Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Kürt Sorunu, Barıs Süreci ve Sol


Oğuzhan Müftüoğlu /Birgün/30. 05. 2013

Kürt Sorunu, Barış Süreci ve Sol’ broşürü, Oğuzhan Müftüoğlu’nun ODTÜ Mezunları Derneği tarafından 2 Mayıs 2012’de düzenlenen paneldeki sunuşu üzerinden hazırlanmıştır. Oğuzhan Müftüoğlu’nun sunumunun yer aldığı birinci bölümde, içinden geçtiğimiz sürecin genel nitelikleriyle birlikte solun bu gelişmeler karşısında nasıl bir tutum alması gerektiğine yönelik tartışmalar ve Kürt hareketine ilişkin analizler yer alıyor.  İkinci bölümde ise soru ve tartışmalara paneldeki akışa da uygun şekilde verdik.

Solda fikri karmaşanın yoğun olarak yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Ortaya çıkan her önemli  gelişme solu bölen, fikir ayrılıklarına yol açarak  parçalayan bir sonuç yaratıyor.

Geçmişte solun bir konuda nasıl tavır alması gerektiğine yönelik tartışmaların yanıtları çok daha kolay olurdu. 60 ve 70'li yıllarda solda özgürlüğü, bağımsızlığı, eşitliği esas alan ilkler etrafında ortak bir tutum vardı. Tartışmalar daha çok devrim nasıl yapılacak soruları etrafında şekillenirdi. Özellikle 80’ler ve 90’lardan sonra en temel meselelerde dahi solun nasıl bir tavır geliştirmesi gerektiği konusu büyük ayrılıklara yol açan karmaşık bir mesele haline geldi.

Bunu son dönemde Kürt sorununda yaşanan gelişmeler karşısında alınan tavırlarda da görmek mümkün. AKP bugün Kürt meselesine ilişkin bir girişimde bulunuyor, kendi tabanından hiçbir çatlak ses neredeyse çıkmıyor. MHP dışında sağdan çıt çıkmıyor. Buna karşı örneğin CHP kendi içinde kapışıyor, sol tarafta ise çok farklı, bir birine ters tutumlar söz konusu. 

Şimdi öncelikle ne tür bir gelişme yaşandığına kabaca baktığımızda ilk bakışta görünen fotoğraf şu, PKK ve devletin bir takım istihbarat görevlileriyle Oslo ve Kandil'de yaptığı görüşmelerin neticesinde PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakma ve Hükümetin de Kürtlerin kimi haklarını tanıyacağı bir noktaya gelindiği anlaşılıyor. Elbette bunun arkasında başkaca pek çok gelişme olabilir. Emperyalizmin müdahalesi, AKP'nin anayasa hesabı vb...

Böyle bir durumda devrimci siyasetin çok sade ve anlaşılır olması gerektiğini düşünüyorum.

O yüzden bugün öncelikle bu gelişmeler karşısında açık seçik bir tutum almaksınız, karmaşık ihtimaller üzerinden giderek tavır belirlemeye çalışmanın doğru olmadığını, öncelikle ortaya çıkan somut gelişme hakkında  net bir tavır ortaya koymamız gerektiğini düşünüyorum.

Bu konuda öncelikle yapılması gereken şey Kürt meselesi ve barış konusunda öteden beri savunulan görüşlerin bugün de açık biçimde ortaya konulmasıdır. Bu konularda Devrimci Yol'da ve ÖDP'de  savunduklarımız ortada. 90'lı yılların başında savaşın bütün şiddetiyle sürdüğü günlerden buyana silahlı çatışmaların sona erdirilerek barışçıl yollardan çözümünü savunduk.
 
Bugün, bu savunduklarımız doğrultusunda gelişmeler karşısında ikircikli bir tavra girerek ama şöyle ama böyle demeden tutumumuzu açıkça ortaya koymamız gerekir. Sonrasındaki olası gelişmeler karşısındaki görüş ve tutumlarımız ise elbette saklıdır, zaten o konuları da ayrı bir mücadele süreci olarak yaşayacağız. 

Bu konuyla ilgili AKP'nin birtakım hesapları var mı? Vardır, yoksa zaten şaşarım. Araya başkanlık sistemi de karıştırılıyor. O da olabilir, başka hesaplar da yapabilirler. Böyle şeyler de olabilir. Tabii bu konulardaki eleştirilerimizi dile getireceğiz, bu gelişmeleri ve ihtimalleri hesaba katarak hareket edeceğiz; ama bu aşamada solun ortaya çıkan bu süreç karşısında her şeyden önce "evet kardeşim savaşı durduracaksanız durdurun, Kürtlerin hakkını vereceksen ver, sorunu çözeceksen çöz demeliyiz, biz 40 senedir bunu söylüyoruz, şimdiye kadar yapmadınsa sen suçlusun" demeliyiz.

Bu konudaki düşüncem bu kadar açık seçik, sade ve net. Bu konuda hiçbir tereddüttün olmaması gerektiği kanısındayım. Bunu açıklıkla ortaya koymak lazım. Eğer AKP karşısında güç kazanmak istiyorsanız hak talepleri ve özgürlükler konusunda onun daha ilerisinde olmanız gerekiyor. 

Referandumdan Farklı Bir Süreçteyiz

Bazen "bu bir tür 'yetmez ama evet' durumu değil mi" gibi sorular ve tereddütlerle karşılaşıyoruz.

Bu gün bizim açımızdan en azından sürecin şimdiki durumunda ortada referandum sürecine benzer bir durum yok. Arada hiçbir benzerlik göremiyorum. İlerde bir anayasa oylaması olursa, meclisten geçer de referanduma gitmek söz konusu olursa o zaman da tutumumuz çok açık ve net olur.

Anayasa değişikliği konusundaki referandum sırasında aslında ortadaki durum çok açıktı. 12 Eylül darbecilerin yargılanması falan araya sokulmuş bir elma şekeriydi, Geri kalan acı kısmı, yani işin aslı çok açık bir şekilde ortadaydı. O dönemdeki anayasa değişikliğinin esası yargının, anayasa mahkemesinin, danıştayın, idare mahkemelerin tamamen iktidarın  kontrolüne girmesi için yapılan bir operasyondu. Zaten “yetmez ama evet’ diyenler de sözde askeri vesayete karşı mücadele adına, AKP’nin eli güçlensin diye evet dediler. Sonunda da hakikaten adamların eli bayağı güçlendi doğrusu!  

Şimdi yaşanan süreçle ilgili gündeme anayasa değişikliği de gelebilir. Mecliste anayasa tasarısında şöyle veya böyle anlaşabilirler veya anlaşamazlar. AKP bir tasarı getirir, tasarı meclisten geçer, ondan sonra referanduma gitme durumu söz konusu olabilir, Referandum meselesiyle  o zaman karşılaşabiliriz. Başkanlık sistemi ister olsun ister olmasın, AKP'nin yeni anayasa tasarısının sivilleşme ile, demokrasi ile alakası olmayacağını biliyoruz. Ülkeyi içine soktukları yeni serbest piyasa düzenini, bu sömürü düzeninin, bir ucunun dinsel bağnazlığa dayanan, kitle tabanını da buradan, kitlelerin muhafazakarlaştırılmasından alan; ama esası küresel sermayenin serbest piyasa düzenini  bir anayasal statüye kavuşturulmaya, devletin şeklini bu düzene daha uygun bir şekle sokmaya çalışıyorlar. Biz bu günkü düzene karşı olduğumuz kadar bu zihniyetle getirilecek bir sözde yeni ve sözde sivil anayasaya da karşıyız. Bu konudaki tavrımızı da kararlılıkla sürdüreceğiz.

İç Dinamikler Görülmeden Süreç Doğru Anlaşılmaz
AKP'nin bu meseleye bu aşamada girmesinin çeşitli nedenleri olabilir, bunlar üzerine konuşabiliriz. Onların ‘anaların gözyaşı dursun, memlekete huzur gelsin’ diye böyle bir işe giriştiğine tabii ki inanmıyorum. Kendilerinin değişik hesapları elbette vardır, eğer bundan bir çıkar görmeseler her ay elli asker, kırk Kürt genci ölse belki umurlarında bile olmaz. 

Bugün belli ki kendilerini böyle bir politikaya zorlayan, gerek ABD ile ilişkilerinde olsun, gerek İsrail ile ilişkilerinde olsun birtakım nedenler var. 

AKP'nin Suriye meselesinde ABD'den yeterli desteği bulamaması nedeniyle bu adımı attığı yönünde analizler var. 

Bu tür analizlerin gerçeklik payı olabilir. Ama buradan yola çıkarak, Kürt hareketinin emperyalizmin bölge politikaları konusunda bir tür taşeronluk yapmak üzere anlaştığı yönünde sonuçlar çıkarmanın ve bu nedenle sürece karşı muhalefet yapmak doğru bir tutum olamaz. 

Devrimci siyaset somut olgular ve gerçekler üzerinde kurulmalı. Kürt meselesinin dış ve iç dinamikleri ve veçheleri elbette vardır. Tarihsel olarak bir bölgesel meseledir, konumu yüzünden bir dünya meselesidir, ama aynı zamanda Türkiye'nin bir iç meselesidir, ülkenin çok güçlü iç dinamiklere dayanan bir meselesidir. Eğer Türkiye'de 30 senedir bir iç savaş yaşanıyorsa, otuz kırk bine yakın insan ölmüşse, çoluğu çocuğu, genci, ailesiyle birlikte milyonlarca insan, bütün bir halk bu savaşın en acı sonuçları içinde, travmaları içinde yaşamışlarsa, ortada taşeronlukla şununla bununla açıklanamayacak önemli bir toplumsal mesele vardır.

Bu uzun yıllardan beri Türkiye'nin kanayan bir yarasıdır. Türkiye'de gerçek bir demokratik devrim süreci yaşanmadığı için, emperyalizme bağımlı bütün iktidarlar bu meseleye çözüm getirebilecek politikalar yürütmedikleri için on yıllardır ortada duran bir meseledir. Önce bunu, Kürt meselesinin içsel dinamiğe bağlı gerçeklerini görmek lazım. Binlerce genç insan ölümü göze alarak dağlara çıkıyorsa, aç, yoksul bir bölgedeki koşulların bu tepkiyi, bu isyanı haklı kılan nedenleri görmek lazım. Bütün bunları bir yana bırakıp her şeyi sadece emperyalistlerin oyunlarına bağlamak son derece yanlış. Emperyalistlerin oyunları her zaman olabilir, ama bir yerde böyle bir mesele yoksa hiç bir oyun böyle bir toplumsal sorunun ortaya çıkmasına yol açamaz. O bakımdan Kürt hareketinin başka birtakım angajmanlar sonucu böyle bir  yola girdiği gibi bir vehim üzerine siyaset kurulması doğru değil.

Uzun süreden beri Kürt hareketinin sözcüleri ayrı bir devlet kurulması yönündeki stratejilerinden vazgeçerek eşitlik içinde bir arada yaşama esasına dayanan talep ve görüşler savunuyorlar. Silahlı mücadele süreci bu ifadelerle çelişik bir durumdu. Bir ülkede birlikte yaşamak gibi bir amacınız varsa, ötekileri öldüre öldüre bir arada yaşamaya değil, ancak ayrılmaya ikna edebilirsiniz. Bir toplumun içinde büyük yaralar aça aça, her ölümde halklar arasında düşmanlık büyüye büyüye nereye varılabilir?  Sınırlar ayrı olsa bir derece tartışılabilecek bir durum olabilir ama Ankara'nın varoşlarında, İzmir'in bütün ilçelerinde, İstanbul'da, Adana'da, Mersin'de, Antalya'da, Bursa'da, her yerde iç içe yaşanan bir ülke...Bu şekilde olmayacağı açıktı.

O yüzden bu gün Kürt hareketinin geldiği durumu biraz da bu yönüyle değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olur diye düşünüyorum. 

Kürt Hareketinin Geleceği İçin Zorlu Bir Dönem
Bu açıdan gelinen nokta, silahlı mücadelenin Kürt hareketine artı bir şey kazandırma imkanının kalmadığı bir noktaydı. Ama örgütsüz, bilinçsiz, kendi kimliğine sahip olmayan bir halkın bilinçlenip örgütlenmesinde önemli bir rol oynadı. Mücadelenin en büyük kazanımı budur. Bugün Türkiye'nin en örgütlü, politik gücü Kürt hareketidir. Ulusal talepler doğrultusunda bir harekettir ve bunun ortaya çıkmasındaki temel etmen de 30 yıla yakındır devam eden, devletin karşı konulmaz olmadığını ortaya koyan, devletin her şeye kadir olmadığını ortaya koyan, devlete karşı gelinebileceğini ve onunla mücadele edilebileceğini gösteren mücadeledir.
 

O bakımdan Kürt hareketinin bu noktaya gelmiş olmasını, AKP ile gizli saklı birtakım pazarlıklara dayandılar, AKP ile Suriye'de, Irak'ta şunu, bunu yapacaklar gibi bir şeylere bağlamak doğru değil.

Kürtlerin demokratik haklarının verilmesi talebi bizlerin çok uzun süredir savunduğu taleplerdir.

Yerel yönetim şartı aslında bir taviz de değil. Avrupa Birliği'nin yerel yönetim şartı, bir tarafından bakacak olursak, sermayenin uluslararasılaşmasının, küreselleşmenin, serbest piyasanın ihtiyaçlarının bir gereği olarak dayatılan bir şeydir. Ademi merkeziyetçilik, ulusal sınırları, merkezi bürokrasiyi daha kolay aşıp istediği her yerde çok daha rahat, geniş sömürü imkanları bulabilmesi için getirdikleri bir şeydir. Biz bunun çok ötesini, doğrudan demokrasiyi, bir bölge halkının kendisi hakkında karar vermesini, istediği gibi yaşayabilmesini talep eden bir siyaseti savunuyoruz. Kürtler veya Karadenizliler etnik bağlamı dışında bir bölgede yaşayan insanlar nasıl istiyorsa öyle yaşamalı. Ben bir devrimci ve sosyalist olarak başka bir şey düşünemem. O bölgede yaşayan insanlar kendi kaderleri hakkında kendileri karar vermeli, kendi bütçelerini büyük ölçüde kendileri yapmalı, valilerini kendileri seçmeli.

Biz bunu yaklaşık 35 yıl önce "Devrimciler Ne İçin Savaşıyor ?" broşürünün bir bölümünde yazdık. O zamandan beri bunu savunuyoruz.  Bu nedenle yerel yönetim şartı çerçevesinde getirilecek bir takım düzenlemelerle "ülke eyalet sistemine gidecek, ülke bölünecek" diye bir korkuya  kapılmanın herhangi bir önemi olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki bu, iki halkın bir birini boğazlayıp durmasından daha iyidir. Biz doğrudan demokrasiyi ve bir halkın kendi kaderini belirlemesini savunuruz. Bu bugün hemen  olabilecek bir şey değil. Bu yüzden ben Kürt sorununun çözümü konusunda bazen Mustafa Karasu'nun veya Kürt Hareketi'nin bazı yazılarında ertelemeci olduğumuz şeklindeki eleştirilere katılmıyorum. Ben emperyalizme bağımlı bir iktidar eliyle gerçek bir çözüm ve barış olabileceğine inanmıyorum. Bırakın özgürlük tanımayı her bölgede ki insanın kendi kaderi hakkında söz sahibi olmasını... Kendi malum zihniyetine uygun bir gençlik yetiştireceğim diye yasaklar düzenleyen, insanların ne yiyip ne içeceğini, nasıl yaşayacağını belirlemeye çalışan, nasıl bağnaz bir baskı sistemi geliştirmeye çalıştıkları ortada olan bir iktidarın gerçek bir çözüm getireceği konusunda hiç bir umut taşımıyorum. Bu elbette gerçek bir çözüm ve barış doğrultusunda elde edilebilecek hakların hiç birinin küçümsenmesi anlamına gelmez.   Bazı hakların elde edilmesi elbette önemli olacaktır ve bütün halklara ve işçi sınıfına mücadele edilerek kazanılabileceğinin bir göstergesi olarak değerli bir kazanım olabilecektir. 

Eğer Türkiye'nin bütün yoksul halkları ,emekçileri, işçileri, Alevileri ve öteki halklar, aydınları ve gençler, kendi hayatlarını koyu karanlık bir cendereye sokan böyle bağnaz iktidarlar altında yaşamak istemiyorlarsa, derelerimizi, sularımızı, dağlarımızı, topraklarımızı sağlığımızı bütün hayatımızı paraya çevirmeye çalışan despotik bir iktidar altında yaşamak istemiyorlarsa, örgütlenecek ve mücadele edeceklerdir. Başka bir yol yok. 

Kürt hareketinin önünde de bence çok zor bir dönem var, buraya kadarki de zordu, bundan sonrada belki daha zor olacaktır.

Çeşitli spekülasyonlar var, AKP ile anlaşarak bu bağnaz düzeni anayasallaştırma işine girişirlerse, beraberce başkanlık sistemi getirecek olursa ona destek olacak olurlarsa, Tayyip Erdoğan'ın iktidarına destek olacak olurlarsa, Suriye'deki iç savaşa müdahale edilerek yeni haksız savaşlara ortak olmaya kalkacak olurlarsa, verdikleri bütün mücadeleler çok daha kötü çok daha yanlış sonuçlara yol açar. İktidarın ve egemen sınıfın ortağı olmaya yönelirler bunun kendileri içinde Kürt Halkı içinde hiçbir faydası olamaz.

Hani diyelim iddialar var böyle Suriye'de, Irak'ta bir Kürt Devleti kurulacak Türkiye'de ne olacak ki ulus temelinde bir devlet kurulmuş olsa böyle bir şey için bunca acıya değer mi. Kaldı ki Kürt hareketinin yöneticileri ısrarla böyle bir şeye asla yönelmeyeceklerini kendi geçmişlerinin böyle olmadığını Türkiye halklarının özgürlük mücadelesiyle birleşmek istediklerini ifade ediyorlar. Bize bunu umut etmek bunun için mücadele etmek gerekir. Elbette ki onlar üzerinde baskı olacaktır oyunlar oynanayacaklardır işi o tarafa çevirmek, başka savaşlara ortak etmek ve Ortadoğu halkları üzerinde ki haksız baskı ve zulmün aracı haline getirmek isteyenler olacaktır. Buna karşı mücadele etmeleri gerekir. Bu önümüzde ki dönem içerisinde bugün ki tavrımıza bağlı olmamak üzere önümüzde karşımıza çıkacak olan çok önemli bir mücadele konusudur.

Biraz çetrefil yanları var Öcalan'ın açıklamaları basında didik didik ediliyor ve her söz her şey değişik yorumlara ve kerametlere falanda yoruluyor. Bunların çok fazla tartışılması gerektiği kanısında değilim. Örneğin, silahları bırakma ve ayrı bir devlet kurmama meselesini Kürt Hareketi'nin sözcüleri ve Öcalan'ın kendisi iktidar meselesinin ve ayrı bir devlet meselesinin artık gündemden kalktığı şeklinde ki tezlerine bağlıyorlar. Ve iktidarın, devletin, devlet kurma meselesinin kendi gündemlerinde olmadığını demokratikleşme, demokratik konfederalizm diye ifade ediyorlar, Marksizminde bu tezlerle aşıldığını ifade ediyorlar. Bu kanıda değilim çünkü Marksizm devlet ve devrim konusunu açıklığa kavuşturmuştur. Sınıflı toplumda ve mevcut iktidarların hüküm sürdüğü bir toplumda iktidarsızlık ve devletsizlik var olan iktidara ve devlete tabiyeti getirir. Devlete karşı mücadelede devrim zorunlu bir şeydir sadece demokratikleşmeyle olacak bir şey değildir. Demokratikleşme ancak sınıfların ortadan kaldırılması ve devrimle gerçekleşebilecek bir şeydir. Devrim var olan burjuva devlet mekanizmasının onun sermaye gücünün  sermaye egemenliğinin aşağıdan yukarı mücadele ederek kırılması ve yerine emekçilerin kendi iktidarını kurarak devletsizliği gerçekleştirme yolunda mücadele etmesi süreci sosyalist süreci sosyalizme ve komünizme geçiş sürecini inşa etmesidir. Marksist devlet devrim teorisi nettir bu konuda tabi ki geçmişte pek çok sorunlar olmuştur Sovyet Devrimi olsun diğer sosyalist ülkelerin devrimleri henüz bu sürecin bu aşamaların geçilmesi konusunda yeterli bir şeyi olmadığını gösteren bir şeydir. Teori ve uygulama bakımından özellikle Sovyetler Birliği' de ki uygulanan süreçler açısından bu ayrı uzun bir tartışma konusudur. Bu bizim Marksist devlet ve devrim teorisinden vazgeçmemiz manasına gelmez Marksist devrim teorisi elbette son tahlilde devletin ve iktidarın yok edilmesini yöneten yönetilen ayrımının kaldırılmasını gerektirir ama bunun koşulları sağlanmadan bunun ekonomik sosyal temelleri gerçekleştirilmeden bunu varsayarak var olan devlet düzeni içerisinde demokratikleşmeyi beklemek başka bir şeydir. Bu son dönem postmarksist, postmodern teorilerin sızıntısı olarak görülüyor. Ama konuyla doğrudan bir ilişkisi yoktur. Kürt hareketinin biz ayrı bir Kürt devleti kurma talebinden vazgeçtik demeleri için bu şekilde bir ideolojik düzenlemeye ihtiyaç olmadığı kanısındayım. Bir sürü buna benzer tartışma konuları var isterseniz ben burada tamamlayayım.

SORULAR TARTIŞMALAR
Öcalan’ın açıklamasındaki İslam Birliği’ni ve arkasından Fetullah'la yakınlaşması, sıcak mesajları ve Hizbullah'la çatışmayan, gerekirse konuşabilecekleri yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürt hareketi Kürt-İslam hareketine mi dönüşüyor?
Sonuçta Öcalan’la devlet arasındaki görüşme MİT yetkilileriyle yapılan görüşmelerdir. Orada geliştirilen birtakım düşüncelerdir. Bunların hangi koşullarda oluştuğu konusunda ayrıntılı bir bilgi sahibi değilim.

Öcalan’ın açıklamaları devletle Kürt hareketi arasındaki bir uzlaşmanın zemini olarak gündeme geliyor. Burada farklı bir durum söz konusu.  Kürt hareketinin yönlendirilmesi nasıl olur, onları bilemem.

Türkiye’de Kürt hareketini Kürt-İslam hareketi haline dönüştürülmesini gerçekçi bir saptama olarak görmüyorum. 

İsmail Beşikçi, Kürtlerin devletleri olmazsa dinlenmeyeceğini söylüyor. Yine oyuna geliyorlar, diyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Beşikçi’ye saygı duyuyorum ama ona katılmıyorum. 
Her ulusun  mutlaka etnik temele dayalı ayrı bir devlet kurması gerektiğini düşünmüyorum. Elbette bir bölgede yaşayan insanlar nasıl yaşamak istiyorlarsa öyle yaşamalı. Kürt hareketini yönetenler devlet kurma yönündeki eğilimlerinden vazgeçme yönünde bir karara varmışlarsa bana onlara saygı duymaktan başka bir şey düşmez. Türkiye’de yaşayan Kürtlerin ülkenin değişik bölgelerine dağılmış durumda diğer halklarla iç içe yaşıyor olması bu tercihi destekleyen önemli bir unsur.

Sürece müdahil olmaya çalışan Türkiye solunun bazı kesimlerinin, isim vermek gerekirse TKP'nin, süreci sahte barış olarak değerlendirerek karşı çıkmasına ne diyorsunuz? Kürt hareketi dışında Türkiye solunun sürece müdahil olmaya çalışması doğru mudur?
Şimdiki barış gerçek bir barış ve çözüm değil, bu doğru. Gerçek bir barış olmayacak, TKP de ısrarla bunu söylüyor ama ne yapalım? Bu koşullarda gerçek barış gelinceye kadar savaşa devam edilsin mi diyeceğiz. Bunu savunmadıkları belli arkadaşların. O halde bu gerçek barış değil deyip durmakla ne yapmış oluyoruz?

Bu savaş süreci Türkiye’de her iki tarafta da ulusalcı, milliyetçi şoven duyguları körükleyen bir süreçtir. Her iki taraf içinde geçerli olan doğru şu ki ulusalcı duygulara yaslanarak sosyalist siyaset yapılamaz. Savaş sürecinin biriktirdiği ilkel duygulara yaslanarak veya bu tür eğilimlerle arayı çizmeden sosyalist siyaset yapılamaz. Sosyalistler süreç konusunda kendileriyle tutarlı olmalı, bu aşamada ne istiyorlarsa açık seçik onu söylemeliler. Kürt hareketi silahları bırakırım diyorsa bıraksın. AKP birtakım hakları vereceğim diyorsa versin. Sosyalistler bunun bir adım gerisinde duramazlar.

Gerçek barış ise elbette toplumsal barıştır. Gerçek barış savaş sürecinin ve şoven duyguların Kürt ve Türk toplumun içinde etkilerinin yok edilerek iki toplumun birbiriyle gönülden barışmasını sağlamakla olabilir ki bu da devrimcilerin görevidir. Devrimciler iki halkın birlikte yaşama duygusunun güçlenerek düşmanlıklarından vazgeçmeleri için mücadele ederler. Ezilen Kürt Türk ve tüm halkların bir arada olabilecekleri bir ortamı yaratmak için mücadele ederler. Savaşın sona ermesi bu ortamı kolaylaştırır, yoksa savaş Kürt ve Türk emekçilerinin ortak kurtuluş mücadelesine yönelmesine imkan tanımaz. 

Sosyalistler ve devrimciler bu süreçte nasıl daha aktif ve etkili olabilirler? Kürt hareketi sahip olduğu gücün de etkisiyle eskiden beri "bizi desteklemeye mecbursunuz" gibi yukarıdan bakan bir tavır sergilerdi sosyalistlere karşı, bu tavrı sürdüğü sürece birlikte mücadele nasıl başarılır? Kürt hareketinin öncülüğünde bazı sosyalist çevrelerin katılımıyla oluşturulan HDK gibi ortak mücadele platformlarının geliştirilmesi mümkün mü? ÖDP içinde politika yapıyorsunuz. ÖDP bu platforma girmek doğrultusunda bir tavra sahip olabilir mi?
Türkiye’de sosyalistlerle Kürtler arasında doğru bir ilişki kurulamadığı bir gerçek. Bunda bu hareketler arasındaki tarihsel bakımdan eşitsiz gelişmenin de önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Sosyalistler içerisinde yaygınca bir eğilim Kürtler’in taleplerini koşulsuz destekleme şeklinde ortaya çıkıyor. Yöneticiler arasında kendilerini sosyalist olarak gören, sosyalizmi savunan arkadaşlar olmasına karşın  Kürt hareketi toplumsal bir hareket olarak ulusal bir harekettir. Elbette süreç içerisinde bu hareketin nasıl bir seyir izleyeceği ayrı bir konudur. Bu bakımdan her şeyden önce sosyalist-devrimci hareketlerin bağımsızlığı temelinde bir ilişki söz konusu olabilir. 

HDK’nın doğru bir ilişki biçimi olduğu kanısında değilim.   ÖDP’nin durduğu yerin bugün Türkiye toplumu ile Kürt toplumu arasındaki barış ortamının geliştirilmesi açısından çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Bu gün başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye’nin bütün temel meselelerinin çözümü için en çok devrimci demokratik düşünceleri güçlendirecek bir hareketin gelişmesine ihtiyaç olduğunu düşüyorum. Sosyalistlerin görevi de özgürlükçü, eşitlikçi fikirlerin güçlendirilmesi, Türkiye toplumunun örgütlü politik bir güç haline dönüştürülmesi ve iki halkın ortak eşitlik temelindeki geleceği için daha uygun ortamın hazırlanması olduğunu düşünüyorum.

Kürt hareketinin yöneticilerinden Zübeyir Aydar’ın ÖDP’ye yönelik haksız eleştirileri oldu. Mustafa Karasu da ÖDP’nin HDK’ya katılmadığı için başarısız olduğu  şeklinde eleştiriler yöneltti. Bu tür eleştirilerin isabetli olduğunu düşünmüyorum. 

Savaşın sonucunda AKP, HDK, PKK hangisi baskın çıkar?
Onları bilemeyiz, bizim görevimiz bu değil. Kürt hareketinin, Türkiye egemen sınıflarının, emperyalistlerin güçlerin safına geçeceği veya geçtiği şeklinde suçlamalar oluyor. Bunlara katılmıyorum. Kürt hareketi barış sürecinin kendi doğal süreci dışında AKP’nin sömürü ve baskı düzenine  destek olursa kendi geçmişlerine de ihanet ederler.

Şimdi şüphesiz önlerinde oldukça zor bir dönem var. Yasal siyaset alanının getireceği sorunlar da olacaktır. Bizim görevimiz çok önemli demokratik dinamikler barındıran Kürt hareketinin yönelimlerinin Türkiye’nin yoksul emekçi halklarının devrimci kurtuluş mücadeleleri doğrultusunda gelişmesini desteklemek olmalıdır.

Kürt hareketinin AKP ile olan ittifakı 1 Mayıs kutlamalarında görülmedi mi?
Bazı sorularla gerçekte ne ifade edilmek istendiğini anlayamıyorum. Kürtlerin AKP yandaşı İslamcı hareket olarak gelişmesini mi tercih etmeliyiz? sorusu geliyor akla. Selahattin Demirtaş bas bas bağırıyor. ‘Başkanlık sitemi anayasa sistemine asla destek olmayacağız' diye! 

BirGün gazetesinde Karayılan’la söyleşi yayınlanmıştı. Karayılan orada, “Egemen sınıfa boyun eğmeyeceğiz. Sosyalist bir gelecek için mücadele etmek istiyoruz. Direniş komitesi kurmak istiyoruz. Mahirlerin geleceğinden geliyoruz' diyor.  Buna bakıp bunun üzerine konuşmak yerine  'ben şeriatçıyım' diyen Altan Tan'ı örnek alırsanız Kürt hareketi şeriatçılığa gidiyor, dersiniz.

Bu süreç içinde çelişik beyanlar var, ciddi sorunlar da yaşanabilir. Etnik temelde 30 yıllık bir savaşın içinden çıkıp gelen bir hareket söz konusu. Tabanında çok güçlü dinci muhafazakar eğilimler var. Bütün bunlar savaş bitsin demenin önünde bir engel değil. Buna karşı böyle olumsuz ihtimaller var diyerek bu sürece karşı çıkmak olmaz.  Bundan ötesi bir mücadele sürecidir. 

Emperyalizmin kucağında tezgahlanan barışa destek olmamızı mı söylüyorsunuz? Gerçek manayı anlamadan romantik ve çocuksu söylemlere sarılmayı mı öneriyorsunuz?
Başka bir soru bölünürsek bölünelim dediniz ama sınırların çizilmesi ülkelerin devletlerin ayrılması, savaşın bitirileceğini garanti eder mi?

Emperyalizmin kucağında tezgahlanan barışa değil, emperyalizmin kucağında tezgahlanan savaşa hayır diyoruz. Romantizm ve çocuksuluk kötü bir şey değil, devrimci siyaset romantik ve biraz da çocuksudur. Romantik ve çocuksu olmaktan korkmayın. Yoksa hiçbirimiz 20’li yaşlarda devrim yapacağız diye mücadeleye atılmazdık. Devrimci olamazdık.

Ben bölünürsek bölünelim demiyorum, bölüneceğiz paranoyasından vazgeçelim dedim. 

Sizin görüşlerinizden alıntılar yapılarak bu sürecin düzenle barışmak olduğu yönünde görüşler belirtiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Biz halkların arasındaki savaştan değil, devrim yapmak için savaşmaktan yanayız. İki halkın birbirini kırması raddesine gelmiş bir savaşa hayır demek devrimci savaşa hayır demek değil. Kürt hareketini yöneticileri de şimdi mücadelemizi başka yöntemlerle sürdüreceğiz diyor. O bakımdan sözcüklere aldanıp her şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Var olan savaşa karşı çıkıyoruz. Sınıf savaşı her zaman devam edecek, devrimcilik mücadelesi sona erecek gibi anlamamak lazım. Çocukluk kötü bir şey değil dedik ama o kadar da değil.

ABD Avrupa gibi emperyalist küresel güçleri barış sürecinin desteklemeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu desteklerin altında ne tür hesaplar ve planlamalar var?
ABD’nin ve AB’nin barışı desteklemelerine dönük açıklamaların arkasında ne tür politikalar var bilmiyorum ama iyi politikalar yoktur. Karayılan, 'Sakine Cansız cinayetinin Avrupa cenahından kaynaklandığını düşündüğünü, Avrupa bu sürecin devam etmesinden yana, savaşın bitmesini istemiyorlar. Öyle olmasaydı bu cinayeti çoktan açıklarlardı, onların mutlaka parmağı vardır' diyor. Gerçekte başta ABD olmak üzere ekonomileri büyük bir savaş endüstrisine sahip olan emperyalist ülkelerin bölge politikalarının esası savaşın taraflar arasındaki pat durumunda sürüncemede gitmesinden yanadır. Bölgedeki çıkarları doğrultusunda Kürt kartını kullanmak için da bu savaşın sürmesini isterler. Elbette bunu açıkça deklare etmezler, her zaman barıştan ve demokrasiden yana görünmek isterler.

Soruların çoğu bu sürecin sol bir bakışın olmadığını söylüyor. Bu sürece sol bakış oluşturmak için Türkiye Sosyalistleri ve devrimcileri bir platform oluşturarak yan yana gelebilirse çözümün daha da ileri boyutta gerçekleşmesi sağlanabilir mi?
Sosyalistlerin daha sağlıklı düşünceler geliştirmeleri için daha organize olmaları daha faydalı olur ama çözümün daha ileri boyutta gerçekleşmesini sağlanıp sağlanamayacağını kestiremiyorum. Çünkü bu proje bir devlet projesidir. Kürt hareketi açısından savaşın bir tıkanma noktasına gelmiş olmasının yanı sıra Türk devletinin de bir açmaz içine gelmesinin de rolü vardır.  Bu durumun gerçek barışa evrilmesi ve iyi sonuçlara ulaşması için Türkiye toplumunun ve devrimci güçlerin ve sosyal demokrasinin daha örgütlü ve güçlü olması lazım.  Türkiye’de bir sosyal demokrat parti var ama doğru bir politik hat geliştirerek dar ulusalcı bakışlardan kurtulamıyor, kendi içindeki uzlaşmazsızlıklar ortaya çıkmasın diye bu konuda söz söylemeye çekiniyor. Pervasız konuşanlar da şovenizmi körüklemekten sonra bir şey yapmıyorlar . Öte yandan öznelerinin baskın özellikleri yüzünden solun bu sürece daha etkin müdahil olma olanaklarının çok da fazla olmadığını düşünüyorum. Dilerim bu durum değişir.

Doğuda yükselişte olan Türk İslam Hareketi avantaj mıdır dezavantaj avantamıdır. AKP’nin başlattığı bu hareketin amacı başkanlık sistemi ve benzeri ise bu konular zaten konuşulan konular. Türk solunun bunu ortaya çıkaracak ya da engelleyebilecek güçlü argümanı halkta nasıl cevap bulur. Öğrenci demek istediğim şuydu AKP’nin gizli amaçları ortayla çıkaracak konular Türk solunun bunu ortaya çıkaracak sahte olduğunu ya da sonucunun kötü olduğunu gösterecek ya da engelleyebilecek güçlü argümanı ne olabilir ve hareket tarzı ne olabilir.
Sadece bu bölgede her tarafta İslamcı düşünceler güçlendiriliyor. Özellikle televizyonlarda ruhlar cinler ikinci hayat üzerine her gün bir hoca bulup konuşturuyorlar. Bütün dünyada böyle muhafazakarlaşma rüzgarı ile gelişen bir şeydir bu. Önümüzdeki yüz yıl din yüzyılı olacak diye yazdılar bu onların tasarladığı bir şey olarak uyguluyorlar. Bütün toplumları gericileştirmeye dincileştirmeye çalışıyorlar. Sadece Kürt bölgesiyle ilgili bir gelişme değil. Türkiye’de nasıl baş edeceğiz onu tartışalım. Türk bölgesinde de etrafımızı muhafazakarlaşma dalgası sarıyor.

Doğuda da yükselişte olan Türk İslam Hareketinin avantaj olup olmamasına gelince, elbette sürecin gelişim yönünün belirlenmesi açısından olumsuz bir rol oynayabilecektir.

Tayyip Erdoğan’ın bir başkanlık hevesi var ama bu sürecin bir meselesi olarak görülmemeli. Erdoğan başkanlık meselesine neden bu kadar taktı. Ülkeyi o şekilde daha kolay idare edeceği konusunda kendince nedenleri var, zaten bunu saklamıyor. Ama arkada  Özal’ın Cumhurbaşkanlığı sonrasındaki ANAP örneğine düşme korkusu da olabilir. AKP’nin kendi iç problematiği açısından şimdi de zaten istedikleri her şeyi yapabiliyorlar. Başbakanlık sisteminin süereç açısından çok da belirleyici olacağını sanmıyorum. Asıl mesele Anayasa’nın kendisidir. Yeni anayasa ile bu neoliberal düzenin anayasallaştırılması, Türkiye’nin resmi düzeni haline getirilmesi meselesidir.  Asıl bu konuda mücadele edilmesini gerektiğini düşünüyorum.

Yeni Anayasa sorunun Darbe Anayasası’na karşı sivil anayasa diye sunuyorlar. Bu bir aldatmaca. 12 Eylül anayasası  o dönemde Vehbi Koç başta o zamanki büyük sermaye güçlerinin istekleri doğrultusunda hazırlandı. Kenan Evren ve arkadaşlarına anayasanın a'sını sorsanız  mertek sanırlardı. Şimdiki anayasa da bu günkü sermaye güçlerinin  anayasası olacak. O yüzden bu darbe anayasa sivil anayasa yutturmacalarına kanmamak gerekiyor. Referandum tartışmasında olduğu gibi getirecekleri sözde “sivil anayasaya” oy verme telaşına düşmemek gerekiyor. O yüzden asıl mücadelenin düzene ve onun anayasal düzlemde kurumsallaştırılmasına karşı olmalı. Yoks biz Başkanlık sistemine takılıp kalırsak Tayyip bey daha sonra 'iyi tamam vazgeçtim Cumhurbaşkanının yetkilerini artıralım' derse ortada kalırız.

Burada sol açısından asıl önemli olan konu, anayasa vb. Rejim meselelerine fazla takılıp kalmadan mücadelenin yeni düzenin esasına dair olmasıdır. Anayasa vb. hukuki veya rejimsel sorunlar düzene karşı mücadele esasında yürütülmesidir. 

Barış süreci arkasından veya beraberinde özgürlükler ile bir bütün olarak değerlendirilmeli? Böyle anayasa yazılması bu süreçten ayrı değerlendirilebilir mi. Birlikte değerlendirmek gerekiyorsa daha özgürlükçü bir anayasa için tavır koymak ve enerji harcamak doğru değil midir?
Anayasa meselesi bu meselenin içine oturtulmaya çalışılırsa başımıza çok çorap örülür. Çünkü Türkiye özgürlükçü bir anayasa yapacak potansiyele sahip değil. Parlamentonun bugünkü yapısı muhafazakar bir kisveye büründürdükleri yeni sömürü düzeninin anayasasını karşımıza getirilebilir. Bunun içine azıcık bir şeyler katarak yutulabilir hale getirerek karşımıza çıkarabilirler. Bu yüzden bütün tartışmayı bu yeni düzene karşı  mücadele temelinde yürütmek gerekir. Bu AKP düzenini Türkiye’yi yeniden kurmak için mücadele edilmelidir.  Gerçekten sol olan, devrimci olan tutum ve politika budur. Kürt hareketi de Türkiye devrimcileri de bunu böyle görmeli. ÖDP uzunca bir süredir AKP düzenini yıkalım Türkiye'yi yeniden kuralım sloganı atıyor. Bunun anlamı şudur; eski Cumhuriyet bitti, Türkiye’de artık Yeni bir ılımlı İslam Cumhuriyeti var. Bunun karşısında Yeni bir Türkiye kurmaktan başka bir yol yok. Bu bilinci geliştirmek lazım bunun için örgütlenmek lazım. Özgürlüğü AKP eli ile kazanamazsınız. AKP ufak tefek kırıntılar verir. O kırıntılarla da ne eşitlik ne de özgürlük gelir.

Barışı desteklemek bir şey, süreci desteklemek başka birşey diye düşünüyorum. hepimiz klasik deyimle barıştan yanayız destekliyoruz. ama şuanda topluma dayanılan süreç belirsiz, elle tutulur bir yanı yok. ya da olayın tarafları açısından her birinin farklı hedefleri var. dolayısıyla tarafların farklı hedefleri varken belirsiz bir süreci desteklemek sanki AKP'nin değirmenine su taşımak gibi geliyor bana.
Tam anlamak için soruyorum. PKK'nin silahlı mücadeleyi bırakmasını destekliyorum sözü de aynı manaya geliyor mu? Sizin deyiminizle süreci destekleme manasına geliyor mu?

Silah bırakılsın evet ama süreci desteklemek çok farklı sonunda nereye gidecek? Hedef ne?

Soru bir itham taşıyor. AKP'nin değirmenine su taşımaktır deniyor. Bu yüzden soruyu açmaya çalışıyorum. Bu süreçte yerel yönetimin kaldırılması sürecine siz evet diyor musunuz? Kürt hareketinin de bu şartlar altında silahlı mücadeleyi bırakarak, siyasi mücadeleye başlamasını sürecin desteklenmesi olarak anlıyor musunuz? Ben diyorum ki ortadaki şimdi görünen bu, siz diyorsunuz ki onun ötesi muğlak.

Ben birincisi Kürt hareketinin silahlı mücadeleyi bırakarak savaşa son vermesini destekliyorum. İkincisi AKP'nin Kürt hareketine karşı operasyonlar yapmaktan vazgeçmesini, Kürtlere anadilde eğitim hakkı gibi bir takım haklar vermesi, Anayasaya bazı haklar koyacağım diye söz vermesi ya da başka haklar söz konusu olacaksa bunları da destekliyorum.  Bunu süreci desteklemek olarak algılıyorsanız evet süreci destekliyorum. AKP'nin bunu veriyor olmasını destekliyorum ama AKP'yi desteklediğimi, başka yapacağı şeylere dair desteklediğimi düşüneceğiniz tek bir bulanık söylemim yok. Bizim tavrımız çok açık, madde madde saydım. Anayasa konusunda, başkanlık konusunda, bölgedeki savaşlar konusunda AKP'nin yürüteceği politikalara sonuna kadar en sert hali ile karşıyız. Kürt hareketinin böyle birşey için destek vermelerinin kendileri için ihanet sayılacağını, kendi halklarına ihanet sayılacağını çok açık söylüyorum. Bu da çok açık, muğlak bir yer var mı sizce?

Solun sosyalistlerin süreç içerisinde önderlik etmesi için yeterince güçlü olmadığını söylediniz. Bu gücün olmamasının sebebini filler tepişiyor, çimenler ezilmesin metaforuna bağlayabilir miyiz?
Solun güçsüzlüğünün nedenleri uzun bir hikaye. Solun eksikleri hataları elbette var. Türkiye 30 yıldır etnik bir ulusal temadaki savaşa sahne oluyor. Bu savaşın cereyan ettiği her yerde toplum etnik temelde saflaşır. Her iki tarafta da şovenizm güçlenir ve toplumun sosyal enerjisi böyle mecralara kayar. Türkiye aşağı yukarı 30 yıldır böyle zor bir dönemden geçmiştir.

12 Eylül darbesini yaşamış olan çok büyük güç kaybetmiş olan sol hareket Kürt hareketinin yükselişe geçtiği ve savaşın sürdüğü bugünkü koşullarda kendisini toparlama ve güçlenme imkanı bulamamıştır. Bu tür toplantılarda bazen özellikle Kürt hareketinden arkadaşlardan bazılarının  ‘devrimcilerin Eylül öncesindeki gücü şimdi olsa devrim yapardık’ diye serzenişleri oluyor. Doğru da, bunun tersi de doğru, onlar otuz beş sene önce böyle olsalardı belki de biz devrim yapardık . 

Peki şimdi neden böyle?

Şu soruda geçen fillerin tepişmesi metaforuna gelince...Ben genelde bu tür metaforlara pek takılmam. Ama bundan Maksat belki sol içinde grup çatışmalarının olumsuzluğuna bir göndermeyse, sorunu o çerçevede değerlendirmenin ne kadar doğru olacağını bilemiyorum. 

Maalesef  Türkiye devrimci hareketi bugün, bir ölçüde neoliberalizmin ideolojilerin sonu diye ifade edilen dönemin yarattığı savrulmadan kurtulamadı, bütünlüklü merkezi yapılardan uzaklaşma eğilimleri ağır bastı. Sol çok parçalı bir sürece itildi. Birbiriyle çok uğraşmayı dert edinmeye başladı. Başarıyı diğerlerinin başarısızlığında arayan bir düşüncesizlik yaygınlaştı. Türkiye'de ne olup bittiğini ikinci planda dert edinen, her şeyi  kendi örgütsel varoluşuna göre değerlendiren bir anlayış... Solun genelinde hakim olan bir anlayış... Bu nedenler sol örgütler giderek kendisi için örgüt diyebileceğimiz yapılara dönüşüyor.

Geçmişte yükselen devrimci siyasetin bana göre en temel özelliklerinden bir tanesi kendi örgütsel varlığını değil ülkenin ve toplumun durumunu, emekçi halkın genel çıkarlarını önde tutan bir devrimci anlayışa sahip olmasıydı. Eğer biraz başarılı olabilmişsek bunun en önemli nedenlerinden biri buradadır. 

Geçmişteki devrimci anlayışın bu gün yeniden Türkiye'nin kaderinde söz sahibi olabilmesini yolu da bence buradan geçecek.

*ODTÜ Mezunları Derneği tarafından düzenlenen, 'Barış Süreci ve Sol' başlıklı panelinin çözümüdür.

(muhalefet.org)