Devlet ile PKK arasında görüşmelerin kesildiği, silahlı çatışmanın tekrardan egemen olduğu bir ortamda HDP ve DTK çevreleri, Avrupa Konseyi’nin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı, Kürt sorununun çözümünde temel alınacak uluslararası taahhütnamelerden olduğunu bir kez daha gündeme getirdiler.
Geçtiğimiz Aralık ayında DTK’nın Olağanüstü Kongresi toplanmış ve konuya ilişkin bir deklarasyon yayınlanmıştı. Deklarasyonda devletin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğu çekinceleri kaldırması, Kürtlerin ulusal kimlikleri ve kültürel haklarını anayasal güvence altına alarak, Özerklik Şartı'nı hayata geçirmesi talep edilmişti.
Siyasal aktörlerin gündeminden düşmeyen Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Ortadoğu'nun en zorlu ve karmaşık ulusal sorunlarından biri olan Kürt ve Kürdistan meselesinin çözümüne katkı sunabilecek içeriğe sahip bir şartname midir? Yoksa söz konusu siyasi çevrelerin bu şartnameye atfettikleri rol, vesikanın içeriğini ve çapını aşmakta mıdır?
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, 1985 yılında Avrupa Konseyi tarafından yerel yönetimlerin özerkliğine ilişkin hazırlanmış bir taahhütnamedir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın isminde geçen ‘yerel yönetimler’ kavramı ile belediyeler, ‘özerklik’ kavramı ile de merkezi hükümetten yetki devri alan belediyelerin idari ve mali sorumluluklarını attırmaları ve merkeze karşı bağımsızlaşmaları kastedilmektedir.
Türkiye 1988 yılında söz konusu belgeyi imzalamış, 1992 kanunlaştırmış ve 1993'de yürürlüğe koymuştur. Konsey üyesi bir devletin Özerklik Şartı'nı imzalanması için söz konusu Özerklik Şartı'nın I. Bölümü'ndeki en az 10 madde ve 20 paragrafı onaylaması gerekmektedir. Türkiye 18 maddeden, amiyane tabirle Özerklik Şartı'nın suya sabuna dokunmayan, yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliklerine vurgu yapan 7 maddenin 9 paragrafına çekince koymuştur.(*)
Özerklik Şartı’na farklı anlam yüklemek
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın maddeleri dikkatlice incelendiğinde siyasi, coğrafi ve kültürel bir özerkliği, muhtariyeti içermediği görülür. Farklı ulusal ve etnik kimliklerin milli ve demokratik haklarına vurgu yapan bir niteliği yoktur. ‘Yerel nüfus’ ve ‘yerel topluluklar’ kavramları üzerinden soruna yaklaşır. İçeriği yerel yönetimlerin yani belediyelerin merkeze karşı idari ve mali özerkliğinin genişletilmesi üzerine hazırlanmış bir belgedir.
Yerelde katılımcı demokrasinin güçlenmesine ve merkezi iktidara karşı belediyelerin bağımsızlığı ve yetki alanlarını attırmalarında Özerklik Şartı’nın sağladığı katkıya kuşku yoktur. Özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan, İttihat ve Terakki ile daha sonra Kemalist ve muhafazakar iktidarlarla günümüze kadar gelen, katı merkezci bürokratik devlet sisteminin parçalanmasına katkı sunacağı açıktır. Türkiye’nin yerel idari sistemini ıslahat etmesi ve demokratikleştirmeyi vesile olması açısından önemlidir.
Ama Kürt ve Kürdistan sorunu gibi devasa bir meselenin çözümüne zemin oluşturacak, ulusal sorunların halline katkı sunacak bir belge değildir.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndan daha kapsamlı olan Avrupa Birliği’nin Kopenhag Kriterleri, yine Avrupa Konseyi’nin ‘Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Sözleşme’, “Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’ ile Birleşmiş Milletler bildirgeleri Kürt ve Kürdistan sorununun önünü açacak, yol aldıracak daha kapsamlı taahhütnamelerdir. Atıfta bulunulacaksa içeriği ve kapsama alanı itibariyle bu anlaşmalara atıfta bulunmak, Kürt sorununun çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine daha gerçekçi katkılar sunabilir.
‘AB, Türkiye’ye üye olmayacak,
Türkiye AB’ye üye olacak’
T.C’nin, Kürtlere yetki devri ve güç paylaşımı diye bir gündemi henüz yoktur. Türkiye’nin AB üyeliği için Kopenhag kriterlerindeki siyasi şartları yerine getirmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Ne var ki Türkiye'nin, kriterleri yerine getirmede acelesinin olmadığı görülüyor. Türkiye’nin uyguladığı siyaset AB’nin siyasi, kültürel ve ekonomik kriterlerini aşındırmak, son göçmen krizinde olduğu gibi AB’den tavizler kopararak müzakere sürecini devam ettirmektir. Türkiye’nin AB üyeliği gündeme geldiğinde Finlandiya eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari’nin söylediği şu cümle her zaman aklıma gelir: ‘Türk yetkililer şunu bilmelidirler AB, Türkiye’ye üye olmayacak, Türkiye AB’ye üye olacak’.
Kopenhag Kriterleri'nin siyasi ölçüleri; istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olmasını, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğünü, insan haklarına saygı ve azınlıkların korunmasını AB üyeliğinin ön şartlardan biri olarak kabul etmektedir. Yine Avrupa Konseyi’nin ‘Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Sözleşme’ ile ‘Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’ sözleşmeleri ‘azınlık’ kavramları altında geçse de, Kürtlere ve Kürdistan’a statünün yolunu açmada isminde ‘özerklik’ kavramı geçen ve bu yüzden Kürtleri heyecanlandıran Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndan daha ileri ve kapsayıcı vesikalardır.
Türkiye, Avrupa Konseyi’nin ‘Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Sözleşme’ ile “Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’nı Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarını gündeme getireceği için imzalamamıştır. İmzalaması durumunda sorunun ismini açıkça telaffuz etmek ve bir ulusun dil hakkı üzerinden statüsünü tartışmak zorunda kalacağını hesaplamaktadır.
Devletin ideolojik telkini
HDP, DTK bileşenlerinin açıkladıkları demokratik özerklik deklarasyonunda coğrafi ve siyasi sınırlar belirtilerek özel olarak Kürdistan’ın özerkliğine bir vurgu yoktur. Bu açıdan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı belgesi Türkiyeleşme söylemi bağlamında kendileri açısından temel alınacak yeterli bir belge olabilir.
Bu yeterlilikte özellikle PKK lideri Öcalan üzerinden HDP ve DTK çevrelerine devletin ideolojik telkini ve müdahalesi söz konusudur. Devlet, üniter yapı içinde Kürtlerin toprağa dayalı özerklik, federasyon ve bağımsızlığa gidecek statü taleplerinin önünü kesmek için, Özerklik Şartı belgesini esas alarak sorunu tartıştırmayı istemektedir.
Kürtler, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı temel aldıkları zaman, Kürt ve Kürdistan sorununu ulusal coğrafi siyasi sınırlar ve demokratik haklar açısından değil; belediyelerin idari ve mali özerkliği, il ve ilçe sınırları üzerinden tartışmak zorunda kalacaklardır. Bu ise devletin, Kürtlerin kendi geleceklerini kendilerinin belirleme haklarından feragat etmelerini istediği bir zemindir.
Gerek AK Parti ve gerekse CHP’nin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekinceleri kaldıracaklarına ilişkin parti program ve kongrelerinde açıklamaları mevcuttur. AK Parti hükümeti, 2004 yılında ‘5126 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’, 2005 yılında ise ‘5393 sayılı Belediye Kanunu’ ve ‘5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nu kabul ederek, Özerklik Şartı'na koyduğu birçok çekinceyi fiili olarak kaldırdıklarını savunmaktadır.
Devlet ve sistem partileri Özerklik Şartı’nın sınırlarının nerede başlayıp nerde bittiğini HDP ve DTK’dan daha rasyonel hesap etmektedirler. Bu açıdan AK Parti ve CHP, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndaki çekinceleri kaldırmak konusunda gayet rahat bir söyleme sahiptirler.
Liberal aydınlar da, katı bürokratik merkezi devlet aygıtının adem-i merkeziyetçi idari bir sisteme dönüştürülmemesi durumunda, Türkiye’nin parçalanacağı uyarılarını yapmaktadırlar.
Dikkat edilirse önermeler Kürtlerin evrensel hak ve özgürlüklerinin özerklik, federasyon veya bağımsızlık formları içinde nasıl olacağı, kendi geleceklerini kendilerinin nasıl belirleyeceği yerine, devletin hangi hamleleri yapması durumunda devletin bölünmeyeceği üzerine kurgulanmaktadır.
Sonuç olarak belediyelerin idari ve mali özerkliğini tanzim eden Avrupa Yerel Yönetimler Şartı, Kürt ve Kürdistan sorununun olası çözümünde temel alınacak bir belge değildir. Bu belgeyi temel almak, Kürt sorununun çözümünü devletin çizdiği sınırlar içine tartışmak ve sıkıştırmaktır.