Faşizm kan kokuyor!
Ahmet Aydın
06. 01. 2018
Faşizm kan kokuyor. Faşist diktatörlüğün üzerine, Paris'te kalleşçe katlettiği üç Kürt kadın devrimci Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez'in, Özyönetim direnişleri sürecinde Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin, Şırnak ve Gever'de katlettiği binlerce Kürd'ün, Türkiye ve Ortadoğu'da katlettiği (Suriye'deki savaştaki birinci derecedeki rolü dikkate alınırsa) on binlerce insanın kanının kokusu sinmiş. Ama en önemlisi; gözlerini kan bürüdüğü için faşizm kan kokuyor.
Tam da muhalefetin bir kesimi, iktidarın baskı ve şiddet politikaları karşısında bir alternatif oluşturamamanın ağırlığını hafifletmek umuduyla; bir avuntu babında; kendisini 2019 seçimlerinin tatlı esintisine kaptırmışken, Erdoğan hükümeti kamuoyunda adeta şok etkisi yaratan yeni bir 'Kanun Hükmünde Kararname'' çıkarttı. Hiç kuşkusuz toplum bu yeni kararname karşısında kaygılanmakta haklıdır. Biraz Nazi ve Mussolini faşizminin uygulamalarını bilenlerin veya 70'li yıllardaki Türkiye manzaralarını hatırlayanların; bu kararname ve onun kapsamına giren silahlı oluşumlardan büyük bir ürküntü duymaması mümkün değildir.
Sözkonusu 696 sayılı KHK'nin 121'inci maddesi, ''15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin" hiçbir hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun olmayacağını ilan ediyor.
696 sayılı KHK'nin içeriğinde ayrıca, "Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar" nedeniyle cezaevinde bulunan hükümlü ve tutukluların, duruşmalara badem kurusu ve gri renginde tek tip elbiseyle çıkarılacakları belirtiliyor.
Bazı kesimler bu düzenlemeyi eleştirirken genellikle kararnamenin dilinin muğlaklığından bahsetmektedirler. Bu doğru değildir. Hak vermek gerekir ki; iktidar sahiplerinin söylediği gibi; kararnamenin dili, düzenleme sahiplerinin amaçları açısından gayet açıktır.
Faşizm, terörün ve şiddetin hükmettiği bir hukuksuzluk rejimidir
Erdoğan tek tip elbiseyi ABD'nin Guantanamo'daki uygulamalarını referans göstererek savunmaktadır. ABD tarafından uygulanması, bir işlemi meşru ve hukuki kılmaz. ABD tarfından işlenen pek çok insanlık suçu vardır. Nitekim, ABD'nin Guantanamo kampındaki uygulamaları, dünya kamuoyunun neredeyse bütünü tarafından insanlık dışı olarak nitelendirilmektedir. Bilindiği gibi, yoğun eleştiriler nedeniyle Obama bu kampın kapatılmasını vaad etmişti. Dünya kamuoyunun aksine Erdoğan, bu uygulamaları örnek almaktadır. 1
İşin gerçeği Erdoğan'ın amacı Cezaevlerine 'çeki düzen' vermek değildir. Daha önceki iktidarlar gibi, Erdoğan da cezaevlerini toplumsal muhalefetin güçlü bir merkezi ve en son savunma hattı olarak görmektedir. Dolayısıyla toplumsal direncin kırılması için, bu son savunma hattının kırılması hayati bir önem taşımaktadır. Faşizmin siyasi tutsakları hedef tahtasına oturtmasının nedeni budur. Son saldırıya hazırlanan faşizm; öncelikle en kritk noktadan saldırıya geçmeyi planlamaktadır. Cezaevlerindeki direnç krılırsa, toplumsal direncin daha rahat kırılacağı hesaplanmaktadır. Erdoğan-AKP iktidarı siyasi tutsakların tek tip dayatmasına karşı ölümüne direneceklerini iyi biliyor. Zaten iktidarın amacı da tutsakları katliamdan geçirmektir. Tıpkı 'hendek kazdılar devlet kamu düzenini sağlamak zorunda' denilerek Kürdistan'da halka saldırdıkları gibi, şimdi de 'cezaevlerinde düzeni sağlamak' gerekçesiyle siyasi tutsaklara karşı savaş ilan ediliyor.
15 Temmuz darbe girişimi sürecinde teslim olan bazı askerler; başları kesilerek ya da linç edilerek katledilmişlerdi. Bilindiği gibi; olağanüstü bir durum olan savaş koşullarında bile, yakalanan askerlerin katledilmesi suçtur. Görülüyor ki; bu kararname savaş durumundan da öte bir hukuk, daha doğrusu bir hukuksuzluk anlayışı ortaya koyuyor. Çünkü savaş hukukundan öte bir hukuk yok. Tıpkı 1934 yılında Hitlerin, darbe gerekçesiyle düzenlenen bir katliamın sanıklarını, neredeyse tek cümleden oluşan bir kararname ile cezasızlıkla ödüllendirmesi gibi.
Öte yandan; yapılan düzenlemeyle bir yandan 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılması sırasında işlenen suçlara cezasızlık getirilirken, diğer yandan ''darbe süreci devam ediyor'' ya da ''yeni bir darbe beklentisi'' gibi gerekçelerle, sürekli paramiliter çetelerin oluşturulması ve bu çetelere işleyecekleri suçlar karşısında koruma kalkanı sağlanıyor. Diğer bir deyişle; bu kararname açıkça Mussolini'nin ''Kara Gömlekliler'i, Nazilerin ''Taarruz Bölüğü'' olarak da bilinen ''Kahverengi Gömlekliler''i ya da ''SS Birlikleri'' benzeri sürekli bir terör gücünün oluşturulmasına zemin oluşturuyor. Paramiliter çetelerin varlığı ve AKP'ye yakın sivillerin silahlandırıldığı uzun bir süredir biliniyordu. Basına yansıyan son habrerlerde bu güçlerin eğitilmesi amacıyla Konya ve Tokat'ın da içinde olduğu 7 ilde kamplar açıldığı belirtiliyor. Bu kampların varlığı inkar edilse de, bu açıklamalara inanmamak lazım. Birileri silahlı bir güç oluşturuyorsa, doğal olarak bunların eğitildiği alanlar da olacaktır. Bu manzara 70'li yıllarda kontrgerilla ile eşgüdümlü çalışan 'Ülkücü Komando' gruplarını hatırlatıyor. Ki toplumdaki kaygıların önemli bir nedeni de, hafızalarda hala canlı olan 70'li yıllardaki iç savaş görüntülerinin, yeniden yaşanabileceğine yönelik kuvvetli işaretlerin ortaya çıkmasıdır.
Ancak, 70'li yıllarda faşist çeteler böylesine açık bir biçimde kamuoyunun önüne çıkmadıkları gibi; MC hükümetleri faşist çetelere yasal bir kalkan sağlama cesareti gösterememişlerdi. Erdoğan-AKP iktidarının bu gayri meşru duruma hukuki bir kılıf uydurmak amacıyla pervasızca kararname çıkartması, varolan faşist rejimin hukuksuzluğunun ilan edilmesi ve yukarıdan aşağıya doğru giderek homojenleşip kurumsallaşmasının açık göstergesidir.
Faşizm karşısında ya diz çökecekesin ya da direneceksin
Bu kararname topluma; artık yeni bir rejimle karşı karşıya olduğunu bildirmiştir. Bugüne kadar göstermelik olarak atıf yapılan yasalar, kanunlar, kurumlar artık bir yana bırakılmıştır. Şimdi bir tek 'Reis' ve onun adamları vardır. Ulusun ve ülkenin varlığı ve geleceği artık 'Reis'in varlığı ve geleceğiyle özdeştir. Kim 'Reis'e düşmanlık yaparsa vatana ve millete de düşmanlık yapmaktadır. 'Reis'in söyledikleri kanundur. 'Reis'e biat edip bu kanunlara uyarsan dostsun, uymaz da 'Reis'e kafa tutarsan düşmansın. Düşmanı bekleyen şey de, elbette ölümdür. Basitmiş gibi gözüken -ki gerçekte faşizmin mantığı oldukça basit ve bayağıdır- bu denklem; faşizmin işleyiş denklemidir ve maalesef bugün Türkiye ve Kürdistan halkları bu denklemin içindedir. Bu denklemin içine düştüğünün farkına varan toplum; silah tekelini elinde bulunduran ve bugüne kadar kısmen güvence olarak algılanan hukuku ve kurumları takmayan bir güçle karşı karşıya kalmanın ürküntüsünü yaşamaktadır. Kürt halkının bu konuda daha hazırlıklı olduğunu ve olup biten karşısında pek de şaşırmadığını söyleyebiliriz. Çünkü; 2015-2016 Özyönetim direnişleri sürecinde, Kürt halkı faşizmin çıplak yüzüyle karşılaştı. Bu nedenle sürecin gidişatını daha iyi algılayabiliyor.
7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçim süreçlerinde Erdoğan-AKP iktidarının ve müttefiklerinin; hedefi HDP çatısı altında birleşen Kürt halkı ve sol-sosyalist-demokrat potansiyeli dağıtıp, HDP'i baraj altına itmek ve bunun üzerinden faşist rejimi kurumsallaştıracak bir parlemento çoğunluğuna ulaşmaktı. Bu amaçla Kürt halkına ve ilerici-demokratik muhalefete karşı tam bir soykırım savaşı başlatıldı. Görünen hedef, 'kamu düzenini' sağlamaktı. Halbu ki, esas amaç faşizmin önünde engel olarak duran halk muhalefetini ortadan kaldırmaktı. Faşizmin ağır saldırılarına karşın Kürt halkı ve diğer ilerici-demokrat güçler teslim olmadılar. 7 Haziran seçimlerinde HDP barajı aştı ve güçlü bir meclis grubu kurdu. İşte bu yenilgiyle birlikte oluşmuş olan yarı askeri faşist blok, fiilen meclisi devre dışı bıraktı. Faşist blok,1 Kasım seçimi öncesinde Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşı daha da yoğunlaştırdı. Kürt halkı kendi şehirlerini faşizmin işgal harekatına karşı savundu. Bu beklenmedik sert direniş karşısında tökezleyen Erdoğan-AKP iktidarı, tüm saldırılara rağmen Kürt halkına ve müttefiklerine diz çöktüremedi. Seçimde de tek başına hükümet kuracak çoğunluğu kazansa da; istediği sonuca ulaşamadı. Özyönetim direnişleri, Türk devletinin faşist ve soykırımcı karakterini teşhir etti. Buna bağlı olarak; Kürt halkının düzenden kopuşunu derinleştirdi ve direncini pekiştirdi. Bu direnç, faşizmin planlarını büyük ölçüde bozdu ve hedeflerine ulaşmasını engelledi. Bugün Edoğan-AKP iktidarı istediği düzenlemeleri yarım yamalak yapma durumunda kalmışsa ve bazı adımlarını ertelemiş ise; unutmayalım bunda özellikle direnen Kürt halkının ve diğer ilerici-demokrat güçlerin belirleyici bir rolü vardır.
Dışta ve içte meşruiyetini neredeyse tümden kaybeden faşist blok, seçimleri erkene alıp meşruiyet tazelemek istiyor. Bu nedenle, daha önce Kürdistan'da uyguladığı 'Çöktürme planı'nı şimdi bütün TC sınırlarını kapsayacak şekilde uygulamaya çalışıyor. Tüm topluma şiddet ve terör yoluyla diz çöktürmeye ve zorla seçimlerden istediği sonucu çıkartmaya çalışıyor.
Açıklanan tüm balondan verilere rağmen, reel göstergeler, halkın giderek yoksullaştığını ve dış piyasaların Türkiye ekonomisine karşı güveninin giderek azaldığını gösteriyor. Siyasal istikrarsızlık ve Türkiye ekonomisinin özgün yapısal sorunları, ekonomide ani ve toptan bir çöküşün mümkün olduğuna işaret ediyor. Bütün bu zorlamalar, erken bir seçimi dayatıyor. Fakat bu iktidarın demokratik, adil ve şeffaf bir seçime izin verceğini düşünmek büyük bir saflıktır. İktidar silah ve baskı ile yeni bir kap kaç tezgahlıyor. Yaptığı tüm düzenlemeler ve attığı tüm pratik adımlar bu yöndedir. Çıkarılan bu yeni kararname ve faşist çetelerin açıkça ortalıkta boy göstermesi, bir anlamda halkı iç savaşla tehdit etmek amacına yöneliktir. Nasıl ki, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri öncesinde ''400 milletvekilini verin bu iş huzur içinde çözülsün'' denilerek halk, iç savaşla tehdit edilmişti; bugün de, daha açık bir biçimde iç savaş tehditi ile; adeta halkın şakağına silah dayatılarak zorla yeni rejime biata zorlanıyor. Kuşkusuz bütün bu çabalar, sadece tehdit amçlı değil. İktidar bilfiil iç savaşa hazırlanıyor. Bu faşist blokun iktidarı kaybetmektense; iç savaşla ülkeyi yakıp-yıkmayı göze aldığını çok net olarak görebiliyoruz.
Kuşkusuz seçme seçilme hakkı temel bir haktır. Ve bu haktan kolay kolay vazgeçilmemelidir. Demokratik, adil, şeffaf bir seçimin koşullarının oluşturulması için sonuna kadar mücadele edilmelidir. Ancak hilelerle, tuzaklarla dolu, iktidarın tam denetiminde ve onun müdahalesine açık bir sistemle ve OHAL koşullarında sandıklara gitmek; seçme ve seçilme hakkının kullanılması değildir. Bu olsa olsa diktatöre biatnı sunma gösterisi olarak nitelendirilebilir.
Faşizmin yükselişinde yeni bir aşama
Kendine özgü yanlarına rağmen, faşizm Türkiye'de neredeyse tarhihteki örneklerine birebir benzer şekilde yükselip kurumsallaşıyor. Emekçi sınıfların örgütlülüğünün ve dayanışmasının kırılması, bu sınıfların baskı ve terörle sindirilerek sermaye sınıflarına azmi kar sağlayacak bir sermaye birikim sisteminin kurulması, parlamentonun dolayısıyla halkın iradesinin devre dışı bırakılarak, ülkenin tek adam tarafından kanun hükmünde kararnamelerle yönetilmesi. Hukukun yerini keyfi uygulamaların alması ve yargı sisteminin muhaliflerin ezilmesi işlevini gören bir sopaya dönüştürülmesi. Diğer halklara, inançlara karşı nefret ve düşmanlığın yükselmesi. Yayılmacı savaş politikalarının gelişmesi. Anayasada belirtilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ya da fiilen ortadan kaldırılması, özellkle basın yayın kurumları ve aydınlar özerinde ağır baskılar, muhalif kesimlerin keyfi şekilde ve kitlesel olarak tutuklanması. Muhaliflerin fiziki olarak imhası, yani toplumun geri kalan kesiminde korku ve teslimiyet eğlimi yaratmak amacı da güden, siyasal cinayetler ve vahşi katliamlar. Bütün bu sıraladığımız uygulamaları; Hitler Almanya'sında; Mussolini İtaliya'sında ya da Franko İspanya'sında oluğu gibi; günümüz Türkiye'sinde de büyük ölçüde görebiliyoruz.
Tarihsel örneklerle karşılaştırdığımızda ve günümüz Türkiye'sinin sosyal-politik sürecini dikkatle izlediğimizde, faşizmin yükselişinin yeni bir aşamaya ulaştığını söyleyebiliriz. Faşizm kan kokuyor. Faşist diktatörlüğün üzerine, Paris'te kalleşçe katlettiği üç Kürt kadın devrimci Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez'in, Özyönetim direnişleri sürecinde Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin, Şırnak ve Gever'de katlettiği binlerce Kürd'ün, Türkiye ve Ortadoğu'da katlettiği (Suriye'deki savaştaki birinci derecedeki rolü dikkate alınırsa) on binlerce insanın kanının kokusu sinmiş. Ama en önemlisi; gözlerini kan bürüdüğü için faşizm kan kokuyor.
----------------------------
1 Devletin resmi haber ajansı ''Anadolu Ajansı'' ABD'nin Guantanamo kampı ile ilgili 11.01.2016 tarihinde ''ABD’nin utanç kaynağı G uantanamo hapishanesi 14. yılında'' başlığıyla bir haber yapmış. Guantanamo artık Erdoğan'ın da utancıdır. Haber aşağıdaki linkten okunabilir.
http://aa.com.tr/tr/dunya/abd-nin-utanc-kaynagi-guantanamo-hapishanesi-14-yilinda/503579