Perşembe, Kasım 21, 2024

Platzhalter roof5

 

Arama

Archiv

Şengal’i bütün dünyaya O duyurdu

 

Şengal’i bütün dünyaya O duyurdu

“İlk gördüğüm şey peşmergelerin konvoy halinde çantaları sırtlarında ağır silahlarla donatılmış arabalarla Şengal’i terk ettiğiydi. Kafam karışmıştı. Halka “biz gidiyoruz” bile dememişlerdi.”

 
Şengal’de Êzîdî halkına yönelik, Sünni Arap denetiminde IŞİD saldırıları olduğu sıralarda ilk O katliam haberlerini bütün dünyaya duyurmuştu.

Özgür basının bir çalışanı olan Gazeteci Hayri Kızıler’ı bütün boyutları ile o korkunç manzaraya tanıklık etmişti.  
Bütün dünya 21. yüzyılda Êzîdîlerin yaşadığı trajediyi ondan duydu. Herkesin televizyon ve radyoları başında pür dikkat dinlediği gazeteci Kızıler, zaman zaman elindeki kamera ile bir kurtarıcı gibi görüldü. Her kamerasının kayıt düğmesine bastığında gördüğü gözlere dayanamayarak gözyaşı döken Kızıler’i kimi zaman çocuğunu susuzluktan bir taşın altına gömmüş anne teselli etti. Şengal’deki trajediyi anı anına belleğine ve kamerasına kaydeden Kızıler, 9 gün Êzîdîlerin yolculuğuna tanıklık ederek Rojava’nın Derîk kentindeki Newroz Kampı’na kadar geldi.
Rojava’da görüştüğümüz Kızıler, hasta olduğu için arkadaşlarınca gönderilmek istenmemesine rağmen “Benim onların yanında olmam lazım” diyerek tekrar Şengal Dağı’na döndü. 10 aydan beri Şengal’de bulunan Kızıler, Musul, Şengal, saldırının ön hazırlığı, dağda şahit olduklarını ve hissettiklerini anlattı. 



Musul el değiştirince de Şengal’deydiniz. O zaman neler hisettiniz ya da Şenalliler neler hissediyordu?


İlk günden itibaren ve hatta öncesinden hep kafa patlattım. Anlamaya çalıştım. Taşları bir bir üstüne koymaya, neler oluyor, neler yapılmak isteniyor kavramaya, subjektifliğe düşmeden rafine bir düşünceye sahip olmaya ve söze, yazıya dönüştürmeye çalıştım. Bugünkü düşüncelerime, hem tarih bilgime dayanarak, hem de yaşadığım ortamın günlük fotoğraflarına bakarak hissiyatta kavuşmuştum aslında, Ortadoğu’yu tanıyan birisi olarak kötü kokuların yayıldığını hissediyor; ama bunları bir türlü yazıya ve söze dönüştüremiyordum. Gazetecilikte hakikat esastır, onurlu gazetecilerden böyle öğrenmiştik. Onların ardılı olmaya çalışan bir gazeteci olarak sözüm ve yazım öyle olmalıydı. Musul düşmüştü, ciddi çatışmalar olmadan Irak merkezi hükümeti askerleri çekilmiş ve tüm tarihsel, kültürel ihtişamıyla dünya insanlık tarihinde yerini almış Musul kenti, Moğollara bile rahmet okutan DAIŞ (IŞİD) çetelerinin eline geçmişti. 
Arkasından Şia Türkmen nüfusunun yoğun olarak yaşadığı Telafer kenti düşmüş, Şii Türkmenler Şengal’e sığınmıştı. Êzîdîler Türkmenlere kapılarını açmış, onları evlerine almış, ellerinde ne varsa onlarla paylaşmıştı. Konuştuğum bir çok Şii Türkmen, kendilerine Êzîdîler dışında kimsenin yardım elini uzatmadığını söylüyordu. Hangi anlaşmalara dayanarak yapıldığını bilemiyorum, bir aylık süre boyunca Şii Türkmenler Duhok hattından Hewlêr üzerinden uçakla Necef, Kerbela ve Bağdat’a gönderildi. Sanırım yetiştiremediler? Az da olsa bir kısım Şii Türkmen hala Şengal’de kalmıştı. 


Çetelerin oyununu bozan YPG’di


Şengal’e saldırı emareleri var mıydı hissediyor muydunuz?


DAIŞ çeteleri önce Şengal’in güneybatısındaki Sünni Arap yerleşim yeri Bilêc kasabasını ellerine geçirdi. Hemen bir kaç gün sonrasında Şengal’in güneyinde yine Sunni Arap yerleşim yeri Beac kasabasını aldılar. Şengal’in Suriye ile olan sınırı öncesinden zaten DAIŞ çetesinin elindeydi. Böylelikle Şengal’in güneyi tamamen çetelerin eline geçmiş oldu. Şengal’in batısında Telafer vardı o da DAIŞ çetelerinin elindeydi. Şengal’in kuzeyinde bulunan Zumar kasabasına saldıran DAIŞ çeteleri bu kasabayı ellerine geçirse de daha sonra YPG güçleri ve az sayıda Yekîtî (YNK) peşmergeleri çatışmalar sonrası Zumar’ın bir kısmını denetimleri altına aldı. Rabia da Şengal için önemli bir nokta. Rabia’nın doğusu YPG’nin elideyken batısı ise DAIŞ’ın elindeydi. DAIŞ Şengal Dağı’nı Şengal’e saldırmadan önce bir kuşatma hattı oluşturmayı planlıyordu. Ancak YPG güçleri Rabia ile sınır olan Til Koçer’den sonra Cezaa kasabasını da eline geçirdi. Şengal’i kuşatma altına almak isteyen çetelerin oyununu YPG bu iki noktadan bozuyordu. 



Soru işareti bırakan çatışma


Bütün bunlar yaşanırken Şengal’de neler oluyordu?


Şengal ikili bir yönetime sahipti, hem Irak merkezi hükümetinin ordusu ve polisi hem de KDP peşmergelerin denetimindeydi. Şengal; Telaferli Şii Türkmen misafirlerini ağırlarken dört ayrı yerden 7 kez çetelerin tacizlerine maruz kaldı. Şengal’de halk endişeli, tüm köylüler mevziler kazmışlar, savunma pozisyonunda gece gündüz nöbet tutuyorlardı. Her çete tacizinde peşmerge güçleri Şengal’den olay yerine gidiyor, kısa süreli cevap veriyor, DAIŞ çeteleri geri çekiliyor ve peşmergeler de tekrar Şengal’e dönüyordu. Kendi kendime acaba danışıklı dövüş mü diyordum. Çünkü her iki tarafın da kayıpları olmuyordu. Bütün taciz saldırılarında aynı olay yaşanıyordu. Bu birbirinin aynı olaylar insanın kafasında soru işareti bırakıyor. 



Şengal halkı bunu nasıl karşılıyordu?


Halk karşılık vermek istiyordu; ama halka “karşılık vermeyin” deniliyordu. Hatta her köyde biraz da olsa peşmerge var, halk soruyor “niye müdahale etmiyorsunuz” diye “emir böyle” diyorlar. Halka telkin edilen temel şey sabırdı. “Eğer ihtiyaç olursa biz saldırırız” deniliyor ve halk avutuluyor.
Halk bu saldırılara cevap vermek istiyordu; ancak KDP peşmerge komutanlığı izin vermiyor karşılık vermeyin diyordu. Karşılık verilmesi halinde DAIŞ çetelerinin havan ve ağır silahlarla köylere kapsamlı saldırılarda bulunacağı halka söyleniyor ve halk bu şekilde sindirilmek durdurulmak isteniyordu. Halk peşmergelerden ağır silah istiyor; ancak halka silah verilmiyordu. Örneğin Irak hükümetine bağlı ordu güçleri arkalarında silahlarını bırakmıştı. Halk bu silahlara el koydu; ancak ertesi gün peşmergeler halktan tek tek bu silahları topladı. 



Saldırıların olduğu geceye dönersek yani 2 Ağustos’u 3 Ağustos’a bağlayan güne...


Bir iki saat olmuştu uyuyalı. 2 Ağustos gecesiydi sabah saat 03:00’te havan sesleri ile uyandık. Arkasından telefon trafiği başladı. İlk haber Girzerik köyünden geldi. DAIŞ çeteleri ağır silahlar ve havanlarla Girzerik köyüne saldırmıştı. Şiddetli çatışmalar yaşanıyordu. 03:30’da çatışmalar Siba Şêx Xidir’da başladı. Orada da yoğun çatışmalar vardı. Halk çetelere karşı savaşıyordu. Şengal merkezde de halk çoluğunun çocuğunun derdine düşmüştü. Herkes bir şekilde Şengal’den çıkmanın arayışı içindeydi. Ancak aileleri toplamak, araç bulmak zordu. Arkasından Rambosi, Tilkasab, Koço, Tilbenad köyleri DAIŞ çeteleri tarafından top atışlarına tutuldu. Sabah saat 06:00’da yaralıların Şengal Hastenesi’ne getirildiği haberini aldık. Hastaneye doğru giderken sokaklarda daha büyük bir hareketlilik olduğunu gördük. Ve öyle birkaç yaralı olmadığını durumun daha vahim olduğunu anladık.



Bütün bunlar yaşanırken KDP peşmergeleri ve Irak ordusu ne yapıyordu. Sadece halk mı çatışıyordu?


Ben de durumu anlamaya çalışıyordum. İlk gördüğüm şey peşmergelerin konvoy halinde çantaları sırtlarında ağır silahlarla donatılmış arabalarla Şengal’i terk ettiğiydi. Kafam karışmıştı. Halka “biz gidiyoruz” bile dememişlerdi. Çatışan halk da bunu görünce duyunca bir inançsızlığa düştü. Halk panik halinde arabası olanlar çocukları alarak yola koyulmuşlardı. Arabası olmayanlar kendilerini Şengal Dağı’na vurmuştu. Halk “satıldık” diyordu. Saat 10:00 sularında DAIŞ çeteleri ellerini kollarını sallayarak Şengal’e girdi. Herkes çıkamamıştı. Saat 11:00’de büyük bir patlama duyduk. Şiilerin kutsal mekanı Sitî Zeyneb havaya uçurulmuştu. Binler onbinler dağa yürüyordu, arabası olanlar yoldan dağa çıkıyorlardı. 



 

Dağa çıkma fikri nereden çıktı?

İnsanların kafasında şuraya gideyim, buraya gideyim diye bir şey yoktu. Herkes Şengal’den çıkmanın derdindeydi. Arabası olan da olmayan da dağa yöneldi. Bizim köylere oranla yolumuz daha yakındı. Şengal’in merkezi dağın yanı başındadır. En hızlı yürüyenin bile 8 saati çıkabildği bir yol. Ama biz 12 saate çıkabildik. Hem susuzluk vardı, hem sıcaktı, hem de televizyonlara durumu aktarıyordum. Çıktığımız yol su bulunan mekanlara en yakın noktalardan biriydi, susuzluktan ağzımız, boğazımız yara oldu. Birkaç gün hiçbir şey yiyemedik. Hem toz, hem susuzluk boğazımızı tahriş etmişti. Çocukları düşünün ağlayan ağlayana. Yaşlılar yürüyemiyor. Gençler önden giderek yukarıdan koştura koştura su getiriyor. Bulunduğmuz yolda da ölenler varmış. Ben şahit olmadım ama yukarı çıktığımda bir anne “çocuğumu taşın altına gömdüm” diyordu. Ağlayamıyordu bile. Yaşlılar yürüyemedikleri için biraz güvenli bir bölgeye bırakılmıştı. 120’nin üzerinde yaşlı bu şekilde her gün ihtiyaçları gideriliyor. 



Dağa çıkanlar sadece Êzîdî Kürtler miydi?

Şengal merkez ve köylerinin nüfusu yaklaşık 450 binden oluşuyor. Bunlardan 250 bin kişinin saldırıdan hemen önce çıktığını varsayarak söylüyorum; 200 binin üzerinde insan dağlara sığınmıştı. Korunmasız 200 bin Êzîdî. Sayıları az da olsa Şii Türkmen, Şii Kürt ve Şii Araplar da dağlardaydı. Dağa ulaşan iki yol var. Eğer çeteler bu iki yoldan herhangi birinden bile dağa ulaşsaydı kaçabilecek tek bir yolun bulunmadığı susuz Şengal Dağı’ndaki 200 binin üzerindeki insandan tek bir kişi bile sağ kalmayabilirdi. Her tarafı tutulmuş Şengal Dağı susuz da olsa 200 bin insana sığınak olmuştu. Ama ne zamana kadar sığınak olabilirdi? Savunmasız bir dağ. Peşmerge dağı tutma gereğini bile görmemişti. Dağda bile tek bir peşmerge kalmamıştı. Ama saldırı sonrası öğrendik ki KCK’nin saldırılardan önce “Şengal’i ihtiyaç duyulduğunda savunmak için hazırız” açıklaması ile birlikte 7 kişilik bir grup YPG savaşçısının Şengal Dağı’nda mevzilendiğini ve bu iki giriş yolunu tuttuğunu gördük. Çeteler her iki yoldan da dağa çıkmak istedi. Her ikisinde de bu 7 kişilik grup çetelerin girmesine izin vermedi. 200 bin insan var. Bizler de endişelendik bu silah sesleri neyin nesidir diye. Sonra YPG güçlerinin gelen DAIŞ araçlarını vurduğunu, bir aracı imha ettiğini, 2 kişiyi öldürdüğünü, 4 silahlarına el koyduklarını öğrendik. Zaten diğer tarafta yol daha kötü olduğu için hiç ilerleyemiyordu çeteler. Dağın yamacında ve dağda kimi köyler vardı. Kersê bunlardan biri. Ve bu köylerde iş makinaları vardı. YPG’nin yaptığı diğer bir iş de bu iş makinalarıyla hemen yolları kapatmak oldu.

Dağa çıktıktan sonra da sık sık televizyonlara bağlanıp durumu aktarıyordunuz. Telefon problemi yaşanmaması da bir şans sanırım.

Aslında dağa çıktıktan sonra çektiğim görüntüleri aktarma derdi başladı. Acaba internet çekiyor mu çekmiyor mu, biraz araştırdım, nokta nokta gezdim. Sonra bir noktada sinyalin olduğunu fark ettim. Saldırıdan bir gün sonra akşam ancak görüntüleri atabilmeyi başardım. Sonradan halkın içinde dolaştım müthiş bir umutsuzluk vardı. Yerinden kıpırdayamıyordu insanlar, bir yere gidemiyordu. Dağdasın zaten su, erzak, yiyecek sorunu var. Gündüz sıcak, gece buz gibi dayanılacak gibi değil. Ve çıkacak bir kapı yok.

Su ihtiyacı nasıl giderildi?

Kersê Şingal Dağı’nın bir ucunda Çilmêra da bir ucunda. İki köy arasında tankerlerle sık sık su taşınmaya başlandı. Tankerin ulaşamadığı noktalar ve hala yolda olanlara da özellikle, dağdaki köylerde yaşayan gençler sırtlarına su mataralarını, bidonlarını alarak susuz kalan insanların yardımına koşuyordu. TEV-DA çalışanları bu örgütlenme işini çok kısa sürede yaptı, insanları harekete geçirdi. Oradaki koordinasyonu sağladı. YPG de zaten güvenliği sağlıyordu. İlk etapta böylece dağın güvenliği sağlanmış oldu. Çünkü ikinci üçüncü günü DAIŞ’ın dağa yönelik herhangi bir yönelimi olmadı. DAIŞ ilk darbesini yemişti.

Bu durum canını kurtaran Êzîdîlerde nasıl bir duygu oluşturdu?

İnsanlar dağa ulaşmış, YPG yolları tutmuş bu biraz da olsa bir rahatlama yarattı. Ancak artık insanlar “nasıl çıkacağız” sorusunu soruyordu. Gazeteci olduğum için her şeyi bilebileceğimi düşünüyorlardı ve KCK’nin yaptığı açıklamadan sonra herhangi bir gücün gelip gelmediğini sık sık soruyorlardı.
Sonra büyük bir YPG gücü çatışa çatışa Şingal Dağı’na ulaştı. Hemen ertesi gün Halk Savunma Merkezi Komutanı Murat Karayılan’ın açıklamasından sonra bir tabur HPG gücü çatışa çatışa dağa ulaştı. Evet dağın güvenliği vardı; ama bu güvenliği güçlendirmek gerekiyor. 5 Ağustos günü yerel milis güçleri örgütlendirildi Şingal Direniş Birlikleri adı altında. Yerelde bulunan aşiretler YPG’lilerle görüştü. Ne yapabilirizi tartıştılar. Terk etmek istemiyorlardı topraklarını. Êzîdîler direngen bir halk bir de silahlılar. Belki çok ağır silahları yoktu; ama savaşan bir halk.

Bir yandan da kimi televizyonlar helikopterlerle insani yardımın yapıldığını belirtiyordu. Bunu da biraz anlatabilir misiniz?

Dördüncü gündü sanırsam helikopterlerle erzak getirildi. 200 bin kişi söz konusu olunca gelen yardımlar bir ceviz kabuğunu dolduracak kadar değildi. Ve buna rağmen insanlar demek ki bir duyarlılık var, acılarımız insanlara ulaşmış hissiyatını taşıyordu. Bunu da söylemek gerekiyor. Yardım getiren bir helikoptere kurtulmak için asılan iki yurttaş yüksekten yere düşerek yaşamını yitirdi. Helikopterle atılan yardım paketleri iki yurttaşın üzerine düşerek yaşamını yitirmelerine neden oldu. Sonra YPG Rojava’dan henüz yolun güvenliği tam sağlanmamasına rağmen kamyonlarla erzak getirmeye başladı. Helikopterlerle su, ilaç, süt gibi ihtiyaçlar taşınırken, YPG de un, şeker, tuz gibi temel gıdaları dağa ulaştırdı. İlk etapta 5-6 kamyon erzak geldi. Ronahi Tv’den de gazeteci arkadaşım Botan Gulan da böylece dağa geldi. Hem güvenliğin sağlanması, hem erzağın ulaşması, hem de her ne kadar yollar güvenli olmasa da yaralıların YPG tarafından Rojava’ya ulaştırılması halkta bir umut yaratıyordu. İlk 4 günlük hava başkaydı sonraki hava bambaşkaydı, bunu biz de hissediyorduk.

Şengal eteğinden Êzîdîlerin yürüyüşüne birkaç saat eşlik ettim. PKK’ye ve Öcalan’a ve Rojava’daki yönetime ciddi bir güven duyulduğuna tanık oldum. Dağda durum nasıldı?

 Bütün röportajlarımızda herkesin ilk sözü “peşmerge bizi sattı” idi. “Binlerce kızımız kaçırıldı, binlercemizi öldürdüler, cezaevine attılar. İnsanlarımızı camilere toplayıp zorla müslümanlaştırmaya çalıştılar ve katlettiler” diyorlardı. PKK de diyemiyorlar “PKK bizi kurtardı biz ondan önderliğinden razıyız. Bizi kurtarırsa PKK kurtarır” diyorlardı.
Bizler, her ne kadar televizyonlardan ajanslardan yansıyanları takip edemesek de kimi zaman güneyli bazı yayınların yalan haber yaptığı duyumunu alıyorduk. Örneğin peşmergelerin çatıştığı, ABD’nin DAIŞ noktalarını vurduğu, insanlara yardımların yeteri kadar ulaştırıldığı gibi yalan haberlerin yapıldığını duyuyorduk. Bu insanları incitiyordu. Ama biz öyle bir şey görmedik. TV’lere katıldığımda da söyledim yoğun bir hava hareketliliği vardı, keşif uçakları sabaha kadar geziyordu; ama herhangi bir nokta ciddi anlamda vurulmuyordu. Bir iki defa Sinunê’den bir defa da Şingal’den ses geldi. Bunun dışında çeteleri vurma konusunda bir şey yoktu. Biz dağdaydık ve herşeye hakimdik, öyle bir şey görmedik. Çünkü öyle koşullarda insanların kulakları radar gibidir.

Newroz Kampı’na da gittiniz. Oradaki izleniminiz nedir?

İnsanlarda kısmi bir rahatlık vardı. Temel ihtiyaçların karşılandığını gördüm. Temizliklerini yapmışlar, çadırları var, elbiseler getirilmiş, çocuklara süt, sıcak yemek vardı. İçme suyu ihtiyacı karşılanmış yatak sorunu yok. Herkes kaç günün yorgunluğunu atmaya çalışıyordu.

Şengal’den vazgeçmediler

Kampı dolaştık ve gençleri pek göremedik sizin de dikkatinizi çekti mi?

Evet konuştuğum herkes gençlerini Şingal Dağı’na geri göndermiş. Oğulları getirmiş onları ve oğullarını geri göndermişler. Bir çok anne “Biraz önce oğlumu gönderdim” diyordu. İnsanlar Şengal’den vazgeçmediler. Gençler geri döndü savaşmak için. “Orası bizim ata mekanımız kutsal yerlerimiz, PKK’nin içinde bütün inançlardan Êzîdî olmayan insanlar İran, Türkiye ve Suriye’den Kürtler bizleri kurtarmak için gelmişlerse bu bizim için namus meselesidir. O zaman biz vazgeçmeyeceğiz” diyorlardı.

 Şengal Dağı’nda şimdi durum ne?

Hala dağ eteklerinde insanlar var. Güvenlik meselesi sadece DAIŞ değil, su, yemek, soğuk bile güvenlik meselesi. DAIŞ nedeniyle ölmüyorlar; ama soğuktan sususuzluktan ölüyor insanlar. Hala güvenli bölgelere ulaşmaya çalışanlar var. Yaklaşık 10 bin kişi dağın güvenli bölgelerinden ayrılmak istemiyor. Orada kamp kurulmuş çadırlar kurulmuş.

Siz niye geri dönüyorsunuz. Sağlık problemleriniz de var edindiğim bilgilere göre?

On aydır bu insanların arasındaydım. Kendi içimde bir umutsuzluk vardı bu 200 bin insan nasıl olacak diyordum. Orada bulunan 7 bin peşmerge o 7 YPG’linin yaptığını yapamaz mıydı? Yapmadılar. Sadece “karar verilmiş hepsi çıkmak zorundaydı” demekle bu sorunu açıklamak doğru değil. Hiç mi onurlu bir insan yoktu aralarında? 200 bin insanı nasıl güvensiz bir ortamda bırakıp gidersiniz?
10 aydır o insanlarlayım. ÇIRA TV’ye aynı zamanda program yapıyordum insanlarla haşir neşirdim. Onun için döneceğim. Buraya geldiğimde insanlar arıyor ben onlara Rojava’dayım dememek için telefonuma yanıt vermiyorum. Elit bir gazetecilik yapmıyoruz. Arkadaşlar “gitme başka arkadaşı gönderelim, sağlık sorunların var” diyor. Doğru sorunlarım var; ama insanların da daha ciddi sorunları var. Dolayısıyla yalnız bırakmak istemiyorum. Televizyonlar çocukları sorarken ağlıyordum telefonu kendimden uzaklaştırıp biraz sakinleştikten sonra aktarmaya devam ediyordum. Çocuklar ve yaşlıların durumunu görünce dayanılacak gibi  değildi. Annelerin feryat figanı…
Bir şeyi daha belirtmek istiyorum. Kuzey’deki devrim sürecinde basının kirli yüzünü gördük ama Rudaw kadarını görmedik. Bunlar kadar kepaze bir yayıncılık yapan televizyonculuğu ilk defa görüyoruz. Dünya da görmemiştir. Rudaw’ın o en esaslı çalışanları, Kürt halk mücadelesine ihanet etmiş şahsiyetlerdir. Ne beklenebilir ki bunlardan...
                                  
                                   ***
Bu röportajdan sonra Gazeteci arkadaşımız Hayri Kızıler, yeniden kamerasıyla yönünü Şengal Dağı’na çevirdi.

 


ABDURRAHMAN GÖK/ŞENGAL/DİHA