Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

HDP‘yi destekliyoruz!

HDP‘yi destekliyoruz!

 

Dersimzaza.com

17.04.2015

 

7 Haziran'da yapılacak Genel Seçim, TC sınırları içinde yaşayan tüm toplumsal ve ulusal gruplar için hayati bir önem taşımaktadır.

Tarihi ve zorlu bir kavşaktan geçiyoruz. Öyle ki, gelecek kuşakların bile kaderini etkileyecek düzeyde önemli bir hesaplaşma sürecinin, belki de son hamlelerini bu yıl içinde göreceğiz.

Bu seçime hayati ve tarihi bir anlam atfetmemiz, tek başına seçimi; demokratik bir çözüm zemini ve yöntemi olarak görmemizden kaynaklanmıyor. Kuşkusuz seçim süreçleri, ideolojik-siyasal ve örgütsel mücadelelerin yoğunlaştığı ve kendine has özellikler taşıdığı özgün süreçlerdir. Bununla birlikte, seçim nihayetinde, sınıfsal ve ulusal mücadelelerin aritmetik sonuçlarının ortaya çıktığı bir alandır. Bu anlamda, 7 Haziran seçimleri, olağanüstü bir dönemden geçen coğrafyamızın toplumsal yapısı içindeki siyasal güçler arasında süren iktidar mücadelesinin sonuçlarını yansıtması bakımından önemlidir. Başka bir ifadeyle, seçimleri önemli kılan aslında, içinde bulunduğumuz ara dönemin olağanüstü niteliğidir.

AKP bünyesinde örgütlenmiş ve iktidarı ellerine almış olan siyasal İslamcı güçler, kendi sınıfsal çıkarları ve din referanslı ideolojileri doğrultusunda başlattıkları rejimin restorasyonu sürecini son bir hamleyle tamamlamak istiyorlar. AKP, başkanlık sistemine geçişi olanaklı kılacak düzeyde „büyük“ bir seçim zaferi elde ederse, bu restorasyon süreci en azından resmen tamamlanacaktır. AKP’nin restorasyon projesinin referans noktası Osmanlı imparatorluğudur. Hedefi ise Neo Osmanlıcılık siyaseti temelinde emperyalist bir devlet inşa etmektir.

AKP’nin yeni iktidar projesi, sadece halkı değil, aynı zamanda eski iktidar kliklerini de dışlıyor. Hayata geçirmeye çalıştığı padişahlık projesiyle, tüm iktidar gücüne tek başına sahip olmaya çalışan Erdoğan ve yakın çevresinde yer alan dar bir İslamcı sermaye grubu, ülke zenginliklerini doymak bilmez bir hırsla yağmalayarak hızla palazlanıyorlar. Özellikle on beş yıl öncesine kadar siyasetin ve ekonominin kontrolünü elinde tutan İstanbul sermayesi ve bu sermaye ile güçlü bağları olan uluslararası tekeller bu durumdan oldukça rahatsızdırlar. Egemen güçler arasındaki bu şiddetli iktidar paylaşım kavgası, doğal olarak seçimlere de yansımaktadır.

İşçi sınıfı, kadınlar, Kürtler, Aleviler ve gençlik için, siyasal İslamcı güçlerin „nihai“ bir zaferi nasıl bir anlam taşır? Tereddüt etmeden söyleyebiliriz ki, gerici faşist bir düzenin kurulması ve sosyal hayatın cehenneme dönüşmesinden başka bir anlam taşımaz. AKP iktidarının on üç yıllık iktidar pratiği göz önüne alındığında, bu soruya başka türlü bir cevap verilemez.

Halkın AKP iktidarından olumlu yönde bir beklentisi yoktur

Soma ve Ermenek’te yaşanan maden faciaları sonrasında konuşan işçiler; kendi çalışma ve yaşam koşullarını „karın tokluğuna kölelik“ olarak tanımlamışlardı. İşçiler, ailelerini geçindirmek, kredi borçlarını ödemek ve işsiz kalmamak için, ölüm pahasına ve kölelik koşullarına yakın şartlar içinde çalışmaya mecbur kalıyorlar.

Tekstil sektöründe iş ve sosyal güvenceleri olmadan çalıştırılan kadın isçiler de, sadece patronlar tarafından değil, aynı zamanda erkek çalışanlar tarafından da artık „köle“ olarak görüldüklerini söylüyorlar. Ortaya çıkan bu durum, vahşi emek sömürüsüne olanak sağlayan taşeronlaştırma ve yağmacı özelleştirme siyasetinin eseridir. Soma ve Ermenek‘teki isçilerin durumu aslında, Türkiye’deki isçilerin ve diğer emekçilerin hem bugünkü hem de gelecekteki durumunu yansıtan bir kesittir.

İktidarın başındaki kişinin „Kadın erkek eşit olamaz“ dediği bir ülkede, kadın cinayetlerinin, cinsel saldırıların ve şiddetin katlanarak artması elbette doğaldır. Aslında bu topraklarda kadın hiç bir zaman gerçek anlamda erkekle eşit bir insan olarak görülmedi. Ancak, medeni kanunun kabul edilmesinden bu yana, kadınlar en azından resmi ağızdan böylesine pervasızca ikinci sınıf insan muamelesi görmedi. Böylesi bir zihniyete sahip olan bir iktidarın gelecekte kadınlara özgür ve güveli bir yaşam sağlaması beklenemez.

Uzun bir zamandır Erdoğan, istikrarlı bir şekilde „Kürt sorunu yoktur“ görüşünü dile getiriyor. Yine, Erdoğan’la birlikte AKP iktidarının pek çok yetkilisi „çözüm süreci“ olarak adlandırılan sürçle birlikte „terör sorunu“nu çözeceklerini sık sık tekrarlıyorlar. İşin gerçeği, siyasal İslamcıların literatüründe „ulusal sorun“ diye bir kavram yoktur. Bunun anlamı şudur: İktidar sahipleri, son otuz yılda yaşanan ve on binlerce insanın ölümüne neden olan savaşla birlikte, çapını ve derinliğini ortaya koymuş bir sorunun gerçekliğini kavramaktan uzaktırlar.   Bu durum, aslında tıpkı TC’nin kuruluş yıllarında, Kürt Sorunu’nun sosyal ve ulusal boyutunun yadsınarak, bir „eşkıyalık sorunu“ olarak ele alınması ve militarist politikalarla çözülmeye çalışılması gibi bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Nitekim, AKP ile Ergenekoncu olarak adlandırılan kesimlerin Kürt Sorunu konusundaki söylemleri giderek benzeşmektedir. Hatta bu günlerde bu kesimler arasında bir ittifaktan da bahsedilmektedir ve bu konuda ciddi işaretler de vardır.

Cemevlerini Alevilerin ibadethanesi olarak kabul etmeyen ve resmen ulusal yargının üst mercii olarak kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin „Zorunlu din dersleri inanç özgürlüğüne aykırıdır ve kaldırılmalıdır“ kararını bile uygulamayan bir iktidarın, gelecekte Aleviler karşı nasıl bir politika izleyeceğini kestirmek zor değildir.

AKP iktidarı, özgürlükçü bir Laiklik anlayışını bir kenara bırakalım, neredeyse Laiklik ilkesini tümden uygulamadan kaldırmıştır. ’’Dindar bir nesil yetiştirme’’ hedefiyle eğitim sistemi gericileştirilmiş ve totaliter bir anlayışla sürdürülen islamizasyon siyaseti tüm toplumun ama özellikle gençlerin ve kadınların özgürlük alanlarını giderek daraltmıştır.

AKP iktidarı toplumu ve siyaseti terörize ederek kazanmak istiyor

Erdoğan ve AKP, ne pahasına olursa olsun iktidarını ve elindeki zenginliği koruyup büyütmeye kararlıdırlar. Bu amaçla, bir yandan güvenlikçi ve militarist bir zihniyetle hazırlanan yeni yaslarla hak ve özgürlükler alabildiğine kısıtlanıp toplum kuşatılıyor, diğer yandan; iktidar şiddeti ve psikolojik savaş için gerekli zemini oluşturmak için, örtülü operasyon ve provokasyonlarla siyaset ve toplum terörize ediliyor. İstanbul ve Ağrı Diyadin’de yaşanan provokasyonlar AKP’nin bu politikasını açık bir biçimde deşifre etmiştir.

Erdoğan ve AKP iktidarının bu derece saldırganlaşmasına yol açan en önemli etken, kuşkusuz iktidarını yitirme korkusudur. HDP’nin yükselişi ve barajı aşma olasılığının güçlenmesi doğal olarak bu korkuları arttırıyor.

HDP ya da demokratik halk cephesi

Kürt Ulusal Hareketi'nin Türkiye Sosyalist Hareketi ve Alevi Hareketi'nin önemli bir kesimi ile HDP çatısı altında oluşturulan ittifakla seçime katılması, bu seçimi önceki seçimlerden farklı kılan önemli faktörlerden biridir. Bu ittifak, ezilen toplumsal ve ulusal kesimlere belki bir devrim alternatifi sunmuyor, ancak güncel politikalar açısından, gerici-faşist yükselişe karşı gerçek bir demokratik-halkçı alternatif sunuyor.

HDP zemininde göreceli olarak geniş bir demokratik halk cephesinin oluşmasının objektif temeli, hem AKP iktidarının gerici-faşist niteliğinin daha belirgin olarak hem de diğer düzen partilerinin, bu iktidara karşı gerçek bir demokratik-halkçı seçenek sunamayacağı gerçeğinin ortaya çıkmasıdır. Bu objektif durum, başta Kürt Halkı olmak üzere, düzenin baskısı altında yaşayan Alevileri, emekçileri ve sol-sosyalist kesimleri yeni bir alternatif oluşturma arayışına yöneltmiştir.

Şimdi tüm bu kesimler hak ve özgürlüğün ancak kendi mücadeleleri ile kazanılacağını daha iyi görüyorlar. Demokrasi ve barış, ona ihtiyaç duyan ve dolayısı ile onu gerçekten isteyenlerce inşa edilecektir. HDP’nin seçim hamlesini güçlü kılan gelişen bu toplumsal eğilimdir.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde, tabanda gelişen bu eğilimi doğru olarak okuyan HDP yönetimi, karşıt subjektif etkilere rağmen, demokratik-halkçı ittifak çizgisini tutarlılıkla sürdürdü. HDP, hem en geniş halk kesimlerini ittifaka çekmeye çalıştı, hem de ittifaka katılan kesimlerin kendi temsilcileri ile seçime katılmalarını sağladı. Bu adımları, Kürt Ulusal Hareketi’nin en azından yasal siyaset zeminindeki çalışmaları noktasında, ‘demokratik ittifak anlayışı ve toplumsallaşma’ yönünde önemli bir değişim ve açılım işreti olarak görebiliriz.

HDP, uzun bir zamandır geliştirmeye çalıştığı bu açılım siyasetini, resmi çizginin subjektif etkisiyle „Türkiyelileşme“ kavramıyla formüle etmektedir. Bu çok doğru bir formülasyon değildir. HDP, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki toplumu kucaklama, bu toplumun sorunlarını çözme yönünde çalışma amacını dile getirmek için bu formülasyonu kullanmak isteyebilir. Ancak toplumda ve siyaset çevrelerinde oluşan algı bu noktanın ötesindedir. „Türkiyelileşme“ ve „ortak vatan“ kavramları Kürt siyasi çevreleri tarafından dile getirildiğinde, bu Kürdistan’ın varlığının yadsınması gibi bir algı oluşturmaktadır.

HDP Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde farklı toplumsal ve ulusal grupların eşitlik ve özgürlük talebine sahip çıkarak, „tekçi“ düzen siyasetine karşı „çoğulcu demokrasi temelinde ve barış içinde birlikte yaşama“ alternatifini ortaya koydu. Doğal olarak bu demokrasi anlayışı, baskı altına alınıp ötekileştirilen tüm ezilen gruplar arasında ilgi gördü. Aslında „Türkiyelilik“ söylemi bu çoğulcu demokrasi anlayışına aykırı bir formülasyondur. Çünkü çoğulculuk her şeyden önce farklı grupların birbirilerinin varlığını tanıması ve hak eşitliği demektir. Türkiye Türk Ulusu‘nun vatanıdır, Kürdistan ise Kürt Ulusu‘nun. Cumhuriyetin kuruluşu ile Kürt Ulusal varlığının inkarı aynı zamanda coğrafik olarak Kürdistan ve Dersim’in varlığının inkarını getirmiştir. Bu nedenle otantik coğrafya isimleri yasaklanıp yerine Türkçe isimler verilmiştir. Kısaca, Türk Devleti ve toplumunun önemli bir kesimi tarafından paylaşılan „hakim ulus“ anlayışı, başka ulusların, halkların varlığı gibi o ulusların, halkların vatanlarının varlığını da inkar eder. Gerçek, çoğulcu bir demokrasi için, bu ‘hakim ulus’ zihniyetinin kırılması ve diğer grupların varlığının, kimliklerinin ve statülerinin tanınması şarttır. ‘Türkiyelileşme’ kavramı bu anlamı ile ‘hakim ulus’ zihniyetini güçlendiriyor. Bu kavaram yerine, „ortak yaşam“ kavramını öne çıkarmak daha doğrudur. Evrensel insan hakları ve özgürlükleri, demokrasi, eşitlik ve barış içinde birlikte yaşama programının hayata geçirilmesi, halkların vatanları arasındaki sınırları kendiliğinden anlamsızlaştırır ve halkları daha üst bir zeminde gönüllü bir tarzda birleştirir.

Çoğulcu demokrasi, toplumcu ekonomi ve özgürlükçü Laiklik programı

HDP, gerçek bir çoğulcu demokrasi, uygulanabilir bir toplumcu ekonomi programı ve özgürlükçü bir Laiklik anlayışı ortaya koyabilirse, birlikte yaşama konusunda halkın güvenini kazanabilir. Bu güven Türk Halkı üzerindeki şoven etkileri kırar ve vatan kavramı da büyük ölçüde siyasal anlamını yitirerek coğrafik ve kültürel sınırlarına çekilir.

Tekrarlarsak, HDP daha çok baskı altındaki etnik ve dinsel grupların talebi olan „çoğulcu demokrasi ve barış“ programını, Yunanistan’daki SYRIZA hareketinin yaptığı gibi en azından radikal ve uygulanabilir bir „sosyal-ekonomik iyileştirme reformu“ programı ile birleştirmek zorundadır. Böylece, etnik ve inanç sorunu yaşamayan ancak ekonomik ve sosyal sorunlar yaşayan geniş Türk yoksul ve emekçilerinin desteğini daha fazla kazanabilir. Kuşkusuz bu politikaların HDP ile ittifak içinde olan Türkiye Sosyalist Hareketi güçleri tarafından kitlelere ulaştırılması daha büyük bir etki yapacaktır. Ne yazık ki, HDP’nin en büyük handikapı, ittifakın bir bileşeni olan Türkiye Sosyalist Hareketi’nin ihtiyaca cevap verecek derecede güçlü olmamasıdır. Biliyoruz ki, şovenizme karşı en etkili mücadele bizatihi ezen ulusun sosyalistleri tarafından verilebilir.

Sonuç: HDP bütün eksikliklerine rağmen, bugünkü koşullarda halk güçlerinin düzen güçleri karşısındaki en güçlü mücadele mevzisidir. HDP, kalıcı ve gerçek bir toplumsal barış için samimiyetle çalışmaktadır ve programı demokratik-halkçı bir programdır. Bu nedenle biz HDP’yi destekliyoruz ve tüm ilerici, demokrat halk kesimlerini HDP’yi desteklemeye çağırıyoruz.