İran İsrail çatışmasının sonuçları
Ahmet Aydın
16 Nisan 2024
İran, Şam’daki konsolosluğunun 1 Nisan’da İsrail tarafından vurulmasına misilleme olarak, İsrail’i İHA ve füzelerle vurdu. Şu anda elimizde İran’ın düzenlediği saldırının askeri açıdan İsrail’e çok ciddi bir zarar verdiğine dair veri yok. Fakat bazı İran İHA ve füzelerinin İsrail savunmasını aşarak bazı hedefleri vurduğuna ilişkin görüntüler medyaya yansıdı.
İran teknik olarak, İsrail’in hava savunmasını kırıp daha büyük bir tahribata yol açabilecek bir kapasiteye sahip midir? Doğrusu bilemiyoruz. Binlerce kilometre öteden düzenlenen bu saldırı, İran’ın füze ve İHA teknolojisi alanında bir hayli mesafe aldığını göstermiş olsa da ve İranlı yetkililer her defasında ‘’İsrail’i yok edebileceklerini’’ söyleseler de, biz bu konuda kesin olarak bir şey söyleyecek durumda değiliz. Ancak İran’ın bu saldırıda yüksek bir tahribat oluşturmaktan kaçındığını farklı kesimler dile getirdi. Ayrıca ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün’ün İsrail savunmasına katıldıklarını da unutmayalım.
Saldırı sonrasında İranlı yetkililerin yaptıkları açıklamalardan da, İran’ın gerilimi büyütme ve topyekun bir savaş başlatma niyetinde olmadığını anlıyoruz. ABD de, en azından formel olarak, İsrail’in İran’a karşı düzenleyeceği bir misilleme saldırısına katılmayacağını açıkladı. Fakat İsrail tarafının benzer bir yönelim ve niyet taşıdığını söyleyemeyiz. Basına yansıyan son haberlerde, İsrail’in İran’a karşı ‘’açık ve etkili’’ bir misilleme yapma kararı aldığı belirtiliyor.
İsrail, İran’ın konsolosluğuna saldırmanın resmen savaş başlatmak anlamına geldiğini elbette biliyordu. Belki İran’ın böylesine doğrudan bir misilleme saldırısı gerçekleştirebileceği konusunda emin değildi. Fakat bir olasılık olarak olsa bile, İsrail’in İran’ın bir karşı saldırısını hesaba katmaması mümkün değildir. Bu durum İsrail’in bölgede gerilimi tırmandırma ve savaşı bölgeselleştirmeyi göze aldığını ve hatta bunu özellikle istediğine işaret ediyor. İçinde bulunduğu durum açısından bakıldığında İsrail’in çatışmayı, İran-İsrail hattına kaydırması kendisi açısından oldukça tutarlı görünüyor. Gazze’de Filistin halkına karşı açıkça soykırım uygulayan ve kendisini insanlıktan soyutlamış olan İsrail devletinin, bu suçüstü durumunu geri plana itmek istemesi ve İran’la çatışmayı öne çıkartarak, bölgede Şii-İran karşıtlığı üzerinden kendisine müttefikler kazanmaya çalışması oldukça ‘’akılcı’’ görünüyor. Nitekim İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi "İran'ın saldırıları Orta Doğu'da yeni işbirliği fırsatları oluşturdu(ğunu)"[1] söyledi. İran’ın ortaya çıkan saldırı kapasitesi ve iradesinin, başta Türkiye olmak üzere bazı bölge ülkelerini en az İsrail kadar rahatsız ettiğini söylemek yanlış olmaz. Fakat İran’la çatışmanın öne çıkması, diğer taraftan Gazze üzerindeki İsrail baskısının zorunlu olarak hafiflemesine yol açacaktır. Çünkü İsrail devleti dikkatini ve gücünü büyük ölçüde İran üzerine odaklamak zorundadır. Nitekim, İsrail birliklerini -geçici de olsa- Gazze’nin güneyinden çekmek ve Han Yunus saldırısını ertelemek zorunda kalmıştır.
Yeni bir bölgesel denklem
Son saldırılarla birlikte, İran ile İsrail arasındaki çatışmada yeni bir aşamaya geçildi. Her iki ülke de, direk olarak birbirileriyle çatışacakları bir süreci başlatmış oldular. İsrail Şam’daki konsolosluğuna saldırarak İran’ın reaksiyonun sınırlarını test etmiş oldu. Genel kanı İran’ın tıpkı Suriye’nin yaptığı gibi, İsrail’e direk bir karşılık veremeyeceği şeklindeydi. Şimdi herkes gördü ki, İran kendi topraklarına karşı girişeceği saldırılara karşılık olarak direk İsrail’i hedef alacak kararlılık ve güçtedir. Bu yeni bir durumdur ve bölgenin geleceği açısından önemli bir değişimdir. Nitekim İran Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami yeni bir dönemin başladığını şu sözlerle ifade ediyor: "Yeni bir denklem oluşturmaya karar verdik ve bu yeni denklem şöyle: Siyonist rejim bundan sonra her nerede çıkarlarımıza, mallarımıza, kişiliklerimize ve vatandaşlarımıza saldırırsa İran İslam Cumhuriyeti'nin tüm varlığından ona karşı saldırıda bulunacağız.’’[2]
İran karşılık vermeseydi, büyük bir olasılıkla İsrail daha da ileri gidecek ve adım adım İran’ın içlerini vuracak direk saldırılar gerçekleştirecekti. İran’ın karşılık vermesiyle bu olasılık daha da artmış gibi gözükse de, görebileceği karşılık İsrail’in bu alandaki manevra kabiliyetini bir hayli sınırlayacaktır. Çünkü, İran bugüne kadar İsrail’in etrafındaki savaşçı örgütlere verdiği destekle İsrail’e karşı bir yıpratma savaşına dolaylı olarak katılmış olsa da, askeri gücü esas olarak İsrail’e karşı potansiyel bir tehdit oluşturuyordu. Şimdi bu güç artık pratik bir güç olarak İsrail’in karşısına çıkmıştır. Bu durumda İsrail, topyekun bir savaşa dönüşebilecek ve ağrır bedeller ödeyebileceği yeni bir çatışmanın hesabını yapmak zorundadır.
Askeri açıdan çok etkili olmasa da, İran’ın İsrail’i direk olarak hedefleyen saldırısı, siyasi ve psikolojik açıdan İran’a bir üstünlük sağladı. ‘’Dokunulamaz ve yenilemez’’ olarak bilinen İsrail artık dokunulan ve hatta yenilebilecek bir devlet konumuna düşmüştür. Bu aşamadan sonra Suriye’nin bile İsrail saldırılarına karşı direk misillemede bulunması olasılığı yüksektir. İsrail’in etrafında oluşturulan mitolojik sis bulutunun dağıtılmasında, Lübnan Hizbullahı’nın ve Hamas’ın yürüttüğü mücadelenin öncelikli bir rolü vardır. Fakat devletler bazında bu efsanenin sonuna gelinmesinde İran’ın son saldırısı önemli bir rol oynamıştır. Kuşkusuz İran için de zor bir süreç başlıyor. İran, İsrail’in yeni ve daha zorlu savaş planlarını karşılayacak adımlar atamazsa, başlangıçta kazandığı üstünlük tam tersi sonuçlara yol açacaktır.
Son saldırılarının İsrail’e orta ve uzun vadede, ekonomik alanda olduğu kadar, sosyal ve siyasal açıdan daha büyük zararlar vereceğini öngörebiliriz. Yakın zaman kadar İsrail göç alan bir ülkeydi. Dünya üzerindeki pek çok Yahudi, kendilerine güvenlikli bir yaşama alanı sağladığını düşündükleri İsrail’e göç ediyordu. Son gelişmelerle birlikte İsrail güvenlikli bir ülke olmaktan çıktı. Bu durumda İsrail’in artık göç alan değil, göç veren bir ülkeye dönüşeceğini söyleyebiliriz. Bir Arap denizinin ortasında, yalıtılmış ve nüfusu azalan bir İsrail, yavaş adımlarla sona doğru giden bir ülke konumuna düşecektir.
İran’ın misillemesi ve çok kutuplu dünya düzeni
İran ile İsrail arasında yaşanan son çatışmaları küresel çelişki ve hegemonya mücadelesinden bağımsız ele almak mümkün değildir. Basitçe ifade edersek, Rusya ve Çin’in açık desteği olmasaydı, İran’ın İsrail’e karşı böylesine direk bir saldırı gerçekleştirmesi oldukça zor olurdu.
Bu yaşananları çok kutuplu yeni bir dünya düzenin doğuşunun işaretleri olarak değil, bu yeni düzenin oturmasının sancıları olarak görmek daha doğrudur. Çünkü, çok kutuplu dünya düzeni 2011’de başlayan Suriye savaşı ile doğdu, şimdi bu düzen giderek iki temel kutup etrafında oturuyor. Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran etrafında şekillenen blok ile ABD ve diğer NATO ülkelerinin oluşturduğu blok arasında dünya pazarlarının, nüfuz bölgelerinin paylaşımı ve hegemonya mücadelesi üzerinden yürüyen mücadele, bu iki blokun karşı karşıya geldiği cephe hatlarında gerilimleri tırmandırıyor, güç sınamaları ve sıcak çatışmalar yolu ile nüfuz bölgelerinin yeni sınırlarının belirlenmesine yol açıyor. Tek kutuplu dünya düzenini sürdürmek isteyen Batı merkezli kapitalist blok, çok kutupluluğu dayatan Doğu merkezli kapitalist bloka karşı konumunu korumaya çalışıyor.
Batı bloku yeni meydan okumalarıyla karşı karşıya. Fakat bu meydan okumalarına nasıl bir cevap vereceğini ve karşısında oluşan bloka karşı nasıl bir strateji izleyeceğini tam olarak belirleyebilmiş değil. Çünkü yeni bir durum ve yeni koşullar ortaya çıkmış durumdadır. Ortaya çıkan bu yeni durumu tam olarak analiz etmek ve bir bütün olarak Batı blokunu yeni duruma göre yeniden organize etmek ve konumlandırmak çok kolay olmayacaktır. Ukrayna sahası merkez alınarak Rusya’ya karşı yürütülen strateji hemen hemen Sovyetler Birliği’ne karşı uygulanan stratejinin aynısıdır. Ancak bu strateji başarılı sonuçlar vermedi. Şimdi Ukrayna sahasında bir NATO-Rusya savaşı tehdidi üzerinden Rusya’nın gücü ve iradesi sınanıyor. Tıpkı Şam konsolosluğunun vurulması üzerinden İran’ın İsrail’le direk bir savaşı göz alıp almadığının sınanması gibi.
Benzer bir güç sınaması Tayvan üzerinden Çin’e uygulanmaya çalışılıyor. Kuzey Kore ise çok uzun bir süredir bu tehdit ve sınamalarla karşı karşıyadır. Bu sınamalar sonucunda Batı bloku, oluşan yeni durumun zorunlu kıldığı daha zorlu bir yeni strateji geliştirmek zorunda kalacaktır. Batı blokunun bu alanda yaşadığı en büyük zorluk, Rusya’nın nükleer silah dengesi açısından sağladığı stratejik üstünlüktür. Bu üstünlük Batı blokunun topyekun bir savaşı göze almasını zorlaştırıyor ve bu bloku konvensiyonel ve bölgesel düzeyde tutulan uzun vadeli yıpratma savaşlarına yöneltiyor.
İsrail Batı blokunda yer almasına rağmen, devlete hakim olan fanatik dinci ve ırkçı zihniyet sebebiyle, büyük ölçüde reel politik durumdan kopuk hareket etmektedir. Bu durum İsrail ile Batı bloku arasında gerilimlere ve çelişkilere yol açsa da, Batı bloku çoğunlukla İsrail’in irreal ve irrasyonal çizgisinin arkasından sürüklenmektedir.
Türkiye’nin İsrail- İran çatışması karşısındaki tutumu
İlginçtir, İran’ın İsrail'e karşı misilleme yapacağını ilan etmesinden sonra, özellikle iktidara yakın medya organlarında, İran’ı ve genel olarak Şiileri hedef alan, bu kesimlere karşı düşmanlığı körükleyen bir propaganda geliştirildi. ‘’İran’ın sadece Müslümanları katlettiğini, İsrail ile danışıklı dövüş içinde olduğunu, İsrail’e karşı bir saldırı gerçekleştiremeye cesaret edemeyeceğini, Şiilerin İslam’ın halifelerine küfür ettiğini’’ ifade eden pek çok yazı ve konuşma yayınlandı iktidar medyasında. İktidar kanadında ilk kez böylesine yüksek sesle İran ve Şii düşmanlığı yapıldığına tanık oluyoruz. İran’ın misillemesi sonrasında Erdoğan rejiminin takındığı suskun tutum da dikkat çekicidir.
İran rejiminin; kendi gencecik yurttaşlarını vinçlerle asan, bunu da büyük bir maharetmiş gibi dünyaya gösteren, kadınlar ve gençler için yaşamı zindana çeviren gerici ve vahşi bir rejim olduğu doğrudur. İç politikası konusunda İran rejimine karşı tavrımız, Türkiye’deki faşist rejime karşı tavrımızdan farklı değildir. Ama Erdoğan rejiminin ve Türk devletinin, asılan bu gençleri ve zulüm gören insanları dert ettiğini düşünmüyoruz. Diğer taraftan, İsrail’e karşı tutumu, belki de İran devletinin tek doğru tutumudur. Nitekim Filistin halkı da İran’ın bu tutumundan memnundur.
Diyelim ki, İran İsrail’e saldırmaya cesaret edemiyor. Ama hiç olmazsa İsrail ile ticaret yapmıyor ve İsrail’in güvenliğine katkı sağlamak için topraklarında üslerin kurulmasına izin vermiyor. Tam tersine, Türk devleti İsrail’e bir çakıl taşı atmadığı gibi, bu devletle ticaret yapıyor ve Kürecik radar üssü yardımı ile bu devletin güvenliğine katkı sağlıyor.
Peki o zaman bu Türk devletinin derdi nedir?
Türkiye bölgede kendisine rakip olarak gördüğü İsrail ve İran’ın savaşmasından ve birbirilerini yıpratmasından elbette memnun olur. Öte yandan İran’ın İsrail’e karşı mücadelenin lideri olarak öne çıkması, kendisini İslam dünyasının hamisi olarak gören Erdoğan’ı ve Türk devletini rahatsız eder. Dahası, İran’ın İsrail’e karşı tutumu Türk devletinin bu devletle olan çarpık ilişkilerini ve sahte Filistin dostluğunu teşhir edecektir. Ayrıca İran’ın askeri kapasitesinin gelişmesi ve operasyon sahasının genişlemesi, Türk devleti tarafından bir tehdit olarak algılanacaktır.
Türk devletinin İran karşıtlığını öne çıkarmasının daha güncel ve yakıcı bir gerekçesi olduğunu düşünüyorum. Türkiye ihtiyaç duyduğu finans kaynağını bulmak için, tekrar Batı mali sermayesinin kapısına düşmüştür. Dünya bankasının sağladığı kredi bu konuda bir mesafe katedildiğini gösteriyor. İran karşıtlığı, Batı ve İsrail ile ilişkilerini tekrar düzeltmek isteyen Erdoğan rejimi için; Batı ile yeni bir uzlaşma zemini oluşturmaya uygun bir olanaktır. Nitekim İsrail-İran geriliminin gelişmesiyle birlikte, Erdoğan iktidarı Batı ile İran arasında bir arabulucu rolü üstlenmeye başladı. Erdoğan yakın zamanda ABD’yi ziyaret edecek ve yine büyük olasılıkla Yahudi lobisi ile de ilişki kuracaktır. İran karşıtlığı bu görüşmelerde Erdoğan’ın elinde güçlü bir argüman olabilir. Avrupa karşısında kullandığı mülteci kartına benzer bir biçimde İran kartı, Yahudi lobisi ve ABD karşısında pazarlanabilir. Erdoğan’ın ABD’ye yapacağı gezide, iktidarının sürdürülmesine destek, mali yardım ve PKK’ın tasfiyesine destek karşılığında, ABD ile tam bir teslim antlaşması imzalayabileceğini ve İran’ın bölgesel nüfuzunun geriletilmesi konusunda koçbaşı görevi üstlenebileceğini düşünüyorum.
Bloklar arası çelişkilerin keskinleşmesi ve sınırların giderek belirginleşmesi de, Erdoğan rejiminin bugüne kadar iki blok arasında yürüttüğü kıvrak politikanın uygulanmasını zorlaştırıyor. Bu durum Erdoğan rejimini daha açık bir biçimde taraf olmaya itecektir. Ki bu koşullarda Erdoğan’ın yönünü Batı blokuna doğru daha güçlü bir biçimde çevirmesi sürpriz olmayacaktır.
Dipnotlar
---------------
[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/israil-genelkurmay-baskani-iranin-saldirilari-orta-doguda-yeni-is-birligi-firsatlari-olusturdu-haber-1684358
[2] https://www.tasnimnews.com/tr/news/2024/04/14/3068216/t%C3%BCmgeneral-selami-ger%C3%A7ek-vaad-operasyonu-beklenenden-daha-ba%C5%9Far%C4%B1l%C4%B1-ge%C3%A7ti