Dersim’e Karşı Geliştirilen Saldırıların İdeolojik-Politik Ve Ahlaki Kaynakları
Piro Zarek
24. 06. 2011
12 Haziran Milletvekili Genel Seçimi yapıldı. Böylesine yüksek oranda oy alacağı beklenmese de, birinci parti olacağı söylenen AKP, % 50 oy oranı ile seçimlerin galibi oldu. Genel olarak seçim sonuçları ve oluşan yeni durum üzerine daha sonra yazmaya çalışacağız. Bu yazıda öncelikli olarak, Dersim’deki seçim sonuçları üzerine PKK-BDP çevresince Dersim Halkı’na karşı geliştirilen saldırları ve hakaretleri ele alıp değerlendirecegiz.
Ahmet Kahraman, Esra Çiftçi, Haydar Işık, Selahattin Demirtaş, Abdullah Öcalan ve daha adını anmadığımız yüzlerce kişi, hep bir ağızdan ve aynı klişe laflarla, pervasızca Dersim Halkı’na saldırıp hakaret ettiler. Özellikle Özgür Politika yazarı Ahmet Kahraman, çok çirkin bir üslupla, Dersimlilerin yaşadığı acıları yine onlara karşı kullanmaya çalıştı.
Seçim sürecinde, Hakkarililerin PKK zoru ile kepenk kapattığını ve CHP’nin mitingine katıldığını iddia eden Başbakan Erdoğan’ı „Hakkarililere korkak demekle ve hakaret etmekle“ suçlayanlar ve „Kürtlerden özür dilenmesini“ isteyenler, Başbakan’dan daha ileri giderek , Dersimlilerin „kendi düşmanlarına aşık olduklarını“ ve bu nedenle „kendi katilleri olan düzen partilerine oy verdiklerini“ söylemektedirler. Açıkça görülüyor ki; her iki kesimin halka yaklaşımı aynıdır. Onlar halkı, „iradesiz, korkak ve baskaları tarafından zorla ya da kandırılarak güdülecek sürüler“ olarak görüyorlar.
Dersimlilerin sosyal, ekonomik ve kültürel ihtiyaçları ve talepleri yok mudur? Onlar bu ihtiyaç ve talepler doğrultusunda bir tercihte bulunamazlar mı? Dersim merkezde, 2 dönemdir belediyeyi elinde bulunduran BDP, halka gerekli hizmetleri götürmüş müdür? Ya da genel olarak PKK ile Dersim Halkı arasında bir kopuş ve yabancılaşma yaşanmış mıdır? Bu ve benezeri soruların doğru cevapları, Dersim Halkı’nın tercihinin nedenlerini rahatlıkla ortaya koyacaktır. Fakat, PKK-BDP çevresi için Dersim Halkı’nın ihtiyaçları ve talepleri hiç bir önem taşımıyor. Bu nedenle, bu kesimler zahmet edip „Dersimliler ne istiyor? Onlar neden BDP destekli bağımsız adaya değil de, CHP’ye oy verdiler“ diye sormuyorlar. Onların kriteri BDP’ye kayıtsız-şartsıt ve sorgusuz-sualsiz oy verilip verilmediğidir. BDP’ye oy verirlerse Dersimliler yurtsever, vermezlerse, „hain, asimile edilmiş Kemalist Tunceliler“ olurlar. Üstelik dün ağızlarına almaya korktukları ve „bölgecilik“le özdeş gördükleri Dersim adını da, sanki babalarının özel malıymış gibi sahipleniyorlar.
Kimdir gerçekte düşmanına aşık olan ?
Biz Dersimli sosyalistler hiç bir zaman Dersim Halkı’na bir düzen partisini desteklemesi yönünde bir çağrıda bulunmadık, bulunamayız da. Ancak, eleştirsek te, halkın güncel ekonomik-politik koşullar içinde yaptığı tercihlere saygılı olduk. Sosyalistlerin alternatif bir seçenek sunmadığı koşullarda ise, doğal olarak halka söyliyeceğimiz fazla bir söz olamaz. Bu temelde, Dersimlilerin CHP’ye oy vermelerini hiçte olumlu görmüyoruz. Ancak, bunu „ihanet“ veya „düşmanına aşık olma“ gibi tamamen subjektif ve daha çok Dersimlileri psikolojik bir saldırı ile sindirmeye çalışan yaklaşımı da kesinlikle red ediyoruz.
Bizim istemimiz, Dersim Halkı’nın kendi kimliği ve ulusal-demokratik talepleri temelinde oluşturduğu bağımsız bir liste ile seçimlere girmesidir. Maalesef Dersim Harketi henüz böylesi bir bagımsız ve etkin duruş gösterecek düzeyde değildir. Umarız ki, gelecek seçimlerde Dersim Halkı kendi bağımsız adayları ile ve programı ile seçimlere katılır.
Dersim Halkı’na saldıran ve hakeret eden çevrelerin, bu saldırıları dayandırdıkları tezi şudur : “CHP Dersim Soykırımı’nı gerçekleştiren bir düzen partisidir. O halde Dersimliler, CHP’ye oy vermekle kendi katillerine destek vermiş oluyorlar.“
Bu görüş, içinde kısmi doğruları barındırsa da, özellikle güncel koşullar için doğru sonuçlar içermiyor. Hiç kuşkusuz, sadece isim bazında bile yaklaşılsa, Dersimlilerin kendi kıyımında yer almış bir partiye oy vermeleri bir trajedidir.
Ancak bu tez, reel durumla tarihsel durumu; yani 70 yıl önceki koşulları ve yaşamın aktörlerini bugünkü koşullar ve aktörlerle özdeşleştiriyor. Bu yaklaşımın yanlışlığını, Dersim’in durumuna benzer bir örnekle açklamak yerinde olur.
Sanırız ki; Kürtlerin Araplar tarafından müslümanlaştırılmasının hikayesini pek çok kimse bilmektedir. Ancak biz yine de kısaca hatırlatalım:
“İslam halifesi Ömer İbni Hattap, Hicretin on sekizinci yılında(MS 640) Kürdistan üzerine iki ordu gönderir…Başlangıçta Kürtler Araplara baskın geldi. Fakat sonra Kürtler bozguna uğradılar. Araplar kesin zafer sağlayınca Kürtlere karşı oldukça katı ve katliamcı hareket ettiler. Kürtlerin Zerdeşti (Zerdüşti) olmaları Araplara iyi bir gerekçe olmuştu. Kürt’ün canı, malı, ırzı ve namusu Araplar için helal sayıldı, halk katledildi, şehirler, kasabalar, köyler yakıldı ve yağma edildi. Kürdistan’ı istila eden Müslüman Arap ordusunun zulmü yüzyıllarca sürdü. Kılıçtan kurtulanların, İslamiyet’i kabul etmelerine rağmen yüz yıldan fazla bir süre Kürtçe, Farsça ve diğer dille konuşanların dillerinin ucu makasla kesildi. Kürdü Arap yapmak için her türlü zulüm, her türlü hile ve yöntem geçerliydi.“ [1]
Müslümanlaştırma sürecinde, Arapların Kürtlere uyguladığı vahşeti anlatan söylenceler ve şiirler de var. Ancak, yukardaki alıntı konuyu yeterince anlattığı için bunları aktarmayı gerekli görmüyoruz.
Kürtler’in İslamiyet ve bu dinin Arap kurucuları ile ilşikisine, PKK-BDP çevresinin Dersim’e ilişkin tezinin mantığı çerçevesinde yaklaşılırsa, bugün Halife Ömer’i kutsal bir kişilik olarak gören ve İslamiyeti oldukça tutucu bir biçimde benimsemiş olan Kürtleri „düşmanlarına aşık olmak“ ve „Kürtlüğe ihanet etmek“le suçlamak gerekirdi. Dahası, aynı mantık çerçevesinde, Kürtlerin kendilerine karşı girişilen bu vahşeti meşru gördükleri sonucu çıkarılabilir. Ancak, bu gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Evet, Kürtlerin İslamiyetle olan ilişkilerinde yukarıda Dersimlilerin durumu için belirtigim gibi, tarihsel bir trajedi var. Ancak unutmayalım ki, bugünkü yaşam tarihsel trajedilerin çerçevesine sığmaz ve güncel yaşam tarihsel trajedilerin belirleyiciliğinde yürütülemez. Aralarındaki etkileşim ve bağlantı ne olursa olsun, tarihsel süreçlerle bugünkü yaşam arasında bir özdeşlik kurulamaz. Örnegin, Kürtlerin bugün kutsal kabul ettikleri Ömer ile, tarihteki Ömer gerçekten özdeş midirler?
Dersimliler için durum biraz daha farklı elbette. Soykırım çok uzun sayılmaycak bir zaman önce gerçekleştirldi. Öte yandan, Dersimliler, Kürtlerin Ömer’i kutsal kabul etmesi tarzında, TC’nin kurucularını kendi önderleri olarak kabul etmiyorlar ve Kemalist ideolojiyi benimsemiyorlar. Bu açıdan durumları müslüman Kürtlere nazaran daha rahattır.
Özet olarak ifade edersek; bugünü veya her hangi bir tarihsel süreci, başka bir tarihsel sürece indirgeyerek açıklamaya çalışmak, „tarih tekerrürden ibarettir“ idealist anlayışına saplanmak demektir. Böylesi bir anlayışla karmaşık tarihi süreçleri açıklamak ta mümkün degildir.
Bu söylediklerimizden, tarihi bir birinden kopuk ve izole süreçlere bölerek ele almak ve açıklamak gerktiği sonucu çıkartılmaladır. Hayır, bugün ve geçmişle baglantılı olarak ele alınmalı, ancak dönemsel şartlar, özgünlükler ve farklılıkar da mutlaka değerlendirilmelidir.
Söz konusu PKK-BDP tezinin diğer bir eksik yanı da şudur: Doğrudur, 1937-38 Soykırımı, CHP ve TC’yi kuran kadrolarca planlanıp, uygulandı. Elbette bu kadroların, soykırım suçunda kurumsal ve toplumsal sorumluluk dışında, kişisel sorumlulukları vardır. Ancak, bu soykrıımı sadece bir kaç kişinin veya tek bir partinin üstüne yıkmak, üstelik, bu partinin ilk kadrolarının kişisel sorumluğunu direk olarak bugünkü bir kaç CHP’li yöneticinin üstüne yıkmak, aslında genel anlamda TC’yi ve bugünkü iktidarı bu suçun dışında tutmak anlamına gelir. İşin dogrusu, TC’nin kuruluşunda yer alan ve bugüne kadar sürdüren tüm kesimler ve elbette kurumsal olarak TC Devleti bu suçtan sorumludur. Çünkü, bu soykırım çok önceden palanladı, yasal altyapı meclisten geçen „Tunceli Kanunları“ ile hazırlandı. Sonrasında iktidara gelen tüm partiler de, hem cumhuriyetin kuruluş felsefesine ve diğer ulusları ezme siyasetine uygun davrandı.
Örneklersek; önceleri CHP içinde yer alan ancak sonradan DP’yi kuran Celal Bayar, 1938 yılında Dersim’deki kırımı yöneten kişidir. DP döneminde de, CHP’nin başlattığı sömürgeci politikalardan bir sapma olmadıgını ve hatta küçük çaplı da olsa yeni katliamlar planlandığını biliyoruz. Kısaca söylemek istediğimiz, ezilen ulusları sömürgeci boyunduruk altında tutma ve katliam politikası Türk devletinin ve egemenlerinin milli politikasıdır.
Dersim karşıtlarının yukarıda aktardığımız tezinin geçerliligini sorgularken, bu tezi daha doğrusu suçlamayı dile getirenlerin, Dersim soykırımının sorumlularına ve bu soykırıma direnenlere karşı yaklaşımını da gözeden geçirmek gerekir.
Bugün Dersim Halkı’nı „düşmanı ile isbirliği yapıyor“ iddisı ile suçlayanlar bakınız neler söylüyorlar:
„ Burada artık kim haklı, haksızdan, kim çok kaybetti, ettirten, kim çok güçlü ve zayıftan çok karşılıklı tarihi ve toplumsal temeli olan, birlikte özgürce, kardeşçe yaşamı paylaşmanın demokratik ölçülerini ortaya koymak belirlemektir…Cumhuriyetin kuruluş ve korunmasında emeği geçen tüm şehitleri şehitlerimiz bilmek, kurucusunu minettarlık ve saygıyla anmak, bayrağını gururla selamlamak bunun için esastır.“[2]
„Bu isyanları ( „Dersim Direnişi ve Kürt isyanları“ kastediliyor, PZ) ileri-geri veya siyasi-milli saymak bile abartılıdır…Yalın ağa-bey-resi-şeyh çıkarı, daha çok hanedan aile çıkarlarının yönlendirdiği ve çıkmazı derinleştiren Kürt halkının tarihine büyük acılar, katliamlar veren gelişmeye değil, başaşağıya götüren özelliklere sahipler.“[3]
Yukarıda aktardığımız bu ifadeler, PKK ve BDP’nin „Kürt Halk Önderi“ olarak gördüğü A. Öcalan’a aittir. Öcalan bize şu öğütlerde bulunuyor: Geçmişle hesaplaşmayı bir yana bırakıp, geleceğe bakalım. TC ile barışalım ama bunun için öncelikle „TC’nin kurucuları ve şehitleri önünde saygı ile eğilelim“. Yani din alemindeki karşılığı ile söylersek „imana gelip, biat edelim.“
Evet, bugün Dersim Halkı’nı „düşmanına aşık olmak“la suçlayanlar, 38 Soykırımı’nı gerçekleştirenlerin önünde saygı ile eğilip onlara minettarlıklarını sunuyorlar. Bu ne büyük bir ikiyüzlülüktür. Madem ki, geçmişle hesaplaşmayı bir yana bırakıp, geleceğe bakınız diyorsunuz, neden Dersim Halkı’nı „düşmanını unutmak“la suçluyorsunuz. TC’nin kurucusunu ve şehitlerini, yani elleri Dersimlilerin kanına bulaşanları „minettarlık ve saygıyla an(arken)“ nasıl olurda bize, vefa ve şeref dersi vermeye kalkıyorsunuz. Üstelik, Dersim Direnişi ve Kürt Ulusal Hareketleri’ni, dolaylı biçimde gerici hareketler olarak nitelendirip, önderlerini yaşanan felaketlerin sorumlusu olarak ilan ediyorsunuz. Bu durumda, size göre zaten TC ve CHP aslında suçlu değil kurbandırlar.
Yukardaki ifadeler ve genel olarak bu çevrelerin Dersime yaklaşmı; Dersim Halkı’na karşı sürdürülen saldırıların, meşru ideolojik-politik gerekçelerinin yanında, ahlaki dayanaklarının da olmadıgını fazlası ile göstermektedir. Ortaya çıkan manzara bize, PKK çevresinin, Dersim’e ahlak ve şeref dersi verme ve Dersim Soykırımı kurbanlarını sahiplenme noktasında, en son söz söylebilecek kesimler içinde olduğunu gösteriyor.
PKK için Dersim ne anlam taşıyor?
PKK çevresinin bilinç altında Dersime karşı bir kin ve nefret yattığını gayet iyi biliyoruz. Bunun için kanıt arayanlar, Abdullah Öcalan’ın yazılarına, örgüt içinde Dersimlilere yöneltilen suçlamalara ve onların katledilme gerekçelerine bakabilirler.
Bu örgüt, Dersim Halkı’nı Kürt, (daha doğrusu Kürt olması gerektiğini) kabul eder ve bu halkın Kürlerden farklı her özelliğini „Kürt gerçekliginden sapma ve asimilasyon“ olarak nitlendirir. Dersimlilerin kendi özgün yapıları içinde, Kürtlerden farklı olarak attıkları her adım, Kürtlerin eğlimi ile örtüşmediği zaman, bu bir „sapma“ ve Kürtlere „ihanet“ olarak algılanır. Mantık şudur: “Madem ki Kürtsün, Kürtler gibi davranacaksın. Kürtler gibi davranmıyorsan, demek ki senin yapında bir bozukluk var.“
Kürt milliyetçilerinin Dersim’e karşı yaklaşımını „vatanın her parçasını sahiplenme“ prensibine uygun yurtsever bir refleks olarak yorumlayanlar fena halde yanılıyorlar. Hayır, Kürt milliyetçileri, Dersim’de Kürtlük adına sahiplenecek kültürel bir değer görmüyorlar, aksine, Dersim’in değerleri bu kesimlerce neredeyse tümden „yabancı“ ve „yoz“ olarak kabul ediliyor. Peki o zaman geriye kalan nedir? O da şudur: Kürt milliyetçiliği Dersime hegomonyal ilişkiler temelinde yaklaşıyor. Onlara göre Dersim Kürdistan’a bağlı, ona ait bir toprak parçasıdır. Yani Kürt milliyetçileri için Dersim’i sahiplenmek demek, atalarından kendilerine kalan bir mülkü sahiplenmek anlamına gelmektedir.
PKK yıllarca Dersimlilere (özellikle kendi içindeki Dersimlilere) karşı bu argümanlarla bir psikolojik savaş yürttü. Abdullah Öcalan’in 17 Haziran 2011 tarihli görüşme notlarında, „size daha önce anlattıgım gibi“ tarzında söyledigi „Öteden beri Dersim kişiliği olarak da biliniyor bu“.[4] Cümlesi, tam da bu psikolojik savaşın itirafıdır.
Aslında, tarihin bir yerinde „Kürt ve şerefli Dersim kişiliği“ varmış, ancak bugün Dersimliler bu kişilikten uzaklaşmış, ve „şerefli Kürtler“ simdi Dersimlileri Kürtleştirek, onlara tekrar o eski kişiliklerini kazadıracaklarmış.
„Bozuk Dersim kişiliği“ nitelendirmesi sanki, sadece bir kesim için kullanılıyor gibi sunulsa da, aslında bu kavram tümden Dersim karekerinin ve ulusal kültürünün olumsuz anlamda mahkum edilmesi için kullanılmıştır. Bugün CHP’ye oy veren çogunluk kitlenin toptan ve kolaylıkla „şerefsiz“, „kaypak“, „hain“ olarak damgalanması tamada bu anlayışı deşifre etmektedir.
PKK içinde yüzlerce ve belki binlerce Dersimli bu anlayış doğrultusunda tümü ile subjektif kritelerle suçlanıp ve katledildildiler.
Öcalan, Dersim’e karşı eski tarzda bir saldırının işaretini 17 Haziran 2011 tarihli görüşme notlarında vermşitir, şöyle diyor Öcalan:
„Yine AKP Dersim gibi bir yerde nasıl bu kadar oy alıyor? Oysa Dersim'in mücadeleci tarihi ortada. Hakkari, Şırnak ve genel olarak Botan bölgesi bütün kontra ve özel savaş yöntemlerine rağmen kendilerini korumayı bildiler, direnişlerini sürdürdüler, dejenere olmadılar, yozlaşmadılar. Dersim üzerinde iyi durulmalı, analizi yapılmalıdır.“
A. Öcalan, Dersim gerçekliğini ve tarihsel duruşunu en iyi bilen kişi pozlarında konuşmakta, ancak AKP’nin Dersim’deki oy tabanından, yani Çemişgezek ve Pertek’teki yerleşik Sünni Türk ve Kürt nüfusundan ve devlet memurlarının oy potansiyelinden bihaberdir. Ya da saldırı gerkçesi bulmak için bilmemezlikten gelmektedir. AKP’nin Dersim’de %16.2 oy almasına şaşıran ve bu durumu Dersim’in „dejenerasyonu“ ve „yozlaşması“ olarak yorumlayan bu zat, aynı partinin Kürdistan’da yaklaşık % 50 oy almasına hiç değinmemektedir.
Biz, Dersim toplumunda hiç bir şekilde dejenerasyon ve yozlaşma yaşanmadığını iddia etmiyoruz. Kapitalist sistem içinde yer alan hiç bir toplum bu sorunlardan bağışık değildir. Ancak, bir toplumda belli ölçüde yaşanan bu sorunlardan hareketle, o toplumu tümden „dejenere ve yozlaşmış“ ilan etmek akla ve mantığa sığmaz.
Bu ideolojik argümanların düşünsel arkaplanında, Osmanlı döneminden bu yana olumsuz anlamlar yüklenerek Dersime karşı kullanılan, Kızılbaşlık nitelendirmesinin yattığını düşünüyorum. Alevileri „sapkın ve katli vacip“ olarak gören Osmanlı zihniyetinin, günümüze kadar bir süreklilik gösterdigi bilinen bir gerçekliktir. Geçmişin Kızılbaşlık suçlamasının yerini modern zamanlarda „Kemalistlik, dejenerasyon, yozlaşma“ aldı. 70’li yılların başında Dersime gelen Kürt gençlerinin, farklı kültürlere, farklı inançlara yaklaşımı, annelerinin ve babalarının yaklışmından pek farklı olamazdı. Ki, PKK’nin Dersim’e bakışı bu süreçte şekillenmiş ve adeta bir doğma gibi bugüne kadar korunmuştur.
İnsanlığa karşı işlenen suçlar ve kin ve nefret suçları ile ilgilenen hukukçular ve sosyal psikologlar, yaşananların ötesinde, sadece Öcalan’ın Dersim Halkı’na ilişkin bu söylemlerini inceleme olanağı bulabilirlerse, eminiz ki bu söylemlerde potensiyel bir etnik temizliğin ideolojik kanıtlarını rahatlıkla görebileceklerdir.
Kırk yıl boyunca „dejenere ve yozlaşmış“ olmakla suçlanmış ve her yol denendiği halde, bir türlü „şerfli“ konuma getirilememiş bir toplumu yola getirmenin başka hangi yolları vardır? Gerkli gücü eline aldığında, PKK’nin Dersim Halkı’na karşı tıpkı kemalistler gibi bir etnik temizlik harekatı yapmayacagını kimse garanti edemez.
Dersim Halkı neden CHP’ye oy verdi?
Dersim Halkı, Alevi Kızılbaş inancına sahiptir. Genel olarak sol-sosyal demokrat eğlimli olan Dersim Halkı, uygulama düzeyi ne olursa olsun laikliği önemser. Sahip olduğu bu inanç, kültür ve poltik yapı nedeniyle Dersim, yüz yıllarca egemenlerin ve Sünni çoğunluğun tahakkümünden çok çekmiştir. Doğal olarak Dersim seçimlerde, muhalif sol-sosyal demokrat partileri tercih eder. Türkiye’de sosyal demokrat çizginin, özellikle 1960’lı yıllardan sonra, bütün zaaflarına ragmen CHP tarafindan temsil edildiği de bir gerçekliktir. Dersim Halkı’nın CHP’ye vermesinin esas nedeni de budur. Ancak, 70’li yıllardan bugüne devrimci-sosyalist hareketlerin de Dersimden yoğun bir destek aldığını biliyoruz.
Dersim, CHP’ye 1960’li yıllardan sonra, yani DP çizgisinin giderek sağa, CHP’nin ise göreceli olarak sola kaydığı bir süreçten sonra yoğun olarak oy vemeye başlamıştır. 70’li yıllarda Ecevit’in CHP’yi daha sol bir çizgiye çekmesi ile, Dersim büyük ölçüde bu partiyi desteklemiştir.[5] Ancak unutulmamalıdır ki, bu destek CHP’nin tarihsel rolüne verilen bir destek değildi. Tersine, o dönemde iktidardaki sağcı ve dinci partiler ABD, ordu ve sivil faşitlerle tam bir ittifak içinde, solcu gençlere Alevilere ve Kürtlere saldırıyorlardı. CHP o dönemde hala Kemalizmin mirasına sahip çıkmakla birlikte; konjonktürel olarak iktidardan uzak ve faşist kesimlerin hedefinde oluğu için, Dersimlilerin ve Kürtlerin desteğini kazandı.
Yani Dersim, Ecevit CHP’sini, ismi aynı olmasına rağmen, direk olarak soykırımı gerçekleştiren kadrolarla özdeş görmedi. Aksine iktidarı elinde bulunduran partileri, ismleri farklı olmasına rağmen, o soykırımcılarla özdeş gördü. Tıpkı bugün, ismi farklı olsa da ve hatta Kemalizme karşı olduğunu söylese de, AKP’yi kendisine soykırım uygulayan kesimlerle özdeş görmesi gibi. Açıktır ki, Dersimliler güncel yaşamda siyasal duruşlarını esas olarak iktidar muhalifliği temelinde ortaya koyuyorlar. Bu gayet anlaşılır bir tutumdur, çünkü gelmiş geçmiş iktidarların Dersime karşı politikası hep düşmanca olmuştur.
İşin özü; Dersim CHP’ye isminden ve kurucusu M. Kemal’den dolayı oy vermiyor. Aksine, resmi ideolojiden ve iktidardan uzaklaştığı ölçüde, Dersimin CHP’ye desteği artıyor. CHP kendi kuruluş felsefesine yaklaştıgı ölçüde Dersimin ona desteği azalıyor. [6]
12 Haziran 2011 seçiminde Dersimlilerin CHP’ye yeniden oy vermelerinin en önemli nedeni, bu partinin son bir yıl içinde yaşadığı göreceli dönüşümdür. Öncelikle partinin başına Dersimli kökenli olan Kemal Kılıçdaroğlu geçti. Aslında bu bile tek başına Dersimliler için anlamlı bir dönüşümdür. Her ne kadar baslangıç sürecinde Kılıçdaroğlu Alevi-Dersimli kimligini pek sahiplenmemise de, objektif olarak onlar için „kendilerinden birisi“ CHP’nin başına geçmişti. Baykal’ın tasfiye politikası karşısında bu adımın sempatik bir adım olduğu açıktır. Çünkü, Baykal ve ekibi için Aleviler ve Kürtler „Parti içindeki Irlandalılar“dır. Dersimliler ve diğer Aleviler için Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesi, CHP’de kendilerine yönelik ayrımcılığın bitmesinin ötesinde toplum içinde var olan ve AKP iktidarı döneminde giderek güçlenen ayrımcılığın kalkması yönünde de bir adımdı.
En önemlisi de, CHP’nin politikalarında, Baykal CHP’sine nazaran daha sola kayma ve Avrupa tipinde bir sosyal demokrat partiye dönüşme yönünde bir değişim yaşandı. Bu değişimin kurumsal olarak CHP’yi tümden etkilediğini söylemek zor olsa da, atılan adımlar yadsınamaz. Elbette bu adımlar düzeni reforme ederek sürdürmeyi amaçlayan adımlardır. Ancak, giderek dinci bir diktatörlüğe dönüşen ve emekçi kesimlerin hayat alanını daraltan AKP iktidarı karşısında, bu adımların halka daha rahat bir yaşam saglama umudu verdiğini söyliyebiliriz.
CHP, özellikle Aile sigortası projesi ile, sosyal demokrat partilerin varoluşunun ana unsurlarından biri olan, burjuva sınıflar ile emekçi sınıflar arasındaki gelir dağılımı uçurumunu göreceli olarak kapatma anlayışına dönmüş olmaktadır. Keza, işsizlikle etkin mücadele, geçici statüdeki tüm çalışanların kadroya alınması, memurlara grev hakkı, emeklilerin milli gelir artısından pay alması gibi poltikalar, yine sosyal demokrat anlayışa uygun sosyal politikalardır. CHP’nin bu politikaları ne düzeyde hayata geçireceği ayrı konudur, ancak söz konusu bu politikaların halkın yaşamını kolaylaştıracak ve rahatlıkla hayata geçirilebilecek politikalar olduklarını söyleyebiliriz.
CHP’nin „Anayasa’daki vatandaşlık tanımının etnik kimlikten arındırlması“ önerisi ve Askerin „sivil otoritenin“ insiyatifine alınmsı, 35. maddenin kaldırılması gibi önerileri de, klasik CHP çizgisi ve Kemalist ideoljiden önemli bir kopuşun işaretleri olarak görülebilirler.
Keza, Genel Af, seçim barajının düşürülmesi, yerel yönetimlerin özerkliğinin güçlendirilmesi ve „bedeli ne olursa olsun barısı sağlama“ yönündeki vaatler de, Dersimliler gibi Kürtleri de yakından ilgilendiren önemli vaatlerdir.
İşte Dersimlilerin CHP’ye oy vermesini sağlayan esas gerekçeler bunlardır. Onlar bu dönüşümlerin BDP destekli bağımsız adaylarca gerçekleştirileceğine inansalardı, elbette oylarını onlara verirlerdi. Ancak, BDP’nin bu durumdan uzak oldugunu herkes biliyor. Dersimliler bunu en başta Dersim’deki BDP’li belediyenin çalışmalarında ve PKK’nin bugüne kadar Dersimliler karşı uyguladığı politikalardan biliyorlar.
Sonuç olarak: Dersim Halkı, CHP’nin kalsik şoven Kemalist ideolojisine, otoriter devlet anlayışına sempati duydugu için bu partiye oyunu vermedi. Aksine Dersim Halkı, CHP’de Kılıçdaroğlu birlikte ile başlıyan değişime ve bu değişim sonucu göreceli olarak bu partinin devletçi ve Kemalist çizgiden uzaklaşmasına ve sosyal demokrat bir çizgiye yönelmesine destek verdi. Bugün, Baykal-Sav cephesi bu değişim çizgisine karşı bayrak açıp kurultay toplamaya çalışıyor. Eski bürokratik-şoven ekip tekrar yönetime gelirse, CHP’nin Dersim’deki varlığı da sona erer.
Son söz : Peki, bizim bu yaşananlar karşısındada hiç mi sorumluğumuz yok? Elbette var. Çevremizde bolca türemeye başlayan ve Dersim Halkı’nın değerlerini kendileri için sermayeye dönüştürmeye, bu değerleri kariyerleri için basamak yapmaya çalışan sosyal tüccarlara karşı yeterince mücadele etmediğimiz için, bağımsız bir Dersim duruşunu yeterince güçlü örgütlemeyediğimiz için; bugün Dersimlilerin hirpalanmasında bizim de payımız var.
[1] Prof.Dr Ahmet Özer, Beş büyük kavşakta Kürtler ve Türkler, Hemen Kitap, s. 37-38
[2] A. Öcalan, Savunmalarım, Demokratik Çözüm Sürecinde Bir Dönemeç, Haziran 1999, Weşanên Serxwebun, s. 95-96.
[3] A. Öcalan, Savunmalarım, Demokratik Çözüm Sürecinde Bir Dönemeç, Haziran 1999, Wesanên Serxwebun, s. 18.
[4] PKK içinde ve dışında Dersimlilere karşı gerçekleştirilen kıyıma bizzat tanıklık etmiş, ancak olayın boyutunu ve vahametini anlayamamış bazı arkadaşlar diyorlar ki, „Sadece Dersim kişiliği deyimi kullanılmıyordu, diğer iller içinde böylesi ifadeler kullanılıyordu. Örneğin, Maraş kişiligi, Mardin kişiliği gibi. „
Marksist literatürde uluslar temelinde kullanılan „ulusal karekter“ kavramı vardır. Bence, PKK’nin kullandığı bu „Dersim kişiliği“ nitelendirmesi, pratikte „Dersim ulusal karekteri“ ifadesine denk düşüyor. Eğer bir karekter yapısı kendisini, diğer kesimler karşısında bu derece etkin, sürekli ve yaygın biçimde ortay koyuyosa, bu durum; o kişilik yapısının temelinde, diğer karekter yapılarından farklı köklü tarihsel ve kültürel dinamiklerin olduğunu gösterir. Yoksa bir ulusal bütünlük içide yer alan yöreler veya iller arasında bu denli farklı karekter yapılarının olması mümkün değildir.
PKK içinde „İstanbul kişiliği“ kavramı da kullanılmış olabilir. İlk bakışta bu ifadenin „Maraş veya Mardin kişiliği“ ifadelerinden farklı olmadığı düşnülebilir. Ancak, bu doğru degildir. Cünkü, İstanbul, Maraş ve Mardin’le aynı ulusal bütünün parçası değildir. Mesleye, PKK düzleminden, yani bir Kürt partisi düzleminden batığınızda, „İstanbul kişiliği“ sadece bir ilde yaşaynların ortak kişilik özelliklerini ifade etmez. „İstanbul kişiliği“ genel olarak Türk ulusal karekterinin bir parçası olduğu için, aynı zamanda, Türklerin karekter yapısına bir atıftır. Keza, „Mardin kişiliği“ veya „Urfa kişiliği“ ifadeleri aynı zamada Kürt ulusal karekterine atıf anlamı taşırlar.
Öcalan’in kullandığı „Dersim kişiliği“ ifadesi de, tıpkı „İstanbul kişiliği“ ifadesinde olduğu gibi; arkaplanında „Maraş ve Mardin kişiliği“ ifadelerinden farklı olarak, ayrı bir ulusal karekter yapısı taşır. Bu farklılık partik yaşam içinde kendisini, Dersimlilerin Kürtlerden farklı olarak Zazaca dilini konuşmaları, Alevi inacına sahip olmaları ve en önemlisi de, kendi milli kimliklerini Kürt olarak değil, „Kırmanc“ ya da „Dersimli“ olarak ifade etmeleri şeklinde gösterir.
Aslında, PKK „Dersim kişiliği“ kavramına, tıpkı TC’nin, Kürt ulusal hareketini nitelerken kullandığı „bölücülük“ ifadesine benzer bir anlam yükler. Öcalan, yine 17 Haziran 2011 tarihli görüşme notlarında, „Dersim kişiliği“ kavramı ile bu kavramın sosyal-politik kaynağı arasındaki ilişkiyi kendince şöyle açıklar: “Dersim'de Alevicilik, yine Bingöl'de Zazacılık zihniyeti geliştirilerek, bunu dayatmaya çalışıyorlar. Bingöl-Dersim hattında kontralar bilinçli olarak Sünni-Alevi Kürt ayrımı, Bingöl'de Kürt-Zaza ayrımı yapıyorlar. Bunu iyi anlamak lazım, bu öyle kendiliğinden değil bilinçli olarak yapılıyor.“ Yani „ Kürt toplumu homojen ve bir bütündür, dış güçler kışkırtmalarla Kürtleri parçalamaya çalışıyorlar.“ Sanırız, bu söylem tüm okuyuculara bir yerlerden tanıdık gelecektir. En önemlisi de, bütün o psikolojik kişilik çözümlemelerin altında, Türklerinkine benzer bir bölünme tehdidi algısının yattığı açıktır.
[5] Türkiye’de çok partili sisteme geçilmesinden itibaren yapılan ilk seçimlerde, Dersimliler ağırlıklı olarak DP’ye oy vermişlerdir. Örneğin, 1950 Milletvekili Genel Seçimi’nde Demokrat Parti (DP) % 58.7, CHP ise % 41.3 oy almıştır. Bu denge, 1973 yılına, yani Ecevitin CHP lideri olarak katıldığı ilk seçimlere kadar zikzaklar çizmesine rağmen, giderek CHP lehine degişir. Ancak 1973 seçimlerinde Ecevit CHP’si Dersim’de oy patlaması yapar. 1973 Milletvekili Genel Seçimi’nde CHP %70, AP % 14, 3 oy alır. (1950 ve 1973 Milletvelili Genel Seçim Sonuçları
için kaynak: DIE, Seçim Sonuçları 1977, Aktaran M. Kalman, Dersim Direnişleri, s. 484, 486)
1950 seçim sonuçlarını yorumlayan „Dersim Direnşileri“ kitabının yazarı, M. Kalman şunları yazıyor: „Dersimli halkın, kendilerini katledenlere sahip çikması utanç vericidir.“(Age) Maalesf, bence eas utanç verici olan, Dersim Halkı’nın içinde bulunduğu zor durumu ve bu halkın içine sokulduğu çıkmazı ve çözümsüzlüğü anlamadan, yine o halkı suçlamaktır. M. Kalman, hem Dersimli olması, hem de yapısı itibari ile Dersim Halkı’nı anlayabilcek nitelikte bir kişidir. Ancak, klişelerle düşünme böylesi yüzeysel yorumlara yol açabiliyor. Bir düşünün ki, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış ve zor bela yaşama tutunmuş bir halk, önüne getirlen, daha doğrusu kendisine dayatılan yabancı iki seçenekten birisini tercihe zorlanmış ve mecburen bir tarafı seçmis. Bu bile tek başına zulümdür. Ancak, biz bu zulmü teşhir edeceğimize, yine kurbanları suçluyoruz. Bir de şöyle düşünün, siz olsaydınız ne yapardız? Siz o koşullarda, Dersimlilerden devrim mi bekliyorsunuz, ya da seçimleri boykot etmesini mi?
[6] CHP içinde Alevileri ve Kürtleri tasfiye eden ve giderek şoven bir çizgiye dogru kayan D. Baykal döneminde CHP’nin Dersim’de ki oyu geçmişle kıyaslanmıyacak bir biçimde azalmıştır. 2002 Milletvekili Genel Seçimi’nde, CHP % 10, 18 ve DEHAP %13, 47 oranında oy almıştır. Yine 2007 Genel Seçimin’de CHP % 16,60 ve DTP’nin desteklediği bağımsız aday S. Halis % 27,11 oy almıştır. 2007 Seçimin’de CHP, 1950’den sonra ilk kez Dersim’den hiç bir milletvekili çıkaramamış ve hemen hemen hiç bir belediye başkanlığını kazanamamıştır. Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde CHP %56.2 oy almış ve böylece 1973’te Ecevit’in aldığı oy oranına yakalaşmıştır. Bu sonuçlar, Dersim’in CHP’nin şoven Kemalist ve devletçi çizgisine karsı tavır aldığının somut göstergesidirler.
(2002 ve 2007 Seçim sonuçları için kaynaklar: http://secim2007.hurriyet.com.tr/ildetay.aspx?cid=62, http://arsiv.ntvmsnbc.com/modules/secim2007/secim2002/)
Not: Bu yazi 12 Haziran 2011 Milletvekili Genel Seçimi sonrasinda Dersim'e konusunda yapilan tartismalara iliskin yazilmistir. Konunun Ahmet Türk'ün Dersim'de yaptigi konusmayla bilikte gündemlesmesi üzerine yeniden yayinlama geregi duyduk.