Dersim 1938 Soykırımı‘nı anmak veya tarihi geleceğin ışığına dönüştürmek
Ahmet Aydın
4 Mayıs 2016
79 yıl önce, 1937-38 yılları arasında Dersim halkı büyük bir soykırıma uğradı. Dersimliler bu büyük felaketi Kırmanc dilinde (Zazaca) „Tertele“ yani „büyük altüst oluş“ olarak nitelendiriyorlar.
4 Mayıs 1937 tarihli, „1937 Yılında Yapılan Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı“ Dersim’e karşı uzun zamandır planlanan soykırım saldırısının askeri ‘taaruz’ aşamasının başladığını gösteren bir fermandır. Bu nedenle bu fermanın çıktığı tarih Dersimliler tarafından soykırım sürecinin tarihi dönemeçlerinden biri olarak görülmektedir.
Tarihin bazı anlarında yaşanan altüst oluşlar, tarihin akış yönünü, ya da en azından dünyanın herhangi bir parçasında yaşayan bir insan grubunun kaderinin yönünü değiştirebilir. Böylesi anlar, tarihin kronolojik dizini üzerinde yer alan sıradan birer nokta olmaktan öte anlamlar taşırlar. Ve böylesi anların sadece politik-ideolojik söylem içinde tekrar eden hatırlatma vurguları olarak ele alınmaları çok sığ bir yaklaşım olur. Soykırım gibi bir saldırıdan bahsedildiğinde, sorunun derinliği ve boyutları elbette daha da artar. Çünkü soykırım sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da bir topluluğu derinden sarsan, yaşamını altüst eden bir olaydır.
Tarihin böylesi anlarında yaşanan trajedileri kuru tarih yazımı ve ideolojik söylemlerle tam olarak anlatmak mümkün değildir. Hangi tarih yazımı, Dersim’de gözlerinin önünde çocuğu asılan veya çocuğuyla birlikte yakılan insanların yaşadığı acıyı ve attıkları çığlıkları kaydedebilir ki? Ya da, Türk subaylarına savaş ganimeti olarak sunulmuş Dersim’in „kayıp kızları“nın yaşadığı trajediyi, sadece tarih ve ideoloji ne kadar yansıtabilir ki?
Böylesi felaketler, insan hafızasının öncelikler sıralamasının arka sıralarına itilseler de, kollektif hafızadan hiç silinmezler. Hafızadan silindiği sanılsa da, aslında yaşamda yarattığı etkilerle; insanlar farkına varmasa bile, yaşamaya devam ederler.
Doğrudur, bugünkü yaşam geçmiş yaşamla ya da tarihle özdeşleştirilmez, ancak ondan kopuk da ele alınamaz. Tarihsel yaşanmışlıkların ve tarih bilincinin toplumsal yaşam ve gelecek üzerinde büyük bir etkisi vardır. Büyük felaketler yaşamış topluluklar için bu tespit fazlasıyla geçerlidir. Dolayısıyla bir halkın tarihi iyi bilinmezse, o halkının bugünü ve geleceği de tam olarak anlaşılamaz.
Soykırımın Dersim halkının manevi dünyasında yarattığı etkiyi, bugünkü sosyal yaşam içinde gözlemlenebilecek diğer bazı bulgularla birlikte; Dersim kültürün ürünleri üzerinden de somut olarak tespit etmek mümkündür. Örneğin, Dersim halk müziği içinde oyun havası tarzında eserlerin sayısı bir elin parmaklarının sayısını geçmez. Bu tür parçalar da daha çok yakın zaman ürünleridirler. Dersim halk müziğinde aşk temalı parçalar bir yer tutar ancak denilebilir ki, Dersim halk müziği aslında Zazaca Şuarê denilen ağıtlardan oluşur.
Soykırım saldırısını yaşamış Dersimli yaşlılar uzun bir zaman yaşadıklarını yeni kuşaklara anlatmak istemediler. Özellikle, genç nesillerin devletle yeni bir çatışmaya girip kendileri gibi kırılmalarını istemiyorlardı. Onlar, Dersimin bir kez daha ayni felaketi yaşamaması için, susmayı ve ateşi yüreklerinde küllendirip, acılarını kendileri ile birlikte mezara götürmeyi tercih etmişlerdi. Fakat sonradan görüldü ki, bu suskunluğa yaşam boyu dayanılmaz ve bu acılar paylaşılmadan yaşanılmaz.
Yaşlılarımız yaşadıkları vahşeti anlatmak istediklerinde, bunu anlatacak kelimeler bulmakta zorlanıyorlardı. Saldırının canlı tanığı olan yaşlı Dersimlilerin hemen hemen tümü anlatımlarına şu cümle ile başlarlardı: ‘’„Aa kê ma diye keşi nediye.“ ( „Bizim yaşadığımızı kimse yaşamadı.“) Aslında bu kısacık cümle yaşanan o görülmemiş vahşetin boyutunu anlatmaya yeter.
Uzun bir dönem yaşadığı felaketi dışa dünyayla paylaşmadan, kendi içine kapanarak aşmaya çalışan Dersim halkının yaşadığı bu farklı türden trajediyi bugün bile anlayamayan bazı kesimlerin olduğunu söylersek, özellikle soykırıma uğramış halkların tarihine ve bugününe yaklaşımın ne derece dikkat ve sorumluluk gerektirdiğini de anlatmış oluruz.
1937-38 Dersim Soykırımını anlamak Dersim’i anlamaktır
Osmanlı devletinin Dersim bölgesine müdahalesi, 1473 yılında Osmanlılarla Akkoyunlular arasında Tercan yakınlarında yapılan Otlukbeli savaşıyla başlamıştır. Bu tarihten 1938 yılına kadar neredeyse 500 yıl, Dersim, zaman zaman ağırlaşan ya da hafifleyen Osmanlı-Türk kuşatması ve saldırısı altında yaşamıştır. Dersim bu kuşatma ve saldırılara karşı 1938 yılına kadar direnmiş ve çekirdek Dersim içinde yabancı güçlerin tutunmasına izin vermeyerek kendi özerk yaşamını korumuştur.
Dersim, 1938 Soykırımı saldırısı sonucunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından işgal edilmesiyle birlikte, önceki özerk-otantik yaşam koşullarından köklü olarak farklı bir siyasal-sosyal-kültürel düzen içinde yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bu, Dersim toplumunun kendi iç dinamikleri ve kültürel değerleri üzerinde yaşadığı binlerce yıllık gelişme sürecinde ciddi bir kesinti yaratmıştır. Deyim yerindeyse; Dersim kendi köklerinden kopartılıp, zorla yabancı bir kültür ve etnik gruba eklemlenmek istenmiştir.
Kimse Dersim’in 1938 yılında kadar ileri bir ekonomik-sosyal ve siyasal yapı içinde yaşadığını iddia etmiyor. Kaldı ki, o zaman Türk toplumu da genel anlamda Dersim’den daha ileri değildi. Hatta sosyal-kültürel yapı itibariyle Dersim, İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirler dışında kalan Türk bölgelerinden daha ileri olarak görülebilirdi. 1938 yılına gelindiğinde, Dersim’in ekonomik kalkınmaya ve eğitim kurumlarına, sağlık sistemine, adalet kurumlarına kısacası daha gelişmiş bir siyasal-idari düzenine ihtiyacı vardı. Ancak, gayet doğal olarak Dersim bu imkanlara, kendi ulusal-toplumsal iradesini, kültürünü, kimliğini ve dilini koruyacak demokratik bir düzen içinde ulaşmak istiyordu. Fakat, Türk devleti Dersim halkının iradesini, kültürünü, kimliğini ve dilini hiçe saydığı gibi, Dersimin ekonomik kalkınmasını da sağlamamış, Dersim’i ekonomik alanda kaderiyle baş başa bırakmıştır.
Bırakalım kalkınma ve refahı, Türk devleti soykırım saldırısıyla Dersim toplumunda yaratılan tahribatları giderme ve yaraları sarma yerine, bugüne kadar Dersime karşı göz açtırmama ve ezme politikası izlemiştir. Dersim, 1937-38 sürecinde nüfusunun önemli bir kısmını, çok kısa bir sürede ve hem de vahşi bir saldırı sonucu kaybetmiştir. Başlangıçta bu şok saldırının sadece silah kullanan veya devlete kafa tutanlara yönelik olduğu sanılsa da, 38 Haziran‘ında başlayan topyekun saldırıyla birlikte, esas hedefin Dersim’in kollektif kimliği, benliği ve değerleri olduğu fark edilmiştir. Elbette bu etnik grup olarak ötekileştirilme ve yenilme-ezilme durumu, hem ciddi bir psikolojik travmaya yol açmış hem de, içe kapanmaya ve toplumsal-siyasal izolasyona neden olmuştur. Bu durum anacak 70’li yıllardan itibaren gelişen şehirleşme, dış göç ve sosyal-siyasal hareketler içinde yer alınarak kısmen aşılmıştır. Kısmen diyoruz, çünkü Türk toplumun ve iktidarın Dersim’e yaklaşımında 38 sonrasından yakın zamana kadar ciddi bir değişiklik olmamıştır. 1980 12 Eylül Darbesi ve sonra gelişen savaş durumu ise toplumsal normalleşmeyi engellemiş, hatta daha da geriletmiştir.
Seyit Rıza’nın darağacına giderken söylediği gibi, Dersim konusunda devletin hile ve yalanları çok ustacadır ve gerçekten bu hilelerle baş etmek kolay değildir. Devlet işlediği büyük suçlara rağmen 37-38 olaylarının sorumluluğunu Dersim insanına yüklemiş, Dersim’i durduk yerde devlete isyan eden ‘eşkiyalar“ olarak göstermeye devam etmiştir. Üstelik, bu görüş Türk toplumu tarafından büyük ölçüde kabul görmüştür. Bu dış basınç ve tarih manipülasyonu kısmen Dersimlileri de etkisi altına almış ve Dersimlilerde bir „suçluluk psikolojisi“ oluşturmuştur. Öyle ki, uzun bir süre Dersimlilerin bir bölümü ‘Dersimliler direnmeseydi 38 soykırımı yaşanmayacaktı’ gibi görüşlere inanmışlardır. Söyleyebiliriz ki, bugün Dersim toplumu bu geriliklerini büyük ölçüde aşmıştır. Ancak bütün bu tecrübelere ve ortaya çıkan planlara rağmen günümüzde devletin yeniden Kürdistan’da başlattığı soykırım savaşı karşısında aynı yaklaşımı gösteren kesimlerin olduğunu görüyoruz. Bu kesimler de ‘barikatlar ve hendekler olmasaydı devlet saldırmazdı’ görüşünü ileri sürüyorlar. Bu yaklaşımın sahiplerine Türk devletinin özellikle Dersim’de yaptıklarını iyi incelemelerini öneriyoruz.
Yüz yıllarca korunan özerklik konumu Dersimlinin özgürlüğüne düşkünlüğünü ve özgürlüğünü korumak için gösterdiği direncin göstergesidir. 1938’de gerçekleşen bastırma ve işgal sonucunda direnç büyük ölçüde kırılsa da, toplumsal-kültürel gelenek içinde özgürlük istemi ve direnci yok edilememiştir. Nitekim, 60’li yıllardan itibaren bu istem ve direnç gelişen sol-sosyalist hareket içinde yeniden canlanmıştır. Dersim ile ilgili bugün ve gelecek açısından yapılacak değerlendirmelerde, 38’de kırılan ancak yok edilemeyen bu yüzlerce yıllık direncin dikkate alınmasının büyük bir önemi vardır.
38 ve sonrasında devletin Dersim’e karşı yürüttüğü düşmanca politikalar doğal olarak Dersim insanın benliğinde devlete karşı bir öfke ve yabancılık duygusu yaratmıştır. Dersimlilerin bilenen düzen karşıtı, muhalif, sol eğilimlerinin kaynaklarından birisi bu çelişkidir. Fakat bu çelişki tek başına Dersimlilerin ideolojik-politik eğilimlerini açıklamaya yetmez. Sınıfsal olarak da Dersimliler genel olarak emekçi-yoksul kesimler içinde yer alıyorlar. Öte yandan Dersim’in antik kültürel kaynaklarından beslenen Alevi kültürünün eşitlikçi-sosyal yanı güçlüdür ve bu değerler diğer Alevi kesimler gibi, Dersim toplumunun sosyalist hareketle buluşmasını sağlamıştır.
İran ve Irak’ta yaşayan ve Dersimlilere hem etnik köken ve hem de inanç ve kültür bakımından oldukça yakın olan Yarsani ya da Kakai gruplarının, Aleviler gibi genel eğilim olarak sol-sosyalist hareketler içinde yer almaları, Alevilerin sosyalist hareketle buluşmasının subjektif bir tercihten öte, objektif temellere dayandığını göstermektedir. Alevi ve Yarsani gruplarının sosyalist eğilimlerinin ortak temelinde, Mazdekçiliğin proto-sosyalist karakterinin olduğunu söyleyebiliriz.
Objektif yaklaşılırsa tarih bugünü ve yarını anlamak için bir kılavuzdur.
79. yıldönümünde Dersim 38 soykırımı kurbanlarını saygı ile anıyoruz.