Mesud Barzani ve Şivan Perwer'in Diyarbakır ziyareti
Ahmet Aydın
15. 11. 2013
Diyarbakır Kürtlerin şehri. Yaşamları Kürtlerin ulusal-demokratik haklarının kazanılması mücadelesi içinde geçmiş iki Kürdün, kendi şehirlerini ziyaret etmelerinden daha doğal bir şey olamaz. Üstelik, Şivan Perwer uzun yıllardır sürgünde yaşıyordu, onun memleketine dönmesi ayrıca mesleye bir insan hakları boyutu katıyor.
Ne var ki, bu ziyaretin sözkonusu ettiğimiz insani ve kültürel boyutları dışında, Kürtlerin önemli bir kısmını ve bizi rahatsız eden boyutları var.
Ziyaretin Başbakan Erdoğan'ın oluru ve insiyatifi altında gerçekleştirilmesi, başlı başına itici bir görüntü oluşturuyor. Yasalar ve temel insan hakları açısından bakıldığında, Şivan Perwer'in ülkesine dönme hakı zaten var. Ve o, bu hakkını bir başbakanın icazet ve işaretine bağlı kalmaksızın kullanabilirdi. Böylesi bir tarz ve zamanda gerçekleşen ülkeye dönüş, adeta başbakan'ın gölgesine sığınma görüntüsü yaratıyor. Erdoğan'ın yönetim ve politika anlayışı ve kişiligi hesaba katıldığında, oluşan bu manzara, saygın siyaset adamlarına ve aydınlara yakışır bir manzara değildir.
Konuyu Kemal Burkay'ın Türkiye'ye dönüşünden başlayarak ele alırsak, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Kemal Burakay, bizatihi kendi açıklamalarında belirtildiği gibi, AKP Hükümeti'nin çağrısı ve icazeti ile dönmüştür. Tarz bu olunca, doğal olarak tüm kesimlerin kafasında, „Acaba iktidar bir projede rol vermek için mi Burkay'ı çagırdı?“ sorusu oluştu. Nitekim, Burkay döndüğünde kendisine, ince ince hazırlanmış sahneler içinde, Türk Bayrağı'nın önünde ve basın karşısında Nazım Hikmet'in kitabı ve başka bir ortamda da Kuran hediye edilmişti. Basına yansıyan bu tabloların, Abdullah Öcalan'ın İmralı adasında elleri kelepçeli olarak Türk Bayrağı'nın önünde çekilen resmininden hiç bir farkı yoktur. Sadece resmin birisi zorla çekilmiş, diğeri gönüllü. Bütün bu sahne çalısmaları ve basın kampanyaları, devletin genel satratejisine hizmet eden psikolojik savaş ve propaganda faaliyetleridir.
Ezilen bir halkın ilerici-muhalif aydın ve siyasetçisi, düzenin simgeleri ve politikaları temelinde hareket ettiğinde, muhalif kimliğinden; dolayısı ile halkından kopar. O anda, geçmişte ne yaparsa yapsın, egemenlerin kendi iktidarlarını sürdürmesinin bir aracına dönüşür. En azından halkı açısından düzen karşısında taşıdığı simgesel duruş yok olur. Kemal Burkay, AKP'nin işareti ve icazeti ile ülkeye döndüğünde; kendi siyasal geçmişini de, sayanlığını da büyük ölçüde bitirdi. Aydın, hele muhalif aydın; ikitidarın emrinde değil, tersine onun karşısında kimliğini ve saygınlığını bulur. İktidarın güdümüne giren bir aydın, aydın olmaktan çıkıp bir memur olur.
Türk Devleti'nin başbakanı, bugün Batı dünyasında bile, özellikle Gezi Direnişi sürecinde yaşanan şiddet ve basına uygulanan baskı nedeniyle, bir diktatör olarak görülmektedir. Keza bu iktidar, Suriye ve Rojeva savaşında dinci terör örgütlerine verdigi destek nedeniyle, nerdeyse terörist olarak görülecek bir duruma gelmiştir. Dinci-faşist bir iktidarın başı olan Erdoğan, bugün dünya demokratik kamuoyundan tecrit olmuş bir konumdadır. Yarın öbür gün bir uluslararsı savaş suçları mahkemesinde yargılanması da, hiç düsünülmeyecek bir şey değildir. Batı basının „gözden çıkarıldı“ dediği bir diktatöre, Barzani'nin böylesine dostluk göstermesi, dar çıkarlara dayanan bir anlayışın sonucu olsa gerek.
Özellikle yakın zamanda Türk Devleti ile Güney Kürdistan arasında gelişitirilen enerji ağırlıklı ekonomik ilişkiler, KDP ve Barzani Ailesi'ni, eski tabiri ile „göbekten“ Türk Devleti'ne bağlıyor. İki tarafın bölge ve Suriye politikası neredeyse tümden örtüşüyor. M. Barzani, Suriye konusunda, Kürt Ulusal çıkarlarını ve Rojeva Kürtlerinin devrimci kazanımlarını rahatlıkla bir kenara atabiliyor. Örnegin, Barzani, Rojeva Kürtleri'nin bağımsız bir taraf olarak 2. Cenevre görüsmelerine katılamsına karşı çıkıyor ve Rojeva Kürtlerinin özerklik ilanından rahatsızlık duyuyor.
Özgürlük yerine dügün şekeri
AKP'nin ulusal ve toplumsal sorunların çözümü yönünde gerçek ve köklü çözümler üretip hayata geçirme gibi bir amacı yoktur. Ne var ki; böyle bir amcı olmadığı halde, AKP yıllardır kendisini demokrat ve reformcu olarak gösterebilmiştir. Peki bu nasıl mümkün olabildi? Yani gerçekten halkın sorunlarını çözmeden, bu parti kendisini nasıl sorunları çözen, demokrat ve reformcu gösterbiliyor? Hemen baştan söyleyelim ki, bu durum uzun bir süre sürdürülebilir bir durum değildir. Nitekim, artık AKP'nin gerçek yüzü; hem dünya ve hem de Türkiye Halkı tarfından büyük ölçüde görülmüştür. AKP'ye bu olanağı saglayan en önemli etkenlerden birisi dine dayanan bir siyaset yürütmesidir. Din, kitlelerin kontrolü ve manipülasyonu açısından büyük bir etkiye sahiptir. Diğer bir etken ise, eski Kemalist rejimin oldukça gerici ve brokratik bir yapıya sahip olmasıydı. Eski rejim öylesine çürümüştü ki, şu ve bu nedenle bu rejimin karşısında duran ya da karşıt bir söylem kullanan hemen hemen tüm hareketler otomatikman değişimci ve demokrat kimliği kazanabildi. AKP eski rejimin kendisine sağladığı bu krediyi, kitleleri oylama yönünde çok ustaca kullandı. Süreklileşen açılım şovları, reform paketleri ve manüpülasyon atraksiyonları ile, halkta geleceğe dair beklenti ve umut yaratıldı. Sürekli yenilenen atraksiyonlarla umutlar hep geleceğe ertelenerek halk oyalandı. Bu arada dinci-faşist rejim oturdu ve bu aşamada oyunun farkına varıp direnen kitleler, Gazi Direnişi'nde yaşandığı gibi şiddetle ezildi. AKP'nin muhalif hareketlere karşı izlediği bu genel taktikler açısından bakıldıgında, M. Barzani ve Şivan Perwer'in Diyarbakır ziyaretinin; Kürtleri oyalama ve manüpüle etmeye dönük bir şov ve propaganda faaliyeti oldugu görülür.
AKP ve bazı Kürt çevrelerinin iddiasına göre, bu ziyaret „çözüm sürecinin ilerlemesine katkı sunacaktır.“ Tam aksini düşünüyorum. Öncelikle „çözüm sürecinin“ ilerlemesi ve başarıya ulaşmasının koşulları apaçık ortadadır. KCK konu ile ilgili şartlarını açıkladı. PKK için yasal siyaset yapma olanağı saglanmadan ve içerdeki binlerce Kürt özgürlügüne kavuşmadan gerillanın dağdan indirilmesi mümkün gözükmüyor. Kürtlerin dağdan inip cezaevine girmeyi kabul edeceklerini düşünmek aptallık olur. Dahası, Kürt Ulusu'nun varlığı ve hakları resmen kabul edilmeden bu sorun çözülmez. Demek ki, Erdoğan'ın amacı gerçekten çözümü sağlamak ve barışı kalıcılaştırmak ise, M. Barzani ve Şivan Perwer'le şov yapmadan önce, Kürt tutsakaları bırakmalı ve Kürtlerin ve diger etnik grupaların kendi kimlikleri ile özgürce yaşaması önündeki yasal ve fiili engelleri oratdan kaldırmaya başlamalıdır. Ancak, AKP ve Erdoğan'ın bu yönde hiç bir ciddi girişimi yok. Zaten seçim sürecinde bu noktada bir adım atılmsı da beklenmiyor. Seçim süreci de en az 2015 yılına kadar sürer.
Peki sözde „çözüm sürecinin selamaeti“ için gerçekleştirildiği söylenen bu ziyaret, gerçekte AKP ve Erdoğan için nasıl bir anlam taşıyor ve onların hangi ihtiyaçlarına karşılık düşüyor?
İktidarın derdi, ne Şivan Perwer'in vatan hasretini dindirmektir ne de M. Barzani'yi kendi milleti ile buluşturmaktır. Hayır, iktidar özellikle, tıkanan „çözüm süreci“nde, M. Barzani'nin Kürtler üzerindeki nüfuzundan yararlanarak, PKK üzerinde bir „Kürt baskısı“ oluşturup, ateşkesi en azından seçimlere kadar uzatmak istiyor. Buna rağmen ateşkes bozulursa da, bunun suçunu PKK'ya yükleyip onu Kürt Halkı nezdinde „barış karşıtı“ gibi gösterip yanlızlaştırma ve etkisizleştirmeye çalışacaktır.
Dolayısı ile; bu ziyaret, yaşanan sürçte ciddi dönüşümler yaratması beklenirken, boş vaadler vermekle yetinen AKP iktidarının elini güçlendirecek ve üstelik demokratik adımları atma konusundaki isteksizliğini güçlendirecektir. İş daha da ileri giderse, AKP iktidarı Kürtleri karşıt iki cepheye bölmeye çalışacak ve Kürt toplumunda yeterince destek bulduğunu düşündüğünde, PKK'yi şiddet yolu ile tasfiye etemyi deneyecektir.
İktidarın Kürt ve PKK sorununu silahla „çözme“ startejisini terk ettiğini söylemek mümkün değildir. Nitekim, devlet bölgede hızla askeri yığınak ve yerleşimler yapmaya devam ediyor. Bu durumda, iktidarın elini güçlendiren her çaba, aslında savaşa ve diğer kitle hareketlerinin bastırılmasına verilen bir destektir.
Sonuç olarak: Bugün barış için düzenlendiği söylenen törenler, aslında devleti savaş yönünde cesaretlendiren eylemler ve dolayısı ile ilerde ölecek Kürt gençleri için düzenlenmiş erken cenaze törenleri olmuş olabilirler.