Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Soykırım kadar ağır vicdan kırımımız

 

Soykırım kadar ağır vicdan kırımımız

 

Bir halkın yurdundan, toprağından sürülüp yok edilmesi soykırımsa, zulmü uygulayanların uğradıkları felaket de vicdan kırımıdır. Soykırım kurbanı halk acısını, yarasını bilir; bilmekle kalmaz yarayı deşer, acıyı biler. Vicdan kırımına uğrayanlar ise, cerahatlenen yaralarının farkında olmazlar çoğunlukla, taa ki yara kangrene dönüşüp bedeni sarana kadar.

Soykırıma uğrayan da, vicdan kırımı yaşayan da kolay kolay iyileşmez. Birbirlerinin ilacı, panzehiridirler aslında ama bilmezler. Soykırım yarasını sarmanın vicdan yarasını iyileştireceğini; kin, nefret, düşmanlık ağusunu dağıtacağını düşünmezler. Halkları birbirlerine kırdıran muktedirler, yaraların kapanmaması, kinin, nefretin tükenmemesi için ellerinden geleni ardlarına koymazlar. Her iki taraf da kendi resmî tarihini yazar; her iki tarafın tarihi de ötekinin yarasına gözünü kapar, acısına duyarsız kalır. Kuşaktan kuşağa aktarılan acılar hafiflemez, artar; sonra da insanın acıları siyasal arenada masaya sürülen pazarlık kozu, ya da muktedirlerin atışma-çatışma konusu olur. İnsanın trajedisi siyasal hesaplara, iktidar oyunlarına kurban edilir.

1915’le yüzleşebilseydik Dersim olmazdı 

Bu topraklar üzerinde, yüzlerce yıldır çok kan aktı, çok kıyım oldu. Muktedirlerin kışkırttığı halklar birbirlerini kırdılar. Yüzleşilmeyen, kabul edilmeyen, tarihin karanlıklarına, unutuluşa terk edilen her kırım bir sonrakini hazırladı.

Adına ne derseniz deyin -ister soykırım, ister büyük felaket, ister tehcir, ister katliam- bu ülkenin Türklerden önceki kadim halklarından ve sahiplerinden olan iki milyona yakın Ermeni, 1927 sayımında 100 bine düşmüşse ve bugün neredeyse tamamı İstanbul’da 60 bin civarındaysa en azından durup bir sormak gerek: Nereye buharlaştı bu insanlar? Ve bu insanlar kan ve ölüm kervanlarında “buharlaşırken” bizler neredeydik, öteki halklar neredeydi? Tehcire uğratılan, çoluk çocuk katledilen Ermenilerin topraklarını, mallarını, mülklerini paylaşma telaşında mıydılar yoksa?

Soykırım yapanın kendisi de vicdan kırımına uğrar derken söylemek istediğim buydu. Suç insanı kötüleştirdiği gibi toplumsal suç da toplumları, halkları kötüleştirir, vicdansızlaştırır. Hele de yüzleşilmeyen, hesabı verilmeyen, yüreklere gömülen suçlar…

Ermeni kırımı aslında 1915’ten önce başlamıştı. 1909 Adana Nisan katliamı 1915’in provasıydı. 1909’da Adana’daki kanlı vahşetle hesaplaşılabilseydi 1915 olmazdı. 1915’le yüzleşilebilseydi tehcirden hiç de aşağı kalmayan 1937-38 Dersim kırımı gerçekleştirilemezdi. 1930’larda Trakya Yahudi pogromları, Süryani, Rum tehciri olmazdı.  Dersim’le yüzleşebilseydik Kürt halkına zulmetmez, gayrimüslimlere yine de en hafifi Varlık Vergisi olan acılar çektirmez, 6-7 Eylül pogromunu yaşatmazdık. Tarihimizin bu acı olaylarıyla, suçlarıyla yüzleşebilseydik, bırakın yüzleşmeyi bizden saklanan, karartılan bunca acıyı, zulmü ve suç payımızı öğrenip bilebilseydik Kahramanmaraşlar, Çorumlar, Sivaslar olmazdı belki. Yok sayılan, inkâr edilen, yüzleşilmeyen her suç bir sonrakini hazırlar. Ve her suç, biz fark etmesek bile vicdanlarımızda gizli bir yara açar, o yara deşilip temizlenmedikçe ruhları zehirler. Kişiler gibi toplumların ruhunu da...

Ermeni kardeşlerimiz için değil, kendimiz için

Avrupa soykırım mı dedi, Obama demedi mi? Hiç önemi yok. Soykırım, aslında hukukî ve siyasî bir kavram ve tabii ki resmen kabul edilmesinin devletler nezdinde tazminat, vb. gibi sonuçları olabilir. Öte yandan, soykırım kavramını dayatan ülkeler, özellikle de o soykırımda  İttihat ve Terakki iktidarının akıl hocası ve suç ortağı Almanya, olayda kendi paylarını da kabul etmek durumundalar.

Ben, soykırım diyorum: siyasî değil, vicdanî bir nedenle…Çünkü mağduriyetlerin ölçülemeyeceğine ve tartışılamayacağına inanıyorum. Ermeniler soykırıma uğratıldıklarını düşünüyorlarsa ve büyük felakete soykırım denmesi onların yüreklerine iyi gelecekse, yaralarını sağıltacak, kinlerini yumuşatacaksa kelimelerle oynamaya ne gerek var. Bir halkın çoluk çocuk, kadın erkek, genç ihtiyar yok edilmesinin adının ne önemi var. Gerçek ortada, suç ortada.

Soykırımı kabul edip özür borcumuzu ödemek, Ermenilere “verilmiş” bir ödün değil, kendimize yani Türk halkına yapılmış bir iyiliktir aslında. Örselenmiş vicdanımızı yıkamak, bilinç altımızdaki suçluluk duygusundan kurtulmak, kısaca daha iyi insanlar, daha iyi bir toplum olmaktır. Ermeni kardeşlerimiz için değil kendimiz için çözmeliyiz bu sorunu. “Affedersiniz Ermeni” ayıplı söylemlerinden kurtulmanın yolu da buradan geçer.

1915 sadece 1915 değildir

1915’te en belirgin -ve gaddar- simgesini bulan Ermeni tehciri, o dönemdeki konjonktürel bir siyasal önlem değil, Türk ulus devletinin kuruluş felsefesinin sonucudur. Bugün, yer yer gerilemekle birlikte hâlâ süren ve kökleri İttihat Terakki dönemine giden bir zihniyettir bu. Amaç: Dağılan İmparatorluk toprakları üzerinde, Anadolu’da Sünnî Türk ulusu yaratmak, Anadolu’yu etnik olarak Türkleştirmek, mezhepsel olarak Sünnileştirmek, ve bir o kadar önemli olan: servetin, sermayenin Türklere geçmesini sağlamaktır. Tehcir ve soykırım bunun bir aracıdır.

Bu yüzden 1915 sadece 1915 değildir; bugün de süren ve çok farklı konularda ortaya çıkıp toplumu zehirleyen bir zihniyettir bu. 1915’le yüzleşmeden, hesaplaşmadan toplumsal barışı da, kişi kişi kendi iç dinginliğimizi de kazanamayız. 

Ermeni soykırımı, Dersim katliamı, 6-7 Eylül, Kahramanmaraş, Sivas, niceleri bu ülke insanlarının, bu toplumun vicdan kırımının basamaklarıdır. Kötülük yapan kendi de kötüleşir. Ne yazık ki toplumcak kötüleştik, vahşileştik, birbirimizin kurdu olduk. Arınmaya, 100. yılında Ermeni soykırımını tanımakla başlayalım. Güç olsa da, inanın yüreklerimize iyi gelecek. Bu, ne tarihçilerin, ne devletin, tek tek hepimizin işi.