bakma be Özgecan!
Kaynak: http://t24.com.tr/k24/yazi/nolur-oyle-bakma-ozgecan,59