Afrin'e karşı savaş bir işgal ve soykırım savaşıdır
Ahmet Aydın
19. 03. 2018
"Biz toprağımızın üzerinde huzur içinde yaşıyorduk. Sen nasıl bir belaydın yakamıza yapıştın. Sen bu kadar ocağı söndürdün, senin ocağın nasıl yanacak. Allah senin belanı versin. O katlettiğin bebekler öbür dünyada yakana yapışacak. Ey zalim miletin evini bir çuval yapıp sırtlarına verdin. Suriye'yi yakıp yıktın şimdi sıra Efrîn'e mi geldi? Ama ne yaparsan yap, bu Efrîn'i sana yar etmeyeceğiz. İnşallah zafer bizim olacak."
Türk devletinin Afrin'e karşı yürüttüğü işgal ve soykırım savaşı ve Afrin halkının bu saldırıya karşı geliştirdiği direniş, ikinci ayını doldurmak üzere. Hitler'in Yıldırım savaşı (Blitzkrieg) doktirinine benzer bir savaş konsepti hayal eden Türk faşistleri, Suriye savaşında olduğu gibi, Afrin'de de kısa sürede büyük bir zafer elde edeceklerini söylüyorlardı. “Önümüze çıkanı ezer geçeriz' palavralarıyla, tıpkı Hitlerin ırkçı hezayanlara dayanarak oluşturmak istediği ''kutsal lider ve onun yenilmez, karşı durulamaz ordusu'' mitosunu yaratmaya çalışıyorlar. Hitler gibi kendileri de yaratmaya çalıştıkları bu mitosa inandıkları için, sürekli kısa sürede zafer sözleri veriyorlar. Türk faşistlerinin reisinin propaganda memuru Peinçek daha kesin konuşuyordu, ''silahlarını atıp kaçacaklar'' diyordu. Fakat, Afrin halkı ve halk savaşçıları; geliştirdikleri destansı ve tarihi direnişle, faşistlerin bu hevesini bir kez daha kursaklarında bıraktı. Bazen üç saat, bazen 3 günde feth edeceklerini söyledikleri Afrin şehrine, ağır hava ve kara bomabardımanları eşliğinde ancak 2 ay sonra girebildiler.
Savaşan tarafların askeri, ekonomik ve teknolojik güçleri arasında büyük bir dengesizlik olduğu açıktır. Türk milliyetçileri bugüne kadar Türk ordusundan; dünyanın ve NATO'nun bilmem kaçıncı büyük ordusu diye bahsetmiş ve bu büyüklükle böbürlenmişlerdir. İşte, büyüklüğü ancak Türkiye'deki orta büyüklükteki bir kente denk gelen Afrin'in halk savaşçıları; 58 gündür bu orduya karşı savşıyorlar ve bu orduya kök söktürüyorlar. Nicelik ve teknik gücü zayıf ama cesareti, mertliği ve insanlığı büyük olan Afrin halkı, ülkesini işgale ve kendi ulusal varlığını ortadan kaldırmaya gelmiş, güçlü düşman karşısında diz çökmedi, aksine kararlı bir direniş geliştirdi. Bu gerçekliğe tüm dünya tanıktır.
Savşın başından bugüne kadar basına konuşan, çocuğundan yaşlısına; kadınından erkeğine her Afrinli; nerdeyse ağız birliği etmişcesine şu iki noktayı vurguluyordu: ''Korkmuyoruz; Afrin bizim topragımız, ölsek de toprağımızı kimseye bırakmayız.'' Afrin halkı ve halk savaşçıları sözlerinde durdular ve duruyorlar.
Afrin halkı ekmeğini topraktan çıkaran emekçi bir halk, bu nedenle atalarından kalan topraklarına ve Kürt kimliğine derinden bağlı. Bu emekçi karakter, Afrin'de oluşturulan özyönetim temelinde yeşeren özgürlükle buluşmuş. İşte Afrin halkını Neo-Osmanlıların işgal ve soykırım savaşına karşı bu derece direngen kılan bu gerçekliktir. Kısaca Afrin direnişi, şu üç kelimede anlamını bulmaktadır: Toprak, kimlik ve özgürlük.
Türk ordusu sivilleri vurmuyor mu?
Artık adı tarhihe Saddam gibi Kürt kasabı olarak yazılmış olan Erdoğan, 13 Mart 2018 tarhinde yaptığı konuşmada ordusunun tökezlemesini "Sivilleri hedef alsaydık Afrin çoktan düşmüştü1" gerekçesiyle açıklamaya çalışmıştır. Savaşta sivilleri hedef almak zaten suçtur. Ayrıca Türk ordusu ve çetelerin ilerlemeni engelleyen eas güç siviller değil, silahlı güçler, yani YPG güçleridir. Doğru; YPG savaşçıları Afrin halkının çocukları ve YPG halkın tam desteğine sahip, ancak sivillerin direk olarak silahlı çatışmalarla bir ilişkisi yok. Faşistlerin reisi bu gerçeği gizleyerek, bir yandan ordusunun aczini gizlemeye diğer yandan, gerçekleştirdiği ve gerçekleştirceği sivil katliamlarına mazeret uydurmaya çalışıyor.
Batıdan gelen 'siviller öldürülüyor' eleştirilerine, yavuz hırsız misali şu cevabı veriyor Türk faşistlerinin reisi:
"Ne diyorlar, 'sivilleri vuruyorlar'. Vicdansızlar, edepsizler, ahlaksızlar. Bizim kanımızda sivilleri vurmak yok ama sizin kanınızda var.'' 2
Aynı zat 2011 yılında Dersim soykırımı ile ilgili konuşurken şunları söylemişti:
''1937,1938 ve 1939 yıllarında Dersim’de maalesef büyük bir dram yaşanıyor. Havadan, karadan, toplarla, hatta gaz bombalarıyla, Dersim’de hareket eden her şey, çocuklar, kadınlar katlediliyor..Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum."3
Biz bu zatın ve atalarının kanında ne olup olmadığını tartışmayacağız, ancak kendisinin de itiraf ettiği gibi, bunların kültüründe, siyasal ve askeri geleneğinde sivil halkı katletmek vardır. Hatta sivilleri acımasızca ortadan kaldırmak, Türk devletinin ve onun ordusunun uzmanlık alanıdır. Biz bu gerçeği Ermeni ve Dersim soykırımlarından; Zilan ve Koçgiri katliamlarından gayet iyi biliyoruz. Sivil halkın yaşamını idame etmesi için gerekli yaşamsal kaynaklara saldırmak, sivilleri aç-susuz bırakmak, evini barkını, tarlasını yakmak, hayvanlarını öldürmek ve nihayetinde topluca katletmek kalanları ise sürmek. Türk devleti ve ordusu bu taktikleri hemen hemen tüm saldırılarında acımasızca uygulamıştır. 1938 yılında Dersim halkını aç bırakmak için tarlalar ve hayvanlar özellikle hedef alınmıştı. 2015-16 Özyönetim direnişlerinde öncelikle su depoları ve elektrik trafoları hedeflenmiş ve halk susuz ve elektirksiz bırakılmıştı. Özyönetim direnişleri sürecinde sivil insanlar keskin nişancılarca özellikle hedeflenmiş ve katledilen sivil insanların cenazeleri günlerce sokaklarda bırakılmıştı. Afirn savaşında da, Afrin kentine su sağlayan hatlar vurulmuştu.
Afrin'de uçaklar ve obüs topları ile tüm yerleşim yerleri ağır bir şekilde bombalanmıştır. Evlerini terk etmemek için direnen sivil insanların ne kadarının katledildiği henüz bilinmiyor. Basına yansıyan bilgilerde; enkaz altında pek çok sivilin cesedinin kaldığı belirtiliyor. Keza sivil konvoyların ve hastahanelerin vurulduğunu biliyoruz.4 Doğrusu, Türk devleti ve ordusu atalarının geleneğini sadakatle sürdürüyorlar.
''Afrin'i gerçek sahiplerine teslim edeceğiz'' söylemi ne anlama geliyor?
4 Mayıs 1937 tarihli, „1937 Yılında Yapılan Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı'' Türk devletinin sivil halka karşı geliştirdiği ve Dersim'de uyguladığı savaş taktiğini şöyle ifade etmiştir:
''Sadece taaruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe (yetinildikçe) isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kamilen (bütünüyle) tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.“5
Bu taktik bugün Afrin'de çok daha açık bir şekilde hem de 'medeni' denilen dünyanın gözleri önünde uygulanmaktadır. Üstelik faşistlerin reisi Erdoğan ve Başbakanlık memuru Binali Yıldırım defelarca bu taktiği Afrin'de uygulayacaklarını, Kürtleri etnik olarak bölgeden temizleyip yerlerine ''toprakların gerçek sahipleri'' olarak lanse ettikleri Arapları yerleştireceklerini söylemişlerdir. Kıscası soykırımı bizzat itiraf etmişlerdir. Afrin savaşı ergeç bir soykırım suçu olarak bir dava konusu olacaktır. Bu davada; Erdoğan ve Binali Yıldırım'ın bu konuşmalarının; açık bir itiraf olarak değerlendirileceğine eminiz.
Faşistlerin reisi Erdoğan, Afrin'e kimlerin yerleştitileceğini, gerçek amacını gizlemek için işin içine İdlip'i de katarak şöyle açıklıyor.
''Biz Afrin’e zevk için gitmedik. 3,5 milyon Suriyeli bizim ülkemizde. 2 bin kilometrelik alanı ele geçirdiğimizde 130 bin mülteci geri döndü. İnşallah Afrin de halledildiği zaman Afrin’e dönecekler. İdlib’e de dönecekler. Kim dönecek, oraların sahipleri.''6
Yalan, dolan entrika ve hile. Yani tam da Türk devletinin ve onun reisinin karakterini ortaya koyan bir izah. Ne masumane bir gerekçe, zavallı mültecileri yurtlarına kavuşturmak için Afrin'e saldırıyorlarmış. Hani siz Afrin'deki ''terör tehlikesini'' ortadan kaldırmak için bu savaşı başlatmıştınız? Bu açıklama suçluluğun itirfından başka bir şey değildir. Çünkü; Birincisi, Afrin'in gerçek sahipleri yani orada yerleşik olan halk, Türkiye'ye gelmedi. Dolayısıyla, Türkiye'de bulunan mülteciler Afrin'li değil ve bu kişilerin Afrin toprakları üzerinde hiç bir hakkı yok. Suriye devleti yasalarına göre de, evrensel hukuka göre de böyle bir hakları yok. İkincisi, siz bir halkın evini barkını yıkıp, onu yerinden yurdundan sürüp; başka birisini onun yerine yerleştiremezsiniz. Bu fiil, uluslararası hukukta açıkça belirtilmiş olan soykırım suçuna tekabül eder. Üçüncüsü, kim oranın gerçek sahibi kim değil? bunu tespit etmek sizin göreviniz, hakkınız ve haddiniz değildir.
Erdoğan ve Yıldırım ve diğerlerinin ''Afrin gerçek sahiplerine teslim edilecek'' sözlerinin gerçek anlamı şudur: Kürtler katledilecek, bölgeden sürülecek ve bölge Kürtten arındırılıp buraya işbirlikçi Araplar yerleştirilecek. Bu sözlerin gerçek anlamı budur ve bu açık bir şekilde etnik temizlik ve soykırım itirafıdır. Nitekim bugün fiilen bu suç işleniyor.
Savaş eşliğinde seçim kampanyası
Türk ordusu ve paralı çeteleri Afrin'e saldırıp kan dökerken, Erdoğan ve Binali Yıldırım AKP kongreleri, açılışlar ve askerlerin cenaze törenlerine katılıp, Afrin savaşında ölen insanların sayısı yani kan ve şehitlik edebiyatı üzerinden seçim kampanyası yürütüyorlar. Hatta Devlet Bahçeli de seçim kampanyasını başlatmış bulunuyor. Denilebilir ki, henüz ortada erken seçim gözükmüyor. Bu doğru değildir. AKP-MHP faşist bloku toplumu istenilen kıvama getirdiğinde ve seçim hileleri için gerekli koşul ve olanakları sağladığında; erken ''Cumhurbaşkanlığı seçimi''ne gidilecektir. Afrin savaşı ''seçime ve iç siyasete malzeme yapılıyor'' eleştirilerinin önüne geçmek ve Afrin savaşını ''milli bir dava'' olarak göstermek için; özellikle ''erken seçim yok'' propagandası yapıldı. Ancak gerçekte Afrin savaşı şovenizmin kabartılması için yoğun bir şekilde kullanıyor. Ve basına yansıdığı gibi; erken seçim konusu iktidar bloku içinde öncelikli bir gündem maddesi olarak sürekli konuşulmaktadır. ''Artık anket yapmayacağız'' deniliyordu, ancak tam tersine Afrin savaşındaki gelişmelere bağlı olarak sık sık anket yapıldığı ortaya çıktı. Fakat basına yansıdığı gibi, Afrin savaşı faşist blokun oylarını bir ölçüde arttırdığı halde, artış istenilen düzeyde değil. Çünkü, Afrin halkının direnişi istedikleri kısa süreli ve kesin zafer hayellerine geçit vermedi.
Afrin savaşının sadece içte seçimlerin kazanılması ve faşist iktidarlaşmanın tamamlanmasına yönelik olduğunu söylemek yanlış olur. Kürt halkının kendi kendisini yönetme istem ve iradesini kırmak; Türk devletinin stratejik hedefidir. Bu nedenle seçim ve iç iktidar sorunu olmasaydı da, olanak bulduğunda Türk devleti Afrin'e saldırılacaktı. Ancak bugünkü koşullarda özel bir durum oluşmuştur. Türk devletinin beka sorunu olarak gördüğü Kürt sorunu, AKP-MHP faşist blokunun beka sorunun çözümü için de kilit bir soruna dönüşmüştür. Gericilk ve şovenizmden beslenen faşist diktatörlük, varlığını güvence altına almak ve kurumsallaşmasını tamamlamak için Kürt düşmanlığı ve soykırımı politikasına sarılmıştır. 2015 Kasım seçimlerinde bir kez daha görülmüştür ki, ''Kürt bölücülüğü tehditi nedeniyle Türk devletinin bekası tehlikede'' propagandsıyla Kürt halkına karşı savaş açıldığında; kitlelerin iktidar blokuna olan desteği ve güveni artmaktadır. Bu çelişki, halk ile iktidar arasındaki tüm diğer çelişkilerin üstünü örtmekte ve iktidara kitleleri rahat yönetme olanağı sunmaktadır. Kendisi için varlık yokluk sorununa dönüşmüş olan seçim sürecinde; kitlelere sunabileceği bir zafere ihtiyaç duyan faşist blok, bu nedenle kolay lokma olarak gördüğü Afrin'e saldırmak için yoğun bir çaba göstermiş ve bütün olanaklarını zorlamıştır.
Afrin savaşı, faşist bloka iç muhalafeti daha fazala baskı altına alma ve susturma olanağı da sunmuştur. Bu süreçte barış istemek bile suç sayılmış, ikatidarın savaş politikalarını eleştirenler hainlikle suçlanmış ve cezalandırılmıştır.
Çürüyen kapitaizmin çürümüş dünya düzeni
Batılı devletler, NATO ve Rusya Afrin savaşıyla ilgili yaptıkları açıklamalarda genellikle Türkiye'nin terörle ilgili güvenlik kaygılarını anladıklarını belirtiyorlar. Bu açıklamayla Afrin işgal ve soykırım savaşına verdikleri onay ve desteği gerekçelendiriyorlar. Çürümüş sistemin çürümüş zihniyetinin ikiyüzlü ve ahlaksız reaksiyonlarıdır bütün bu açıklamalar ve tavırlar. Bu çürümüş güçlere bakılırsa, Afirn'den Türkiye'ye yönelik bir terör tehlikesi varmış ve buradan çıkan teröristler Türkiye'ye sızıp inasanları öldüreceklermiş ve Türkiye'nin güvenliğini ve huzurunu bozacaklarmış. Diyelim ki, yüzde bir olasılık olarak böylesi bir tehdit var. İyi de Afrin halkının can güvenliği ve huzuru sizi ilgilendrmiyor mu? Türk ordusu ve cihatcı çeteler bir olasılık olarak değil, açıkça Afrin halkına saldırıp katletti, evlerini yaşama kaynaklarını tahrip etti. Siz bir olasılık olarak terör tehlikesine karşı tavır alıyorsunuz ancak gerçekleşen katliam ve yıkıma karşı durmuyorsunuz. Türklerin can güvenliğini önemsiyorsunuz ancak Kürtlerin canını dikkate almıyorsunuz. Bu ahlaksız ve insanlık dışı bir duruş değil midir?
Suriye savaşı, Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrsında oluşan tek kutuplu dünya düzenin çok kutuplu bir düzene evrilmesinde bir dönüşüm noktası oldu. Afrin savaşı ise, çok kutuplu bu düzenin dünyaya neler getireceğinin işaretlerini verdi. Anlaşılıyor ki, çok kutupluluk; soğuk savaş dönemindeki iki kutuplu dünya düzeninde olduğu gibi, dünyaya göreceli bir denge ve bu denge üzerinde göreceli bir istikrar getirmeyecektir. Aksine çok kutupluluk; bu kutuplar arasındaki çoklu çelişkiler ve Sosyalist blokun kapitalist ve emperyalist sisteme karşı -istenilen düzeyde olmasa da- sunduğu alternatif ve evrensel vizyona benzer bir seçenek sunmadığı için, dünyada daha kaotik ve çatışmalı bir düzenin oluşmasına yol açabilir. Elbette bu kaotik ve çatışmalı düzenin en büyük kurbanları da; ezilen halklar, emekçiler ve yoksullar olacaklardır.
Afrin savaşı ile ilgili sonuç olarak söyleyeceklerimizi Afrin'li Zelîxa Ana'ın dilinden söyleyelim:
"Biz toprağımızın üzerinde huzur içinde yaşıyorduk. Sen nasıl bir belaydın yakamıza yapıştın. Sen bu kadar ocağı söndürdün, senin ocağın nasıl yanacak. Allah senin belanı versin. O katlettiğin bebekler öbür dünyada yakana yapışacak. Ey zalim miletin evini bir çuval yapıp sırtlarına verdin. Suriye'yi yakıp yıktın şimdi sıra Efrîn'e mi geldi? Ama ne yaparsan yap, bu Efrîn'i sana yar etmeyeceğiz. İnşallah zafer bizim olacak." 7
Dipnotlar
--------------------------------------
2 https://www.cnnturk.com/yurttan-haberler/kahramanmaras/erdogan-bizim-kanimizda-sivilleri-vurmak-yok-ama-sizin-kaninizda-var
3 Milliyet, 23.11.2011, Erdoğan Dersim için özür diledi, http://www.milliyet.com.tr/erdogan-dersim-icin-ozur-diledi-siyaset-1466430/
4 Afrin sağılık meclisinin 04.03.2018 tarihinde verdiği bilgilere göre bu bomardımanlarda ölen sivillerin sayısı 28’i çocuk, 25’i kadın ve 159’u ise erkek olmak üzere 212'dir. Yaralıların sayısı ise 76’sı çocuk, 82’si kadın 463’ü ise erkek olmak üzere 612'dir. Muhalif kesimlere yakın olan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi de ölü ve yaralı siviller konusunda yakın rakamlar vermektedir. Afrin şehrinin işgal edildiği saldırı sırasında yüzlerce sivilin katledildiği bilgileri geliyor. Dolayısı ile sivil kayıplarının binlere ulaştığını söylemek yanlış olmaz.
5 4 Mayıs 1937 tarihli, „1937 Yılında Yapılan Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı“
6 Gazete Duvar, 28. 01. 2018,
https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2018/01/28/erdogan-oso-ile-mehmedim-birlikte-yuruyor/
7 Soykırım kıskacındaki Efrîn'den dünyaya çağrı: Neden sessizsiniz? ERSİN ÇAKSU / HÎVDA HEBÛN
EFRÎN / Pazartesi, 12 Mar 2018, ANF
https://anfturkce.net/guncel/soykirim-kiskacindaki-efrin-den-duenyaya-cagri-neden-sessizsiniz-104753