Bugünkü rejimin işçi sınıfına karşı siyaseti faşist korporatist siyasettir
Ahmet Aydın
14 Ağustos 2023
Antep’teki Şireci Tekestil işçileri, sadece açlık sınırının üstünde bir ücret artışı için direniyorlar. İşçilerin talepleri tamamen ekonomik. İşçiler; 15.500₺ net ücret, bayram ikramiyesi, erzak yardımı, 1500₺ pazar mesaisi zammı istiyorlar.[1]
AKP’li Antep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, işçileri ikna etmek için fabrikada bir konuşma yapmış.[2] Fatma Şahin konuşmasında patron ile işçilerin ilişkisini ''baba-oğul'' ilişkisine benzetiyor. Ona göre sorunların kaynağı işçilerin düşük ücret alması değil, ''enflasyon''dur. Dolayısıyla ‘’enflasyon’’ patronların ve işçilerin ‘’ortak’’ bir düşmanıdır. Yani F. Şahin diyor ki, işçilerle patronlar bir ailedir. Ailenin içinde kim çok, kim az kazandı tartışması olmaz. Patron ailenin babasıdır; elbette ailenin bütçesi ondan sorulur. Oğullar babalarının verdiği harçlıkla yetinmek zorundadırlar. Çünkü esas olan ailenin kasasıdır, ailenin bütçesidir. Yatırım yaparak işçilere iş olanağı sağlayan, dolayısıyla işçilere ekmek kapısını açan patronlardır. İşçiler, ailenin içine fitne sokmak isteyen güçlerin oyunlarına gelip babalarına karşı nankörlük yapmamalı, ailenin geleceğini düşünerek babalarının sözlerini dinlemeli ve usluca çalışmaya devam etmelidirler.
Fatma Şahin patronların ne kadar babacan ve iyiliksever olduklarını kanıtlamak için Şireci Tekstil patronunun yaptırdığı Cami ve uyuşturucuya karşı mücadelesinden, iyiliklerinden bahsediyor. Yani demek istiyor ki, tamam siz düşük ücret alıyorsunuz; tamam patronlar çok kazanıyor, ama bakınız patronlar kazandıkları paralarla topluma ne büyük hizmetlerde bulunuyorlar.
Burjuva siyasetçileri işçilere, patronların ne kadar iyiliksever ve ülkeye faydalı olduklarını anlatıyorlar. İşçileri buna inandırmak istiyorlar. İyi ama ‘’iyilikten’’ bahsedilecekse en büyük ‘’iyilik’’ işçilere insan gibi geçinecekleri bir ücret vermek değil midir? Üstelik buna iyilik de denilmez; yeterli ücret işçinin hakkı, emeğinin karşılığıdır. İşçiye hakkını vermeyen, işçisine insan gibi yaşayacağı bir ortam sunmayan patronların iyiliğinden bahsetmek sahtekarlık ve manipülatörlük değil midir? Kendileri refah içinde yaşarlarken, çocuklarına sefalet içinde yaşamayı dayatanlara ‘’iyiliksever baba’’ rolü verilir mi? Kimse patronlardan iyilik beklemiyor. Siz işçilere emeklerin karşılığı olan ücreti verin, bakın görün işçiler bu topluma nasıl iyilikler yapıyorlar.
Fatma Şahin manipülasyona devam ediyor ve Erdoğan'ı ''enflayon canavarına'' karşı savaşan ''milletin babası'' rolünde bir kurtarıcı pozisyonuna oturtuyor. Sanki Erdoğan bu ülkeyi yönetmiyormuş, sanki enflasyon esas olarak Erdoğan iktidarının uyguladığı politikalarının sonucu değilmiş, sanki halk yüksek fiyat artışları nedeniyle sefalet içinde yaşarken, Erdoğan işçilerden ve diğer halk kesimlerinden alınan vergiler çalınan zenginlik sayesinde sarayında lüks içinde yaşamıyor muş ve sanki enflasyon emek-sermaye çelişkisine dayanan bu kapitalist sistemin bir ürünü değilmiş, sanki enflasyon dışardan hatta uzaydan gelmiş bir canavar gibi bir tablo çiziyor F. Şahin. O böylece sistemin gerçekliğinin ve çelişkilerin üstünü örtüyor ve işçi sınıfının tepkisini, sosyal ve siyasal temelden kopuk bir hedefe yani enflasyona yöneltiyor. Böylece krizin esas sorumluları olan iktidar ve sermayeyi sorumluluktan ve hedef olmaktan kurtarmaya çalışıyor.
Halbuki, burjuva ekonomistleri bile nihayetinde enflasyonun temel kaynaklarından birisinin, tekellerin piyasada oluşturdukları hegemonya sayesinde kar oranlarını ekstrem düzeyde arttırmaları olduğu gerçeğini kabul etmek zorunda kaldılar.
Faşist korporatizm ideolojisi ve siyaseti
Fatma Şahin’in bu yaklaşımı, anlayışı bireysel değildir, bu rejimin esas aldığı faşist korporatizm ideolojisi ve siyasetini yansıtıyor. Bu konuşmanın önemi, rejimin ideolojik-siyasal karakterini çarpıcı olarak ortaya koymasındadır.
Faşist korporatizm ideolojisi, toplumsal yapıdaki sınıflar arasındaki çelişkileri ve sınıf mücadelelerini yadsır. Ulusu, insan vücudu gibi organik bütün olarak görür. Bu ideolojiye göre ulusu oluşturan sınıflar arasında bir çıkar uyumu ve birliği vardır. Ulus sermayenin hakimiyetinde ortak çıkarlar doğrultusunda, ulus devletin oluşturduğu hiyerarşik bir bütünlük içinde birlikte hareket etmelidir. İşçi sınıfı ‘’sadece kendi çıkarlarını’’ düşünüp ücret artışı ve diğer sosyal hakları için bağımsız bir sınıf mücadelesi yürütmemeli, aksine çıkarlarını ulusun dolayısıyla patronların çıkarlarına tabi kılarak, patronlarla ortak hareket etmelidir. Ulus devlet ve ulusun babası olan şef, tüm ulusun çıkarlarını gözeterek işçilerin hak ettikleri ücret ve hakları vereceklerdir. Bunun için işçi sınıfının ayrıca ve bağımsız bir hareket yürütmesi anlamsızdır. Şef ve devlet ulusun babası ve koruyucusudur. Bu otoriteye biat etmek ve kaderini bu kurtarıcıların eline bırakmak gereklidir. Aksine bir tavır geliştirmek, ‘’ulusun çıkarlarına ve varlığına karşı gelmek’’ yani ulusa ‘’düşmanlık’’ etmek demektir.
Faşist korporatizm ideolojisine göre sınıf mücadelesi fikri ve pratiği, toplumun ve ulusun birlik ve uyumunu bozmak isteyen Marksist hareketin dışardan ulusun içine soktuğu bir ‘’fitne’’dir. Bu nedenle faşist hareket bağımsız işçi sınıfı hareketine ve sosyalist harekete düşmandır. Faşizmin esas önceliği; işçi sınıf hareketini ve sosyalist hareketi ezerek sermayenin kar oranının arttırılması ve büyümesinin önündeki esas engeli kaldırmaktır. Çünkü faşist hareket, kapitalist üretim ilişkilerini ve sermayeye dayalı bir büyüme ve sermaye sınıfı temeline dayalı bir hegemonya sistemini esas alır. Bütün diğer burjuva akımlarının benimsediği gibi, faşizme göre de, ulusun güçlenmesi ve büyümesi esasında sermayenin büyümesi ve güçlenmesi demektir.
Faşizm aynı zamanda emperyalist bir ideoloji ve siyaset olduğu için, diğer emperyalist ülkelerle rekabet ve pazar savaşına girer. Bu zorunluluk kar oranın azami düzeyde yükseltilmesini, sermayenin daha yüksek düzeyde daha az elde merkezileşmesi ve yoğunlaşmasını, başka bir ifadeyle çok büyük tekellerin oluşmasını dayatır. Böylece azami kar oranını yakalamak ve küçük firmaların yapamayacağı düzeydeki büyük silahlanma projelerini, diğer teknolojik atılımları ve savaş gibi büyük harekatları tek bir elden ve hızla gerçekleştirme olanağını oluşturmaya çalışır. Faşizmin esas ve nihai anlamda tekelci sermayenin en gerici ve şoven kesimlerinin diktatörlüğü olmasının maddi temeli işte bu sosyal olgudur. Tekellerin piyasada oluşturduğu hegemonik koşullar dışında, sermayenin azmi kar oranına ulaşmasının temel koşulu, işçi sınıfının ve diğer emekçilerin bölüşümden aldığı payın minimum düzeye çekilmesidir. Bu nedenle faşist hareket bağımsız sendikaları dağıtır ve grevi yasaklar, işçileri baskı ve zorla korporasyon ideolojisini benimseyen faşist sendikalarda toplamaya çalışır. Sosyalist partileri kapatır. Dolayısıyla işçilerin toplu pazarlık güçlerini kırar. İşçilerin ücretleri ve hakları sermayenin çıkarlarını esas alan faşist devletin insafına terk edilir.[3]
Çelişki ve çatışmanın kaynağı
Kapitalist toplumun gözümüze soktuğu bir gerçeklik vardır; patronlar bitmek tükenmez bir hırsla karlarını artırmak ve sermaye birikimini büyütmek isterler. Sermaye sınıfının fikriyatını ve eylemini koşullandıran temel, özel mülkiyete dayanan bu sınıf çıkarıdır. İşçi sınıfı ve diğer emekçiler ise, yoksulluktan kurtulmak, ailelerini doğru dürüst geçindirmek ve daha müreffeh bir yaşam için daha fazla ücret ve daha geniş sosyal-demokratik haklar kazanmaya çalışırlar. Hiçbir patron benim karım azalsın, benim büyümem yavaşlasın ama işçi ve emekçiler daha fazla kazansın, daha raht yaşasın demez. Bu kapitalist toplumun işleyiş yasasına aykırıdır. Böyle düşünen bir patron olsa bile, onun bu sistemde yaşama olanağı yoktur. İşçi sınıfı ücretlerinin arttırılmasını, haklarının genişletilmesini, bölüşümdeki payının arttırılmasını istiyorsa, bunu kendi gücüyle ve mücadelesiyle sağlamak zorundadır. İşçi sınıfı dışında hiç bir güç, onu ondan çok fazla düşünerek onun haklarını savunmaz ve genişletemez. İşte bu objektif durum, işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki çıkar çatışmasının, sınıf mücadelesinin temelini oluşturur.
İşçi sınıfının daha yüksek ücret, daha geniş haklar ve daha müreffeh yaşam mücadelesi, toplumun, ulusun çıkarlarına, varlığına ve geleceğine karşı bir mücadele değildir. Ulusa düşmanlık asla değildir. Bu mücadele sosyal adaletsizliğe, yoksulluğa ve eşitsizliğe karşı bir mücadeledir. İşçi sınıfının diğer emekçilerin daha müreffeh yaşam koşullarına sahip olması neden ulusun iç barışına ve varlığına karşı bir tehdit oluştursun ki? Tam tersine, gelir dağılımında adalet ve dolayısıyla geniş halk kesimlerinin daha iyi yaşam koşulları içinde yaşaması, ulusun içindeki gerilimi düşürür, ulusun daha yaratıcı ve sağlıklı kuşakların oluşmasını sağlayarak ulusun daha nitelikli gelişmesinin önünü açar. Toplumun ve ulusun iç dengesini ve barışını bozan esas olgu, özel mülkiyet sistemi ve bölüşüm ve dağılım ilişkilerindeki büyük adaletsizliktir.
İstanbul Sanayi Odası (İSO)’nın 2021 verilerine göre Türkiye'de ‘’En büyük 500 şirketin kârı yüzde 137, işçi ücreti ise yüzde 26 arttı.’’[4] TÜİK verilerine göre ‘’Ücretliler 2019 yılında milli gelirin yüzde 31,4’ünü alırken bu oran 2021’de yüzde 27’ye düştü. Şirketlerin milli gelirden aldığı pay ise son iki senede yüzde 42,9’dan 47’ye yükseldi.’’ [5] İşçi sınıfı ile sermaye arasındaki bölüşüm dengesinin emek aleyhine olmak üzere, hızla ve ciddi bir düzeyde bozulduğu açıktır. Bu sosyal adaletsizliği doğal bir sonucu olarak, toplumun büyük bir kesimi uzun ve ağır çalışma koşulları içinde çalıştığı halde, yoksulluk içinde yaşamaktadır. Yeterli beslenme, barınma, sağlık ve kültürel etkinlik olanaklarına sahip olmayan kitlelerin gelişmesi de sağlıklı olmamaktadır. Bu durum hem sosyal bir gerilim ve çatışmaya kaynaklık etmekte hem de toplumun insan kaynağının bozulmasına ve zayıflamasına yol açmaktadır. Şimdi sormak lazım; gerçekte kimlerdir toplumun, ulusun huzurunu, güvenliğini ve geleceğini tehdit eden güçler?
Şireci Tekstil işçilerinin temsilcileri şunları söylüyorlar: "Patronlar sürekli bize aynı gemide olduğumuzu söylüyorlar. Hastamız ya da cenazemiz dahi olduğunda izin aldığımızda hesabını soruyorlar. Biz nasıl aynı gemide olabiliriz? Bizler işçiyiz, haklarımız için buradayız. Kimsenin provokasyonuyla bir araya gelmedik, hakkımızı alana kadar da vazgeçmeyeceğiz"[6] İşçi sınıfı işte bu bilince ulaştığında bu ülkede gerçek bir toplumsal ilerleme ve değişimin ilk önemli adımı atılmış olur.
Dipnotlar
------------------------------
[1] https://www.gercekgundem.com/guncel/sireci-tekstil-iscileri-sokaga-cikti-hakkimizi-alana-kadar-vazgecmeyecegiz-432905
[2] https://twitter.com/iscihareketiorg/status/1691023141420630017
[3] Erdoğan, yeni inşa edilen rejimin sınıf siyasetini ve faşist karakterini çok defa yaptığı konuşmalarıyla bizzat kendisi ifşa etmiştir. Şunları söylüyor Erdoğan: “Soruyorum, iş dünyasında herhangi bir sıkıntınız, bir aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde, 15 sene önce Türkiye'de olağanüstü hal vardı ama bütün fabrikalar hep grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri ama şimdi böyle bir şey var mı? Tam aksine, şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL'den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki 'Hayır, burada greve müsaade etmiyoruz çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız.' Bunun için kullanıyoruz biz OHAL'i.” (https://bianet.org/bianet/siyaset/188225-erdogan-grevlere-ohal-den-istifadeyle-aninda-mudahale-ediyoruz)
[4] https://tr.euronews.com/2022/06/20/en-buyuk-500-sirketin-kari-yuzde-137-isci-ucreti-ise-yuzde-26-artti
[5] https://tr.euronews.com/2022/06/20/en-buyuk-500-sirketin-kari-yuzde-137-isci-ucreti-ise-yuzde-26-artti
[6] https://www.gercekgundem.com/guncel/sireci-tekstil-iscileri-sokaga-cikti-hakkimizi-alana-kadar-vazgecmeyecegiz-432905