‘Mustafa Kemal ile Seyit Rıza görüşmesi’ haberi ve bazı ilginç tepkiler
Ahmet Aydın
23. 04. 2015
Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan ve Mustafa Kemal ile Seyit Rıza arasında, 1937 Kasım ayında gerçekleştirildiği belirtilen görüşmeye ilişkin MAH belgesi olduğu söylenen dokümanla ilgili tartışmalar sürüyor.
Seyit Rıza'nın torunu Rüstem Polat'ın Avukatı Cihan Söylemez, ‘söz konusu belgede yer alan ‘mezar’ alanlarının kazılması ve belgelerin savcılıkla toplanması’’ için Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvuruda bulunduğunu açıkladı.
Av. Söylemez, Yeni Şafak Gazetesi yöneticileri ile görüştüğünü ve onların ’’belgenin orijinal olduğunu ve talep gelirse savcılığa da verebileceklerini belirttiklerini” söylüyor. (DIHA)
Yeni Şafak yazarlarından İsmail Kılıçarslan da bu gazetedeki köşesinde belgenin orijinal olduğunu yazdı.
Hal böyleyken belgenin orijinal olup olmadığı konusunda kesin bir yargıya varmak için mahkemenin ve bilirkişinin kararını beklemek dışında yapılacak fazla bir şey yoktur. Çünkü dil bakımından bazı çelişkiler tespit edilse bile, bu tespitler belgenin sahte olduğunu göstermekten uzaktır. Öte yandan ciddi bir teknik inceleme yapılmadan belgeyi doğru kabul etmek de mümkün değildir. Dolayısı ile böylesi bir incelemenin sonucunu beklemek en doğrusudur. Belgede ayrıca, “Gömülen yerin haritası ve tutanakları, trendeki konuşmalar, ses kaydı ile birlikte harita ile, İhsan Sabri beye teslim edildi.” deniliyor. Eğer bu doğruysa ve bir engelleme ile karşılaşılmaz ise, belge ve kayıtlar mahkemeye ulaşır ve gerçeklik net olarak anlaşılır.
Haberde geçen belgenin içeriğindeki bilgilerin büyük bir kısmı, örneğin; M. Kemal’in idamlar öncesinde trenle Elazığ’a gelmesi, af teklifi, mezar yeri gibi konular çok uzun bir zamandır bilinmektedir. Keza, Seyit Rıza’nın o meşhur sözleri de. Bu durum bir noktada belgenin sonradan bu bilgilere dayalı olarak üretildiği görüşünü destekler nitelikte görünse de, tersi de mümkündür. Yani daha önce edindiğimiz bilgiler, aslında bizatihi bu belgeyi gören birileri veya bu belgeyi hazırlayan ekip tarafından dışarıya sızdırılmış olabilir. Konuyla ilgili Elazığ kaynaklı ve çok eski söylenceler dikkate alınırsa, görüşmede bulunan Zazaca tercümanın bu bilgileri verme ihtimali çok yüksektir.
Mustafa Kemal’in itibarını koruma telaşı
Konu ile ilgili sert bir açıklama yapan Hüseyin Aygün, bu belgenin sahte olduğundan emindir. Ona göre bu belge AKP merkezinde üretilmiştir ve “bu belgeyi üretenler Sadece AKP lehine bir tarih inşa etmeye, AKP’nin ‘Alevi düşmanı’ karakterini gizlemeye, CHP ve Mustafa Kemal Atatürk’ü yıpratmaya çalışmaktadırlar.”
Yanlış okumadınız, Hüseyin Aygün’ü böylesine rahatsız eden ‘’CHP ve Mustafa Kemal Atatürk’ü(n) yıprat(ılmasıdır.)'' Peki ama belgeyi sahte kabul etsek bile, içeriğindeki hangi nokta M. Kemal’in yıpranmasına neden olabilir ki? Bu sorunun daha açık cevabını ‘Aydınlık Gazetesi’nde konu ile ilgili yayınlanan bir yazıda buluyoruz:
’’Siz 33 askeri ve teğmeni öldüreceksiniz ve hakkınızda idam kararı verilecek, Mustafa Kemal sizin ayağınıza gelecek ve siz canınızı, oğlunuzu, suç arkadaşlarınızı kurtarmak adına hareket etmek yerine dik başlılık yapacaksınız.’’ [1]
Demek ki, dertleri Seyit Rıza’nın ‘’Türklerin Atası’na kafa tutmasıymış. Seyit Rıza, işgalcilerden korkmadığını ve onlara kafa tutabileceğini, Dersim’in işgaline, silahlı direnişle karşı koyarak zaten göstermişti. ‘’Bir can için etmem kimseye minnet’’ diyenlerin yoldaşı olan Seyit Rıza, idama korkusuz yürüyüşü ile kişiliğini zaten ortaya koyuyor. Böylesi bir insanın Mustafa Kemal’e kafa tutması neden şaşırtıcı olsun ki?
Bu kişinin bahsettiği ve Seyit Rıza’ya mal edilen ‘33 askerin öldürülmesi’ olayı hakkında, Dersim’de bazı anlatımlar vardır. Ancak böyle bir olay yaşansa bile, bu olayın Seyit Rıza ile hiçbir alakası yoktur. Çünkü olayın olduğu iddia edilen tarihte Seyit Rıza cezaevindedir. Konuyu Ayşe Hür bütün ayrıntıları ile bir yazısında açıklığa kavuşturdu. Yazının kaynağı aşağıda verilmiştir.[2]
M. Kemal’in itibarı için cengaverce savaşan H. Aygün doğal olarak Seyit Rıza’nın itibarını düşünmez. Hüseyin Aygün’ün yaptığı açıklamanın başlığı şöyle: ‘’Tarih İmalatçısı Sahtekarların ‘Yeni Kabataşı’: Seyit Rıza’’
Bilerek ya da bilmeyerek yaptığı noktasında bir yargı belirtmek istemiyorum ancak, bu başlık çok çirkin bir ilişkilendirme içeriyor. Sanki Yeni Şafak gazetesi Seyit Rıza’nın kişiliği ile ilgili gerçek dışı bazı iddialarda bulunmuş da, bu iddialar “Kabataş “ haberi gibi yalanmış gibi bir anlam çıkıyor. Yani başlıktan ‘’Yeni Şafak’ın sahte kahramanı: Seyit Rıza.’’ gibi bir mesaj çıkıyor.
Bu başlıkta “Kabataş olayı” ile Seyit Rıza ismi eşleştirilmiş, yani mesele kişiselleştirilmiştir. Seyit Rıza’nın kişiliği ile ‘Kabataş olayı’nın hiçbir bağlantısı yoktur. Bu olayı Seyit Rıza’nın üstüne fatura etmek vicdansızlıktır. Hüseyin Aygün’de eğer birazcık hak hukuk bilinci kalmışsa, bu konuda özür dileyip yanlışını düzeltir.
Mustafa Kemal’in itibarini korumak için Seyit Rıza’ya saldıran biri daha var. İlginçtir o da Alevi ve Kürt kökenli. Merdan Yanardağ, ‘’Sol.org’ sitesinde Seyit Rıza için şunları söylüyor:
“Dersim katliamı nedeniyle cumhuriyetin mahkum edildiğini anlamak mümkün değil. Dersim ayaklanması ve sebeplerini bir kenara bırakalım. Bence Seyid Rıza’dan bir devrimci lider çıkmaz, adam seyid bir kere, peygamber soyundan olduğunu söylüyor. Aslında bir aşiret lideri ve çevre köyleri basan bir haydut. Evet, bir katliamla sonuçlanıyor, her devrin kaçınılmaz kötülükleri vardır.”
Yanardağ, sonradan Seyit Rıza’ya “haydut” demediğini açıklasa da, bu hiç inandırıcı değildir. Çünkü açıklamasının ana fikri “Cumhuriyet’in fazileti ve isyan edenin ilkelliği” teması üzerine kuruludur. Bu anlayış Dersim Halkı’nı insan yerine koymayıp “vahşi, ilkel, barbar, eşkıya…” olarak niteleyen ve dolayısı ile imhasında hiçbir sakınca görmeyen cumhuriyetin kuruluş felsefesinin bugünkü uzantısıdır. Bu anlayışa göre devlet yüz binlerce sivili, insan hakları, hukuk demeden öldürebilir, çünkü devlet düzeni korumaktadır. Ancak bir sivil kendisini devlete karşı savunduğu zaman eşkıya ya da terörist olur.
Kimse Seyit Rıza’nın devrimci bir lider olduğunu iddia etmiyor. Onun tüm Dersim’in lideri olduğunu da söylemiyoruz. Ancak o, işgale karşı gelişen direnişin lideri ve simgesidir. Onun tarihteki yeri budur. Bu durumda onun aşiret lideri ya da maraba olmasının hiçbir önemi yoktur. Karşımızda ailesi, aşireti, halkı ve ülkesi için dövüşen cesur Dersimli bir direnişçi vardır.
Mesele liderlikten açılmışken bir kaç söz de M. Kemal’in liderliği üzerine söylememiz gerekiyor. Ona isteyen istediği vasfı verebilir bununla ilgilenmiyoruz, ancak onun demokrat ve hümanist bir lider olduğunu kimse iddia edemez. Kimse boşuna nefesini tüketmesin, çünkü Dersimliler, Mustafa Suphi, Pontus Rumları, Koçgiri Kürtleri mezarlarından kalkıp buna itiraz ederler.
Seyit Rıza karşıtı bu propagandanın amacı şudur: Onlara göre Dersim Halkı ve Seyit Rıza ne kadar ''haydut, barbar ve vahşi'' gösterilirse, Dersim’de gerçekleştirilen soykırım da o kadar ''hâkli ve meşru'' olur. Böylece cumhuriyet ‘’gerici feodalizmi tasfiye etmiş ve Dersim’e medeniyeti götürmüş’’ gibi görülür. Bu arada 50 bin kadar insan ölürse de, medeniyet uğruna bu kadar bedel fazla değildir. Hal böyle olunca, Cumhuriyetin kurucuları da soykırım yapmakla suçlanamazlar.
Merdan Yanardağ’a ve onun gibi düşünenlere son sözümüz şudur: Bugünlerde Hozat’ın Bargıni köyünde bir kazı yapılıyor. Aralarında bebek ve kadınların da bulunduğu 24 masum ve silahsız insanın kemikleri gömüldükleri toplu mezardan çıkarılıyor. Dersim’de bunun gibi onlarca, belki yüzlerce toplu mezar var. Gerçek haydutlar bu katliamları yapanlardır.
Hüseyin Aygün’ün belge ile ilgili ileri sürdüğü gerekçeler
Hüseyin Aygün’ün konu ile ilgili iddialarına değinmekteki amacımız belgenin gerçekliğini ispatlamak değildir. Hayır, ikinci, üçüncü ve güvenilir kaynaklar belgeyi doğrulamadıkça kesin bir yargıda bulunmak mümkün değildir. Bizim yapmak istediğimiz, kesin bir yargıya varan Hüseyin Aygün’ün ileri sürdüğü bazı gerekçelerin geçerlilik derecesini ortaya koymaktır.
- Aygün diyor ki “Belgedeki tüm kelimeler bugünün Türkçesine aittir. Cümleler düzgün ve tutarlıdır. Hiçbir yanlışlık yoktur.” Belgenin dilinde bir akıcılık ve yeni Türkçeye bir yakınlık olduğu doğrudur. Ancak ‘’tüm kelimeler bugünün Türkçesine aittir.’ görüşü doğru değil. Örneğin; belgede geçen “Başvekalet”, “efkarı umumiye”, “Reisicumhur” kelimeleri bugünkü Türkçede kullanılmıyor.
- Aygün’ün belgeyi iyi incelemediği alelacele bir savunma yazısı yazdığı anlaşılıyor. Mesela, Aygün’e göre belgede “Atatürk-Seyit Rıza görüşmesinde tercümanlık yapacak bir MAH üyesi Ankara’dan birlikte götürülmüş” olduğu yazılıdır. Belgede ‘Ankara’dan götürüldü’ şekilinde yada bu anlama gelecek bir kayıt yok. Belgeden anlaşılan şudur: İhsan Sadri Çağlayangil, Elazığ’daki MAH birimine “Seyit Rıza ile Reisicumhurumuz'un bir araya getirileceğini” bu görüşmede bulunmak üzere “MAH bünyesinden Zazaca bilen en güvenilir görevlinin bu yolculuğa hazırlanması talimatını” Yani tercüman Elazığ’dan bulunmuştur.
- Aygün diyor ki; “O dönemin pek az resmi yazışmasında ‘Zazaca’ adı geçer. Bu durum da belgeyi deşifre etmektedir.” Kaç tane belgede “Zazaca” adının geçtiğini bilmiyoruz. Ancak, 1933-34 yılları arasında “İçişleri Bakanlığı’na bağlı Jandarma Umum Komutanlığı, III. Şube I. Kısım” tarafından “gizli ve zata mahsus olarak kayıt altına alınan ve sadece 100 adet basılan’ ‘Dersim Raporu”nda ‘’Zazaca’’ isimi geçer. Bu belge belki de devletin en önemli ve gizli belgelerinden biridir.[3]
- Aygün şunu iddia ediyor: “İdam kararı okunurken, Dersimliler ‘idam çino’ diye bağırmış. Sahte belgeye Zazaca’yı yazanlar, idamlar sırasında Zazaca tepki verilmesi gerektiğini de elbette ihmal etmemişler. Oysa Çağlayangil, idam kararları okunduğunda, ‘idam tunne diye bir vaveyla koptuğunu’ anlatmıştır.” Ancak, Zülfü Livaneli konu ile ilgili yazısında, Çağlayangil’in anılarında ‘İdam Çino’ diye bir vaveyla koptu.” Diye yazdığını aktarır.[4]
- Aygün diyor ki “Seyit Rıza, Atatürk’e, ‘Dersim olarak Osmanlı’ya asker vermediklerini’ söylüyor. Oysa Seyit Rıza bizzat kendisi Ruslarla savaşa Osmanlı ordusu yanında ‘Milis Kuvveti Komutanı’ (Batı Dersim Aşiretleri Milis Komutanı) olarak katılmıştır.” Aygün’ün bu konuyu da iyi incelemediği anlaşılıyor. “Asker vermek” yani bir vatandaş yükümlülüğü gereği askere gitmek ayrı, Osmanlılarla ittifak yapıp Ruslara karşı birlikte savaşmak ayrı konulardır. Dersimlilerin Osmanlıya asker vermedikleri doğru. Ruslara karşı Osmanlılarla birlikte savaşmaları ise tamamen bir anlaşmaya dayanıyor. Osmanlı devleti ile yapılan görüşmelerde, Dersimlilerin “milli taleplerinin” hatta ‘’özerklik’’ talebinin savaştan sonra karşılanacağı sözü veriliyor. Üstelik Dersim güçlerine Dersimlilerin komuta etmesi üzerinde anlaşılıyor. Rusların Dersim sınırına dayandığı, hatta içeriye sızmaya başladığı koşullarda, Ruslara karşı Osmanlılarla ittifak kurmak Dersimlilerin de çıkarına uygundur. Yani Aygün iki farklı durumu birbirine karıştırıyor.
- Aygün diyor ki; “Atatürk’ün oturmasını istediği Seyit Rıza ‘oturmayı reddediyor’, ama bir süre sonra ‘müsaade isteyerek’ Atatürk’e ‘asıl gerçekleri anlatmak istediğini’ söylüyor. Belge sahtekârları bu tür hayatın akışına uymayan ‘ayrıntıları’ gözden kaçırmışlar.” Halbuki, Belgede Seyit Rıza’nın “müsaade isteyerek’” konuştuğuna dair bir kayıt yok.
- Aygün diyor ki; “Seyit Rıza ve 7 kişinin (oğlu Hüseyin dahil) affını öneren Mustafa Kemal’e karşı hemen teklifi reddetmesi de ilginçtir. Zira Seyit Rıza hem Osmanlı, hem Cumhuriyet döneminde çıkarılan birden fazla ‘aftan’ yararlanmıştır.” Seyit Rıza daha önce aftan yararlanmış olabilir. Hatta daha önce hükümete güvenmiş de olabilir. Ancak tüm yaşananlardan sonra, hükümete karşı derin bir güvensizlik duyar bir duruma gelmiş olabilir. Dolayısı ile, yeniden kandırılabileceğini düşünebilir. Özellikle, oğlu Baba, Alişer ve Şahan Ağa’nın sinsice katledilmeleri bu konuda onda hükümete karşı ciddi bir güvensizlik yaratmış olabilir. Pekala kullanılıp öldürüleceğini düşünebilir. Ayrıca görüşmede karşılaştığı manzara, kendisine karşı gösterilen muamele, bütün bunlar o andaki kararını etkiler.
Bu konuda şöyle bir akıl yürütmede bulunmak da mümkün. Zülfü Livaneli’nin de bahsettiği gibi bir af teklifi söz konusudur. Ancak idamların gerçekleştiği de bir vakadır. O halde iki ihtimal vardır. Birincisi belgede geçtiği gibi M. Kemal bir af önerisi götürmüştür ve Seyit Rıza kabul etmemiştir. Ya da hiç af konusu gündeme gelmemiştir.
Sonuç olarak: AKP’nin, Dersim sorununu; Dersimle M. Kemal arasındaki özel bir sorun gibi gösterme gayreti içinde olduğu bir gerçektir. Doğrusu bu sorun ta Osmanlı’dan beri süre gelen sömürgeci devlet siyaseti ile Dersim Halkı arasındaki, siyasal, kültürel ve etnik bir sorundur. Cumhuriyet bu politikayı Osmanlıdan devralıp sürdürmüştür. Cumhuriyet döneminde iktidarda kim olursa olsun benzer politikalar uygulayacağı açıktır. M. Kemal’in kendi kişisel çıkarlarını yönünde değil, Türk Devleti’nin çıkarları yönünde politikalar izlediğini, iktidarın da yek pare bir güç olmadığını da biliyoruz. Ancak, bütün bunlar o zamanki yöneticilerin, bu olaylar karşısında hiç bir kişisel sorumluluk sahibi olmadıkları anlamına gelmez. Kısaca söylemek istediğimiz şudur: Dersimlilerin derdi ne tek tek kişileri günah keçisi yapıp, devleti temize çıkarmaktır, ne de Seyit Rıza’nın torunu Rüstem Polat’ın dediği gibi, ‘kin’ ve ‘düşmanlık’ davası gütmektir. Onlar sadece adalet ve hakikati istiyorlar. Adalet ve hakikat ise, kişilere iltimas geçmez, suç işleyen M. Kemal bile olsa gerekeni yapar.
Dipnotlarr:
.......................................................................................
[1] Tanju Cılızoğlu, Aydınlık, http://www.aydinlikgazete.com/politika/seyit-riza-gercegini-idamin-tanigi-anlatti-h68241.html
[2] Ayşe Hür, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/dersim_hakkinda_kuyruklu_yalanlar-1232341
[3] Dersim Raporu, İletişim yayınları
[4] Zülfü Livaneli, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/300630/_Ataturk_Seyit_Riza_yi_affedecek__korkusu.html