Ya barbarlık ya insanlık
Ahmet Aydın
31. 10. 2015
Sadece TC sınırları içinde yasayan insanlar değil, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan halklar, adeta tarihin karanlık sayfalarından kopup gelen yeni bir barbarlık çağının içine yuvarlandı.
Öyle ki, medeniyetin beşiği sayılan bu coğrafyada; insanoğlunun binlerce yıllık pratiğinden süzerek biriktirdiği kültür, ahlak, estetik, felsefe değerleri artık büyük bir kesim tarafından değer olarak görülmüyor. Dünyanın en değerli varlığı kabul edilen “can” bile bu dönemde bir kör bıçağın tek bir darbesinden ya da bir bombanın patlamasından bile daha değersiz. Yaşamla ölüm, gerçekle yalan, iyilikle kötülük, doğrulukla hilekarlık arasındaki sınır belirsizleşti.
Karanlık bir kum fırtınası bu bölgede insana ait ne varsa, insanın canını, maddi-manevi tüm tarihsel kalıntıları; ne varsa tümünü hiçbir iz bırakmadan yıkıp yok ediyor. Bir çeşit anti-yaşam, anti-insan, anti-uygarlık dalgasından bahsediyoruz.
Bölgemizde yüz binlerce insan boğazlanarak, kurşunlanarak ya da bombalanarak katledildi. Yurtlarında yaşama olanağı kalmayan milyonlarca insan sığınacak bir yer bulmak için göç etti. Başta çocuklar olmak üzere bunlardan binlercesi, Avrupa’ya geçmek isterken denizde boğuldu.
İnsan canına değer vermeyenler, insanın haklarına, özgürlüklerine ve erdemlerine hiç değer vermezler. 21. Yüz yılda köle pazarları kuruldu. Kadınlar köle pazarlarında alınıp satıldı. Tanrı, onun yeryüzündeki “halifesi” ve onun temsilcileri kutsanıp yüceltilirken, başta kadınlar olmak üzere insan hiçselleştirildi.
Bu barbarlık dalgasını IŞİD ve El-Kaide benzeri vahşi terör örgütleriyle sınırlamak çok basit bir yaklaşım olur. Hayır, bu barbarlık dalgasını üreten ve bu örgütleri de içine alan daha geniş bir zemin ve halka var. Bu barbarlık, kapitalist sistem ve düzenin Ortadoğu’nun sosyal-siyasal ve kültürel dinamikleriyle buluşmasından oluşan reaksiyonun ürünüdür.
IŞİD ve El-Kaide benzeri dinci terör örgütlerinin ideolojik olarak İslam dininin bir yorumundan beslendikleri ve bölgedeki kültürel-etnik çelişkilere dayanarak toplumsal bir taban oluşturdukları doğrudur. Ancak aynı durum AKP yönetimindeki Türk devleti ve Suudi Arabistan için de geçerlidir. AKP iktidarının ve Suudi Arabistan yönetiminin özellikle dinsel referans, ideoloji ve politika yönünden bu örgütlerle ilkesel bir farklılığı yoktur. Bu nedenle söz konusu devletlerin bu terör örgütlerini desteklemeleri hiçte şaşırtıcı bir durum değildir. Bu anlamda, Sünni blok içindeki bölge devletleri ile bu örgütler arasında, sadece bir araçsal kullanım ilişkisi değil; bununla birlikte aynı cephenin parçası olma ilişkisi vardır.
Emperyalist ve sömürgeci politikaların sonucunda Ortadoğu’da insanlığı yutan bir kara delik oluştu
Ortadoğu bölgesi kapitalist dünya pazarından ve siyasal düzeninden yalıtılmış bir alan değildir. Aksine bu bölge kapitalist sistem ve düzene kopmaz bağlarla bağlıdır. Uluslararası güçler; özellikle enerji kaynaklarının ancak aynı zamanda Müslüman toplumların ekonomik ve siyasal alanda kontrol edilmesi temelinde; bu bölgede birbirileri ile şiddetli bir bir mücadele yürütmektedirler. Dolayısı ile, bölgede oluşan siyasal ve askeri hareketleri; kapitalist sistemin hakim güçlerinden bağımsız düşünmek mümkün değildir.
İsviçre’de yapılan CERN deneyinde protonların yüksek hızla çarpıştırılması sonucunda tüm dünyayı içine çekip yutacak bir kara deliğin; yani bir tür anti-maddenin oluşma olasılığından bahsediliyordu. Ne var ki, böylesi bir durum teorik olarak mümkün olsa da, CERN deneyinde ortaya çıkan kara delikler “varlıklarını sürdürecek enerjiden yoksun” olma derecesinde küçüktürler. Bu nedenle kontrol altında tutulabiliyor ve dolayısıyla bu deneyler pratik bir tehdit oluşturmuyorlar.
Aslında, özellikle emperyalist devletlerin ve bölgede onlarla işbirliği içinde çalışan Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi devletlerin amacı, IŞİD’i ve diğer dinci terör gruplarını Şiiler ve Alevilerle çatıştırıp, Ortadoğu bölgesinde, sosyal-politik alanda kontrol edilebilir bir kara delik yaratmaktı. Bu kara delik etrafındaki her şeyi içine çekip yuttuktan sonra kontrol altına alınıp sönümlendirilecekti. Bu kara deliğin oluşturduğu boşluk üzerinden de; yeni bir Ortadoğu rahatlıkla dizayn edilecekti.
Fakat, Ortadoğu’nun koşulları CERN laboratuvarının koşullarına; Şii-Sünni çatışması da protonların çarpışmasına benzemez. IŞİD ve diğer terör grupları yardımıyla bölgede oluşturulan kara delik kontrolden çıktı. Bu kara delik, AKP iktidarının IŞİD’le niteliksel özdeşliği nedeniyle Türkiye ve Kürdistan’ı da içine alacak şekilde genişledi. Dahası, Müslüman-Hıristiyan çelişkisinden beslenerek Rusya-Kafkasya, Balkanlar ve Avrupa’ya kadar genişleme potansiyeli taşıyor.
Tehdidi, askeri önlemlerle kontrol altına alma girişimleri kısmi başarılara rağmen henüz tam bir başarı sağlayamadı. Bu alanda en büyük tehlike, bu kara deliğin yaratılmasında büyük rolü olan güçlerin; tehlikeyi tümden yok etmek yerine, kontrol altına alıp kullanma siyasetini izlemeye devam etmeleridir. Bu kara deliği kullanma siyasetini izlemekte ısrar eden güçlerin başında AKP iktidarı ve onun yönetimindeki Türk devleti gelmektedir.
Erdoğan ve AKP saltanat ve hilafet stratejisini hayata geçirmek için dinci terörü kullanıyor
AKP iktidarı açısından bölgede dinci terör örgütleri ile işbirliğinin çok daha önemli nedenleri vardır.
Erdoğan ve AKP’nin hedefinin, Türkiye merkezli ve tüm Müslüman ülkelerini sınırları içine alan bir saltanat ve hilafet düzeni kurmak olduğu gerçeği artık tüm yönleri ile deşifre olmuştur. Bu gerçekliği sadece pratik uygulamalardan okumuyoruz, iktidar cephesinin akıl hocaları artık gizleme ihtiyacı duymadan bu stratejiyi konuşmalarında açıkça dile getiriyorlar.
Bu iktidar kliğinin Osmanlı imparatorluğunun mirasını temel alarak oluşturmaya çalıştığı saltanat ve hilafet rejimi, siyasal ve dinsel erklerin mutlak bir biçimde tek elde toplanması ve bölgedeki halkların boyunduruk altına alınması demektir. Bu stratejin IŞİD’in stratejisinden nitelik olarak bir farkı yoktur. Belki de tek fark; IŞİD’in kurmak istediği imparatorluğun merkezine Arap coğrafyası ve ulusal değerlerini yerleştirmesi, AKP’nin ise Türkiye ve Türklüğü koymasıdır. Bu anlamda, iki güç arasında özellikle halifelik noktasında bir rekabetten bahsedilebilir. Davutoğlu’nun “IŞİD nankörlük etti” sözlerinin kaynağını burada aramak lazım. IŞİD’in kontrolden çıkma sınırını “hilafet” ilanı olarak görmek gerekir. Bu adım IŞİD’in, başta Türkiye ve Suudi Arabistan olmak üzere; anlaştığı diğer güçlerin planlarından farklı olarak kendi planlarını uygulamaya koyduğunun gösteresidir. Buna rağmen; bölgesel güçler ve ABD, tümden IŞİD’i karşılarına alıp onu yok etme pozisyonuna gelmek yerine, geriletip kontrol altına alma ve kullanma yaklaşımını korumuşlardır.
Erdoğan ve AKP iktidarı, sadece bölgesel hegemonya planları açısından değil, aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan’da mutlak iktidar gücüne ulaşmak için; başta Kürt ulusal hareketi ve Türkiye sosyalist hareketi olmak üzere tüm muhalefet güçlerinin şiddet yolu ile tasfiye edilmesi zorunluluğu nedeniyle bu dinci terör örgütleri ile işbirliği yapma ihtiyacı duymaktadır. Türkiye ve Kürdistan’daki ilerici muhalefet güçleri AKP iktidarı ve IŞİD’in ortak hedefleridirler. Dolayısıyla, AKP iktidarı; yasal bazı zorluklar, güç yetersizliği ve kamuoyunun baskısı nedeniyle açıkça yapmadığı eylemleri IŞİD’i kullanarak yapabilmektedir. Bu ortaklık Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamları ile net olarak ortaya çıkmıştır. IŞİD saldırı hücreleri, AKP iktidarının ve IŞİD’in ortak kullanımındadır.
İşimizi yarıda bırakmayalım
13 yıldır saltanat ve hilafet stratejisini hayata geçirmeye çalışan Erdoğan ve AKP iktidarının önündeki en büyük engel Türkiye ve Kürdistan ulusal ve toplumsal mücadele güçleridirler. AKP iktidarının bu güçlere karşı savaş yürütmesinin ve katliamlar gerçekleştirmesinin nedeni de budur. Fakat gerici-faşist bir diktatörlüğe dönüşmüş AKP iktidarının bütün bu saldırıları ilerici-devrimci muhalefet güçlerini engellemeye yetmiyor.
HDP çatışı altında demokratik bir cephe oluşturan ilerici-devrimci halk güçleri, 7 Haziran genel seçiminde barajı aşarak; Erdoğan ve AKP’nin tek başına iktidar olma ve saltanat kurma planını engelledi. Halkın iradesini tanımayan diktatör, terör ve hile ile halkın iradesini kırabilirim umuduyla savaş politikası eşliğinde yeniden seçim planını uygulamaya koydu. Dolayısıyla, bu seçim aslında, halk ile; Ortadoğu’da yükselen barbarlık dalgasının merkez odaklarından biri olan gerici-faşist Erdoğan-AKP diktatörlüğü arasındaki bir irade savaşıdır.
İşimizi yarıda bırakmayalım, 7 Haziran’da durduğumuz diktatörlüğü bu seçimde bir darbe daha vuralım. HDP’de bir yumruk gibi birleşelim, yumruğu vurup diktatörü devirelim.
Ya halkın özgür iradesi, ya diktatörlük. Ya savaş ya barış. Ya insanlık ya da barbarlık.