HDP milletvekilleri faşizmi yargılıyor
Ahmet Aydın
04. 11. 2016
3 Kasım'ı 4 Kasım'a bağlayan geceyarısında, HDP milletvekillerine karşı siyaset-yargı-polis ve basının ortak kordinasyonu içinde merkezi bir operasyon başlatıldı. Başta HDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere, HDP Ankara milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Diyarbakır milletvekilleri İdris Baluken, Ziya Pir, Nursel Aydoğan, Şırnak milletvekilleri Leyla Birlik, Ferhat Encü, Selma Irmak, Hakkari milletvekili Abdullah Zeydan ve Mardin milletvekili Gülser Yıldırım gözaltına alındılar. Bu milletvekillerinden Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, İdris Baluken, Nursel Aydoğan, Leyla Birlik, Gülser Yıldırım, Selma Irmak ve Ferhat Encü tutuklandılar.
Bugün (4 Kasım) ise Diyarbakır Adliye binası önünde bekleyen DBP Eş Genel Başkanı Sabahat Tuncel'in de aralarında olduğu 10 kişi ve Demokratik Toplum Kongresi DTK Eşbaşkanı Leyla Güven de gözaltına alındı.
Hiç kuşku yok ki; bu operasyon çok önceden Erdoğan'ın emriyle Türk develtinin güvenlik örgütleri tarafından planlanmış bir siyasi kırım operasonudur ve 2015 başından itibaren 'Çöktürme' planı temelinde uygulanmaya konulan yeni Kürt soykırımının bir parçasıdır. Şimdi bu soykırım saldırısının daha da derinleştirilmesi ve bir bütün olarak Kürt halkına ve Türkiye toplumuna diz çöktürülmesi hedeflenmektedir. Çünkü Erdoğan-AKP-Ergenekon faşizmi bilmektedir ki, halka diz çöktürülemezse halk faşizme diz çöktürecektir.
Biz burada ''gözaltı, tutuklama'' gibi hukuki kavramlarla bu operasyonları anlatmaya çalışıyorsak da, daha önce HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın ifade ettiği gibi, bu terminolojinin bugün Türkiye'de bir karşılığı yoktur. Çünkü Türkiye'de en başta anayasal bir rejim yok. Hem fiilen hem de resmen anayasa askıya alınmıştır. Her alanda Erdoğan-AKP-Ergenekon faşizminin fiili hukuku ve keyfi yönetimi sözkonusudur. Bugün Türkiye'de bir devletten çok, yeni bir devlet inşa etmeye çalışan farklı çete gruplarından ve bu çete gruplarının hiyerarşik organizasyonundan bahsetmek daha doğrudur.
Birkaç muhalif yayın organı dışında, neredeyse tüm Türk basını bu operasyonu, tek tip bir manşetle ''HDP'ye terör operasyonu' manşetiyle duyurdu. Bu durum, basının neredeyse tümden faşizm tarfından kontrol altına alındığını ve psikolojik savaşın bir aracına dönüştürüldüğünü somut olarak kanıtlamaktadır.
Yasal demokratik zeminde, Kürt sorununun görüşmeler yoluyla, barışçıl yöntemle çözülmesi ve Türkiye'nin demokratikleştirilmesi amacıyla yıllardır büyük fedakarlıkla mücadele eden insanların tutuklanması için, elbette öncelikle onların kamuoyuna suçlu olarak lanse edilmeleri gerekiyordu. HDP karşı yapılan operasyon bu nedenle bir 'terör' operasyonu olarak lanse edilmektedir. Tıpkı Cumhuriyet gazetesine karşı yapılan operasyonun ''FETÖ/PDY ile PKK/KCK terör örgütleri adına suç işlemek'' gerekçesine dayandırılmasında görüldüğü gibi.
'Terör' gerekçesi tüm diktatörlüklerin geniş muhalefet kesimlerini bastırmak için kullandıkları 'ideal ve kulanışlı' bir suçlama aracına dönüşmüştür. Sınırları bilerek muğlaklaştırılan bu suç kavramı, dikkat edilirse özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye'deki faşist rejimin elinde, halk muhalefetine karşı kullanılan bir saldırı silahı haline gelmiştir. Faşizm 'terör' nedeniyle ''milli güvenligin'' tehdit altında olduğunu ileri sürerek, bizzat halka yönelen baskı uygulamalarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Çünkü toplum yıllardır ''milli güvenlik sözkonusu ise insan hakları, hak, hukuk teferruattır'' propagandasıyla şartlandrılmıştır.
Hiç de şaşırtıcı değildir; Erdoğan-AKP-Ergenekon faşizminin Nazi faşizmiyle 'tek adam, tek devlet, tek millet' sloganıyla ifade edilen zihniyet ortaklığından sonra, muhalefeti ezme taktikleri konusunda da şaşırtıcı bir ortaklığa sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Tek farkla, Hitler faşizminin en önemli hedefi komünistlerdi ve onları "cani", "kundakçı" gibi göstererek baskı altına alarak yok etmek istiyordu.
27 Şubat 1933 tarihinde Alman Parlamentosu (Reichstag) kundaklandı. Cumhurbaşkanı von Hindenburg bu yangını gerekçe göstererek, “Reichstag Yangını Kararnamesi”ni yayınladı. Bu kararnameyle temel hak ve özgürlükler büyük ölçüde askıya alındı. Yangını bahane edip “komünist tehdide karşı” en sert önlemlerin alınması gerektiği yönünde propaganda yapan Nazi Partisi, “Reichstag Yangını Kararnamesi”nin yayınlanmasından sonra 5 Mart’ta yapılan seçimlerde % 44 oy aldı. Naziler diğer bir küçük faşist partinin, (Alman Nasyonal Halk Partisi’nin) desteğiyle Reichstag’ta çoğunluğu elde ettiler. Alman Komünist Partisi, “Reichstag Yangını Kararnamesi’ne dayanarak baskı altına alındı. Sosyal Demokrat Partisi üyeleri, Nazi SS birliklerince tehdit edildi, bir kısmı gözaltına alındı. Böylece Hitler, 23 Mart 1933’te “1933 Yetki Yasası”nı Reichstag’tan kolayca geçirerek Almanya’nın 'Führer'i yani mutlak efendisi oldu.
Ne tesadüftür ki, HDP operasyonu MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Erdoğan'la Saray'da yaptığı görüşmeden hemen sonra başlatılmıştır. Yine CHP milletvekili Eren Erdem Ülkücü faşistler tarafından tehdit edildikten sonra saldırıya uğramış, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Aydın Milletvekili Bülent Tezcan silahlı salıdırıya uğramıştır. Devlet Bahçeli Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonu da savunarak Cumhuriyet gazetesine saldırmıştır. Erdoğan'ın saltanat rejiminin Yeniçeri ordusu misyonunu üstlenen Ergenekoncuları da dikkate alırsak, Türkiye'de de Almanya'dakine benzer tipik bir faşist blokun oluştuğunu görebiliyoruz.
Faşizm karşısında devrimcilerin direnenme geleneği
Gözaltınan alınan HDP milletvekilleri yaptıkları ortak savunmalarında Führer (Reis) Erdoğan'ın başında olduğu faşist diktatörlüğün, özellikle 7 Haziran 2015 genel seçiminden günümüze kadar işlediği suçları teşhir ederek, kendilerini yargılamaya yönelik başlatılan esir alma sürecini, faşizmin yargılanması sürecine dönüştürüyorlar. Bu anlamda HDP milletvekillerinin ortak savunması tarihi bir belgedir. HDP milletvekillerinin duruşu da, dünya halklarının 20. yy'ın başından itibaren geliştirdikleri faşizme karşı direnme geleneğinin günümüzdeki duruşunu temsil etmektedir.
27 Şubat 1933 tarihinde Reichstag yangınını gerekçe gösteren Nazi faşizmi, eski bir milletvekili olan Bulgaristan Komünist partisi yöneticisi Georgi Dimitrov'u 'kundakçı' suçlamasıyla tutuklamıştı. Dimitrov, Nazilerin Reicshtag yangını kullanarak sadece Alman komünistlerini değil, genel olarak komünisteri bugünkü egemenlerin çokça kullandığı 'terörist' suçlamasının karşılığı olarak 'cani ve kundakçı' olarak göstermek istediklerini biliyordu. Bu nedenle o, tarihe Leipzig duruşmaları olarak geçen mahkemelerde cepheden faşizmi teşhir etme yolunu benimsedi. Savunmasında şöyle diyordu Dimitrov:
''Alman hükümetinin 28 Şubat tarihli olağanüstü kanun hükmündeki kararnamesi, aynı zamanda bir delil niteliğindedir. Bu kararname hemen yangından sonra yayınlanmıştır. Anayasanın örgütlenme hürriyeti, basın hürriyeti, kişi dokunulmazlığı, konut dokunulmazlığı vb. ile ilgili maddelerdir. Yalnız komünistlere değil, aynı zamanda diğer muhalefet parti ve gruplarına karşı da yöneltildiğini belirtmek zorundayım. Bu kanun olağanüstü bir rejimi yerleştirmek için Reichstag yangınını bahane etmiştir...''
Dimitrov kendisini ve tüm komünistleri mahkum etmek amacıyla açılan mahkemeyi, kararlı ve bilinçli duruşuyla faşizmin yargılandığı bir alana dönüştürmüştür. Teşhir olan faşizim sonuçta Dimitrov"u serbest bırakmak zorunda kalmıştır.
Faşizme karşı bu tarz direnme geleneğinin günümüzdeki temsilcileri HDP milletvekilleri olmuşlardır. Onlar 7 Haziran seçim sürecinde olduğu gibi, karakol ve mahkemelerde de kararlı devrimci-demokratik duruşlarını sürdürerek, yargılama sürecini faşizmin yargılanması sürecine dönüştürmeye başlamışlardır.
HDP milletvekilleri; ortak savunmalarında; özellikle 7 Haziran genel seçimi sürecinden bu yana gelişen faşist saldırıları teşhir ederek, asıl yargılamayı başlatmışlardır. Milletvekillerinin ortak savunmasında şunlar söyleniyor:
''Başarısız darbe girişiminden sonra demokratik ilkeler ışığında bir uzlaşma ile büyük bir toplumsal barışı sağlamak mümkünken, Erdoğan ve AKP Hükümeti olağanüstü hal rejimine geçme kararı almış ve tüm ülke Bakanlar Kurulu’nun çıkardığı KHK’larla yönetilmeye başlanmıştır. Bir darbe girişiminden demokrasi devşirilmesi gerekirken, yeni bir darbe sürecine geçiş yapılmıştır. Seçilmiş belediyelere kayyum atanması, binlerce öğretmenin açığa alınması, KHK’larla yeni bir darbe rejimi örüldüğünün en somut göstergeleridir. 7 Haziran seçimlerinden önce devreye konulan savaş politikalarıyla darbe zemini yaratan Erdoğan ve AKP, 15 Temmuz darbe girişimine varan sürecin zeminini oluşturmuştur. 15 Temmuz sonrasında uygulanan politikalar ve devreye konulduğu anlaşılan anti-demokratik konsept ise iç savaş zeminini gittikçe güçlendirmektedir.''
Faşizm tüm katliam, tutuklama, işkence, kapatma, sürgünlere rağmen Kürt halkına ve Türkiyeli ilerici-devrimci muhalefete diz çöktürememenin verdiği korku, hınç ve kudurganlıkla yeniden yeniden saldırıyor. Her hamlesi boşa çıktıkça saldırganlığının ve zulmün dozajını arttırıyor, hedefini de genişletiyor.
Faşizm toptan çöküşü engellemeye yönelik bir uygulamdır
Gelişmeler Türkiye'deki rejimin toptan bir çöküş sürecine girdiğini gösteriyor. Bu saldırganlığın esas amacı da yaşanan bu çöküşü durdurmaktır.
Plansız gelişen ve üretime dayanmayan rantıçı ekonomi her alanda ciddi bir daralma sürecine girmiştir. Türkiye sadece Kürdistan'da değil bölgesel çapta da bir savaşın içindedir. Bu durum hem Türkiye'nin ekonomik kaynaklarını tüketiyor hem de onu dünyadan tecrit ediyor. Bu koşullar içinde, özellikle turizm, tarım, finans ve gayrimenkul alanları ciddi bir kriz sürecine girmişlerdir. Bel bağlanan sıcak para girişinde de ciddi sıkıntıların yaşanacağı açıktır. İŞİD'in işgal ettiği bölgelerden gelen kaçak petrol ve bundan gelen gelir de tümden kesilmek üzeredir. Musul konusunda gelişen işgal tartışmaların esas nedeni de kesilecek olan bu gelirlerdir. Bütün bu kötüye gidişin sonucu olarak, Erdoğan'ın çevresinde oluşan rant ortaklıkları dağılmaktadır. Ve uluslar arası dercelendirme kuruluşları Türkiye'nin notunu düşürmektedirler.
İstatistiker Türkiye'de 30 milyon insanın devlet yardımıyla geçinebildiğini gösteriyor. Bu toplumdaki büyük yoksullaşmanın göstergesidir. AKP devleti bu yoksul kitleleri yardımla beslerken bir yandan da onları ekonomik çıkar ve özel bağımlılık ilişkileriyle kendisine bağlamaktadır. Bu yoksullaşmanın karşısında, sermayederler giderek zenginleşmekte ve hergün yeni bir sermaye grubu türemektedir. Durum şudur: Toplumun büyük bir kesimi giderek yoksullaşırken ve emekçi sınıflar sendikasızlaştırma ve işsizlik baskısyla kölece çalışmaya zorlanırken, küçük bir azınlık giderek anormal bir biçimde sermaye birikimi sağlayarak zenginleştirmektedir. Sosyal gruplar arasında büyüyen bu adaletsizlik ve uçurum üzerinden, normal koşullarda güvenlikli ve istikrarlı bir düzen kurmanın imkanı yoktur. Türkiye'de faşist bir rejimin oluşumunu zorlayan en önmeli objektif dinamiklerden birisi budur. Çünkü, tabanda biriken gerilim düzen için büyük bir tehdit kaynağıdır ve bu gerilim ancak baskı ile dengelenebilir.
Türkiye'deki rejim demokratik temeller üzerinden gelişmediği için, bu rejimin Kürt halkının ulusal-demokratik taleplerini karşılaması ve bölgesel bir sorun olan Kürt sorununu çözme kabiliyeti yoktur. Öte yandan bölgesel gelişmelerin de etkisiyle Kürt halkının kendi kaderini tayin etme konusundaki istem ve iradesi gün geçtikçe güçlenmekte ve bu hareket büyük bir maddi güce dönüşmektedir. Bu durum kendi varlığını Kürt halkının yokluğu üzerine kurmuş olan Türk devleti açısından ölümcül bir tehdittir. Türkiye'de faşist rejimin ortaya çıkamasına yol açan en önemli faktörlerden birisi de, Kürt halkının varlığını ve iradesini düşman görüp yok etmeye çalışan bu sömürgeci zihniyet ve politikadır.
Alevi, kadın ve gençlik sorunları da AKP iktidarının siyasal İslamcı karakteri gereği toplum tabanında gün geçtikçe büyüyen bir gerilim oluşturmaktadır. Siyasal İslamcı iktidar bu sosyal grupların yaşam alanlarını giderek daraltmakta ve baskı yoluyla bu kesimleri kendi İslam yorumuna göre şekillenidirmeye çalışmaktadır. Elbette bunun karşısında önemli bir dirençle karşılaşmaktadır.
Uluslararası ilişkilerde ise Türk devletinin yayılmacı ve militarist politikaları neredeyse topyekün bir çöküş durumu yaşamaktadır. Irak ve Suriye'de izlenen yayılmacı-militarist politika çökmüştür. Erdoğan'ın boş kabadaylıklarını takan olmamıştır. Türk devletinin bölgede kendi politikalarını uygulamak için besleyip ileri sürdüğü dinci terör örgütleri bir bir ezilmektedir. Sınır dışına yerleşmiş olan Türk askerleri de gerisin geriye kovalanacaklardır. Dışarda yaşadığı bu hezimet durumu içteki saldırganlığın bir başka kaynağıdır. Ancak nafile, tıpkı Nazi faşizmi gibi aynı yoldan giden Türk faşizmi de ezilecektir.